Bilgisayar

Gözlerim ekrana dikili, parmaklarım bilgisayarın klavyesinde çalışırken, otuz yılı aşkın süre kullandığım Hermes Baby marka daktilom geliyor aklıma. Daha aldığım ilk günkü gibi tertemiz, bir dolabın rafında duruyor.

Avram VENTURA Köşe Yazısı
23 Ağustos 2017 Çarşamba

Gözlerim ekrana dikili, parmaklarım bilgisayarın klavyesinde çalışırken, otuz yılı aşkın süre kullandığım Hermes Baby marka daktilom geliyor aklıma. Daha aldığım ilk günkü gibi tertemiz, bir dolabın rafında duruyor. Artık onu bir kez daha kullanamayacağımı bilmeme karşın yine de saklıyorum. Yıllar boyu onunla ilgili birikmiş öyle anılarım var ki, elimden çıkarma düşüncesi bile beni tedirgin etmeye yetiyor. Bu daktiloyu lise sıralarında, on parmak yazmaya başladığımda babam almıştı. Daha ilk karalamalardan başlayarak, tüm denemelerimi onunla yazdım. Öyle ki, yedek subay olarak askerlik görevimi yaparken de sürekli benimle birlikteydi. Bir otel odasında kalıyordum. Akşam odama döndüğümde ne dinleyecek bir radyom vardı, ne de o yıllarda izleyebileceğim bir televizyon. Bu yüzden dönem boyunca, biricik dostlarım kitaplar ve daktilom oldu. Bu birlikteliğimiz de yıllarca sürdü.

Kuşkusuz her şey bir bilgisayar satın alıp ona alışıncaya kadar…

Sahip olduğum o ilk bilgisayarın karşısına geçtiğimde nasıl da mutlu olmuştum. Önce onun dilini, işlevlerini bilememenin heyecanını yaşadım; alışınca da, onsuz yapamamanın tedirginliğini…

Bu satırları yazarken ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov’un sözlerini anımsadım: “Bilgisayardan korkmuyorum, bilgisayarsız kalmaktan korkuyorum.” Gerçekten de bu aygıtlar öyle bir bağımlılık yapıyorlar ki, bir anlık eksikliği sanki bizi yaşamdan koparıyor; ama ne yazık ki, sanal yaşamdan!

Bilgisayarların internetle olan işlevleri bir yana… Ben öncelikle onu, denemelerimi yazmak için daktilomun yerine almıştım. Nitekim alıştıktan sonra bir daha eski dostumun yüzüne bakamadım. Yalnızca bir kez, kısa bir metin yazmak için elime aldığımda, tuşları öyle ağır gelmiş, öyle zorlanmıştım ki bir kez daha görüşmemek üzere dolaba kaldırmıştım.

Ne denli kullanımımı en aza indirgemiş olsam da, kâğıt ve kalemle olan ilişkimde sanki duygu ve düşüncelerimi daha açık dile getiriyormuşum gibi gelir. Hiç ilgisi olmadığını da biliyorum; ama belki ilk göz ağrılarım olduklarından, belki de onlara dokunarak söylemek istediklerimi, daha etkili aktardığımdan… Kim bilir!

Benim bu dile getirmek istediklerimi ünlü yazar Mario Vargas Llosa’nın bir denemesinde okudum. Şöyle diyor:

“İnternetin çalışmamda bana sonsuz yararlar sağladığını açıkça söylemekten çekinmiyorum. Ama bu olağanüstü kolaylıklara duyduğum gönül borcundan dolayı da elektronik ekranın kâğıdın yerini ya da bilgisayarda okumanın, edebiyat yapıtlarını okumanın yerini tutabileceğine inanacak değilim.”

Kendi payıma, bilgisayar ekranına bakarak kitap okumaktan hiç keyif almadığımı söylemek isterim. Kitabı elimde tutmayı, okşamayı, koklamayı seviyorum; ama zamanla bu tutkum değişir mi, bilemem!

Kâğıt, kalem, daktilo ya da bilgisayar…

Okuyucusuyla duygu ve düşüncelerini paylaşmak isteyen, benim gibi yazmaya soyunmuş herkesin, bu nesnelere karşı bir sevgi bağının olduğunu sanıyorum.