Ortadoğu’nun “kabul edilemeyen” gerçeği

Macron’un konuşmasında belki de ülkemizde birçok çevrece kabul edilmesi en zor olan bölüm “Anti-Siyonizm’in antisemitizmin yeni bir ifade şekli” açıklamasıdır. Peki, Macron’un da altını çizdiği ve anlamakta güçlük çektiğimiz “İsrail’in politikalarını eleştirmek ile bir ülkenin varlığının meşruiyetini sorgulamak arasındaki ince ama tehlikeli çizgide nerede durmamız gerekir?

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
19 Temmuz 2017 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun da katıldığı, 13.152 Fransız Yahudi’sinin Nazi ölüm kamplarına gönderilmesinin 75. yıldönümünde yaptığı açıklamalar ile başta İsrail ve dünyadaki Yahudi toplumlarının çok iyi bildiği bir gerçeği tüm çıplaklığıyla tekrardan teyit etti:  “Anti-Siyonizm antisemitizmin yeniden vücut bulmuş bir şeklidir!” Macron konuşmasında sırf günümüzde İsrail’e karşı yönetilen nefret politikasına karşı olmakla kalmayıp Fransız Yahudilerinin toplama kamplarına gitmesi ile ilgili olarak suçu Vichy hükümeti veya Almanlara atmak yerine millet olarak sorumluluk duymaları gerektiğini belirtti. Anma töreninde bir konuşma yapan Netanyahu ise Yahudileri koruyan, hayatlarını riske atan Fransızları da unutmadıklarını belirterek İsrail Devleti’nin bir daha asla Yahudilerin soykırım yaşamayacaklarının garantisi olduğunun da altını çizdi.

Macron’un konuşmasında belki de ülkemizde birçok çevrece kabul edilmesi en zor olan bölüm “Anti-Siyonizm’in antisemitizmin yeni bir ifade şekli” açıklamasıdır. Peki, Macron’un da altını çizdiği ve anlamakta güçlük çektiğimiz “İsrail’in politikalarını eleştirmek ile bir ülkenin varlığının meşruiyetini sorgulamak arasındaki ince ama tehlikeli çizgide nerede durmamız gerekir? Geçtiğimiz hafta Tapınak Tepesinde düzenlenen terör saldırısı sonrası Mescid-i Aksa’nın imamının şüpheler üzerine gözaltına alınması ve bu süreçte Mescid-i Aksa’nın ibadete kapatılması uluslararası camiada Müslüman toplumun dua etme hakkının engellenmesi olarak tepkiye yol açmıştı. Ancak ne yazık ki özellikle ülkemizde ana akım medyada verilen haberlerde, camii içerisinde saldırganların silah sakladığı ve iki polisin öldüğü saldırının soruşturması nedeni ile bu geçici kapatılmanın yapıldığı bilgisi geçilmedi. Bunun yerine yine en liberalinden en muhafazakârına o çok yakından tanıdığımız nefret içerikli haberleri okuduk. Ortadoğu’da barış isteyen ve Filistinli mültecilere yardım etme iddiasında olan her bireyin öncelikle İsrail’i bir devlet olarak kabul etmesi gerekir. Günümüz dünyasında Holokost’un acı hatıraları, alınması gereken dersler ve uluslararası bilinç artık Yahudi karşıtlığın eski klasik “salt” bir şekilde bazı çevreler hariç yapılmasını engellemektedir. Şüphesiz bunun sebeplerinden birisi de gelişmiş ülkelerde gerek eğitim sisteminin gerekse de cezai yaptırımların nefret suçlarının işlenmesine olanak tanımaması. Simon Weisenthal Merkezi Nefret ve Terörizm ile Mücadele Bölüm Direktörü Mark Weitzman, Emmanuel Macron’un da teyit ettiği “Yeni antisemitizmi” şu şekilde açıklıyor: “Günümüz için İsrail karşıtlığı en önemli antisemitizm şekli. Bir şeyi açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Diğer herhangi bir ülkenin olduğu gibi İsrail’in de politikaları, politikacıları ve partileri eleştirilebilir. İsrail halkının yarısı zaten her gün kendi hükümetlerini eleştiriyor. Ancak konu İsrail olduğunda bir çifte standart durumu oluşuyor. Mesela güvenlik duvarı inşa edildiğinde sadece İsrail’deki konuşuluyor; oysa Suudi Arabistan’da, Amerika’da da var. İnsan haklarından bahsedildiğinde Ortadoğu’daki diğer ülkelere bakılmaksızın İsrail eleştiriliyor. Yahudilerin ulusal kurtuluş hareketi veya vatanı olamaz denildiğinde ayrımcılık yapılıyor.” İşte bu sebepten İsrail Devletinin var olma hakkını kabul etmeyen birinin, Filistin toplumu için evrensel değerler olan özgürlük, demokrasi, hümanizmi savunması daha en baştan kendi içerisinde çelişkiye düştüğünden duruma çözüm bulamayan bir anlayıştan öteye gidemiyor.

Müslümanlığın ilk kıblesi kabul edilen Harem-i Şerif’te yer alan, içerisinde aynı anda 5000 müminin namaz kılabildiği Mescid-i Aksa’da bir daha hiçbir şekilde ibadete ara verilmemesi ve bu kutsal mekânın terör ile anılmaması hepimizin ortak dileği. Türkiye gibi hem Filistin halkının ihtiyaçlarına her daim koşan, mazlumlara umut olmuş, diğer yandan da İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkilerini sürdüren büyük bir ülkenin liderlerinin söylemlerinde, çoğulculuğu ve çok kültürlülüğü koruyan ve İsrail’in var olma hakkını vurgulayan açıklamalarda bulunması Ortadoğu’nun geleceğinin inşasında gerçekçi ve sonuca odaklı bir katkı sağlayacaktır. 

1 Yorum