Simone Veil’in ardından

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
20 Temmuz 2017 Perşembe

Geçtiğimiz hafta Fransızca yayınlanan dergilerin birçoğu son sayılarının kapaklarını Simone Veil’e ayırdılar. Magazin dergilerinden haber dergilerine uzanan geniş bir yelpazede kendine yer buldu zamanının asi siyasetçisi.

Bu anlamda dikkatimi çeken alt başlıklardan birini ‘Marianne’ atmış 7 Temmuz tarihli sayısında… “Simone Veil Fransa’ya olduğu gibi Avrupa’ya da şekil verenlerin arasında önemli bir yere sahipti. Bazı sol çevreler için çok burjuva, eski moda sağ için ise çok feministti… Katkıları, kazandırdıkları ulusal bir saygıyı hak ediyor. Ancak muhafazakârlar tarafından yerden yere vurulduğunu, hatta nefret edildiğini de unutmamak gerek…”

‘L’OBS’ de 6 Temmuz tarihli sayısının kapağına ‘Simone Veil – Bir Bilinç’ başlığını koymuş. Kendisine ayırdığı 25 sayfada derinlemesine incelemiş bu olağandışı kişiliği. “Şoa kurtulanı, adanmış bir Avrupalı, kadın hareketinin yorulmaz avukatı ve kürtaj yasasının yaratıcısı, eski bakan, Fransız siyaset tarihinin büyük simalarından biri olarak kalacak…”

Simone 1927’de Akdeniz’in güzel sahil kentlerinden Nice’te Yvonne ve André Jocob’un dört çocuğundan sonuncusu olarak dünyaya gelir. O zamanlar halen güzel şeyleri hayal etmek mümkündü. Mutlu olmak için her şeyleri vardı: Deniz, güneş, güzel bir ev… Ancak önce 1929 ekonomik krizi ve daha sonra insanların üzerine çöken Nazizm bulutu hayatı Jacob ailesine zehir eder.

1940’da Fransa’nın Almanya tarafından işgali, Vichy hükümetinin Nazilerle işbirliği içine girmesi ve onların talimatları uyarınca, kademeli olarak Yahudi aleyhtarı uygulamaları, yasaları devreye sokması… Yahudiliği son derece hafif yaşayan bir aile için kâbus dolu günler… Jacob olan aile isminin ‘Jacquier’ olarak değişmesi… Nafile bir çaba! Sonunda Gestapo tarafından yakalanma… Tüm Yahudilerin tutulduğu Nice’teki Hotel Excelsior’a konuk edilme…  Birileri mi Jacob’ları ele verdi? Bilinmez… O anda Nice’te bulunmayan ablası Denise haricinde tüm aile Vichy yönetimi tarafından Almanlara teslim edilmek üzere, Paris’in kapılarına, Drancy Toplama Kampına sevk edilir… Ve sonra Auschwitz! Simone henüz 16 yaşındadır… Tarih, 13 Nisan 1944… Babası ve ağabeyi, onlardan sonra, bir daha dönmeyecekleri Litvanya’ya gönderilirler.

Auschwitz… Köpekler, çığlıklar, soğuk ve rampalarda gelenleri değişik sıralara sokan Mengele ve adamları. Simone’un belleğinde derin izler bırakan anlar…

“Auschwitz – Birkenau’ya yolculuk iki buçuk gün sürdü. 13 Nisan şafak vaktinden 15 Nisan akşamına… Hiçbir zaman unutmayacağım tarihler bunlar. Bir de 18 Ocak 1945 var. Auschwitz’den çıktığım gün… Ve 23 Mayıs 1945, Fransa’ya döndüğüm gün… Bunlar hayatımın referans noktaları. Birçok şeyi unutabilirim ama bu tarihleri asla. Benliğimin en derin yerine bağlı kalacaklar, tıpkı sol koluma basılan 78651 rakamı gibi… Bunlar yaşadıklarımın asla silinemeyecek izleridir…” (Une Vie – Simone Veil, 2007)

“23 Mayıs 1945’te döndük. Bir kamyonun üzerinde beş günlük uzun bir yolculuk yapmıştık. Orada ölebilirdik ve bunun hiçbir önemi yoktu. Öylesine bir isteksizlikle karşılanmıştık ki… İnsanlar, yaşadıklarımızla ilgili tam bir cehalet içindeydiler…” (Bir konuşmasından…)

Annesini Bergen Belsen’de tifüsten kaybeder. Bir ablası ile toplama kamplarında kader birliği yapar… Diğeri ise Yahudi kimliğini saklayarak Fransız direnişine katılır, Almanlar tarafından yakalanır, Ravensbrück Kampında tutulur ve sonrasında geri dönmeyi başarır… Savaştan sonra kendilerini misafir eden dayılarının yanında, yaşadıklarının şokunu üzerinden atmaya çalışır.

Simone uyumakta, okumakta, yazmakta zorluk çekmektedir. Her şeyden derin bir korku duymaktadır. Eve birileri geldiğinde perdelerin arkasına saklanmaktadır. Ruh halini şöyle anlatacaktır: “Kendim dâhil toplama kamplarından kurtulanların Şoa’yı düşünmediğimiz bir tek gün yok. Yediğimiz dayaktan, bitkinlikten, açlıktan, soğuktan ve yorgunluktan çok, aşağılanmamız bugün dahi anılarımızın en acı olanıdır. Kamplara girdiğimiz andan itibaren adlarımız yoktu. Bizler yalnızca kollarımıza kazılan birer numaradan ibarettik…”

19 yaşında Haim Veil ile evlenir. Üç çocuk sahibi olur. Yaşantısını insan hakları ve özellikle kadın haklarına adar. Avrupa Birliği fikrini rüya olmaktan çıkaranlardandır. Avrupa Parlamentosuna başkan seçilir. Fransa için bir siyasetçiden öte, bir kanaat önderi olur…

Verdiği bir söyleşide (Kamplardan sonra, hayat – Virginie Linhart 2008) şöyle der: “Hayatımın son düşüncesi Şoa ile ilgili olacak… Kamplara gönderilen insanlarla... Şimdi… Öylesine ölmek doğru değil…”

Anısına, saygıyla…