Bitmeyen elitlik meselesi

‘Beyaz Türk’ lafı çıktığında doğanlar, şimdi çocuklarını okula gönderecek yaşa geldiler; ama hâlâ ne bu kavramın altı doldurulup da kimin Beyaz Türk olduğu belirlenebildi, ne de kurusıkı elitizm eleştirilerinin sonu geldi. İçini istediğiniz gibi doldurabileceğiniz bu laf asıl gücünü ne idüğü belirsizliğinden ve pratikliğinden alıyor; çünkü elit, Beyaz Türk gibi sözler kolayca yapıştırabileceğiniz pejoratif etiketler.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
19 Temmuz 2017 Çarşamba

Osmanlı mutasarrıfı bir aileden gelen, babası da vekillik yapmış bir bey, tuttuğu köşelerden senelerce Beyaz Türkleri eleştiriyordu ve kimse de bu işte bir gariplik sezmiyordu. Beyaz Türklük aileden gelmiyorduysa kimdi bu görünmeyen adamlar? Lafın altının boşluğu, kimleri işaret ettiğinin belirsizliği sayesinde herkesin herkesi hedefe koyabileceği bir sıfat oldu elitlik. Özgür Mumcu’ya Galatasaray Üniversitesi mezunu olması sebebiyle yapılan bir imaya denk geldim en son. Galatasaray Üniversitesinde Anadolu’dan kimse yokmuş gibi, Anadolu lafını ağzına alması garip bulunmuş bir Galatasaray Üniversitesi mezunu olarak Özgür Mumcu’nun.

Devlet üniversitesi olup sınavla öğrenci alması ve Anadolu’dan çoğu öğrenciye Avrupa standartlarında eğitim sunması konusu bir yana, Galatasaray kurumlarının da Beyaz Türkler nefretine maruz kalması önemli bir mesele. Çünkü bu sözüm ona eleştirinin sahibi kimseler, aynı zamanda kendilerini Osmanlı torunu olarak tanımlıyor, milli değerleri bir kendilerine hasrediyorlar. Önüne geleni eleştirirlerken iş Galatasaray’a da uzanıyor, ancak bu okulun kökeninin II. Beyazıt’ın isteğine dayalı olduğunu görmüyorlar, çünkü bilmiyorlar.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması, önemli bir kırılma anıdır; küçük bir devletten imparatorluğa geçişin dönüm noktasıdır. Anadolu’da küçük bir devleti yönetmekten, geniş bir coğrafyada birçok farklı milletten insanı yönetmeye geçmek devlet mekanizmasının elden geçirilmesini de gerektirdi. Bu geniş alana hâkim olabilecek, yönetim kapasitesi yüksek bir mekanizmanın inşası için de iyi yetiştirilmiş bürokratlar gerekirdi, bu iş de Fatih’in ardılı II. Beyazıt’a Galatasaray’la nasip oldu. Burada yetişen gençlerin en iyileri, yıllar yılı saraya alındı. Yani ta kuruluşta amaç, en iyilerden devlet için yararlanmaktı.

Galatasaray’ın bugün Beyaz Türk diye etiketlenebilir olmasının sebeplerinden ilki, Osmanlı’nın Batılılaşma hikâyesinin göbeğinde yer almasıdır; öyle ya, Galatasaray Avrupa’ya açılan bir penceredir. Devir değişir, Galatasaray yine devletin ihtiyacı olan kadroları yetiştirir; yani mesele kurumun kendini çağa uyarlaması meselesidir. Klasik eğitimin yanına Batılı programlar eklenir, Tevfik Fikret efsane müdürü olur Galatasaray’ın. 1924’ten itibarense Sultani artık lise olur ve Cumhuriyet devrimleri okulun eğitimini günceller. Bugün Anadolu lisesi statüsünde olan okul da üniversitesi de sınavla öğrenci alıyor; yani bileğinin hakkıyla girebilecek olan her gence kapısı açık, en azından merkezi sınavlar usulüyle yapılabildiği sürece.

II. Beyazıt okulu devletin ihtiyacı olan bürokratları yetiştirmek için kurdu, pekala. Neden işin içine Fransızca girdi? Bu da yine devrin ihtiyacının gereğiydi, İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yabancı dilde eğitim veren okullar açıktı, ancak bu okullarda İstanbul’un etkisi yoktu. Nitekim Saint Benoit, Notre Dame de Sion gibi okullar Mekteb-i Sultani’den önce kurulmuşlardı ve Osmanlı kendi ülkesinde kendi eğitim sisteminde de geriden yetişmek durumunda kalıyordu. İşte arayı kapatmak, dünyaya ayak uydurmak için çarelerden biriydi bu okul, yerli bir çözümdü.

Ayrıca emperyal düşünmenin de izlerini de bulmak kolay. I. Zog olarak Arnavutluk Kralı olan Ahmet Zogu da, İsrail’in 2. Cumhurbaşkanı Yitzhak Ben-Zvi de yolları Galatasaray’dan geçenler arasındaydı. Mezunlarının ülkelerin kurucu kadrolarında yer almaları öğrenci seçiminin de verilen eğitimin kalitesinin de ispatı olması bir yana, kendi yetiştirdiğiniz öğrencilerin başka ülkelerde üst düzey görevlere gelebilmesi, uluslararası alanda elinizi güçlendirecek bir unsurdur, şimdilerde “yumuşak güç” denen.

Bugün bu güç Amerika’da var, bizde yok. Böylesi bir kuruma hasetle yaklaşırsak, bu kurumların üstlerine titreyip kem gözlerden korumaz, buranın mezunlarını da “Bizden değil, yabancı meraklısı” diye yaftalarsak, kendi geleceğimize zarar vermekten öteye gidemeyiz. Manevi yönü zaten malum, ama işin bir de maddi boyutu var. Çalışıp didinerek iyi okullara giren, tırmalayarak bir yerlere gelen insanlara ‘Beyaz Türk’ yaftası yapıştırarak sözlerinin kıymetini düşürmeye çalışmak demek, bu gençlere yapılan yatırımın da göz göre göre çöpe atılması demek. Yetiştirdiğiniz gençleri yurtdışına kaptırmanın en büyük maddi kayıplardan biri olduğu günümüzde, en son yapılacak iş bu insanlara eğitimleri yüzünden saldırmak olsa gerek.

“İlla Beyaz Türk, elitlik eleştirisi yapacağım, başka türlü duramıyorum” diyenlerdenseniz, babadan oğla her devrin adamı olup ele akıl satanlara eleştiri yapabilirsiniz. Çünkü çalışmak ve iyi eğitim almak, emeğiyle bir yerlere gelmek asla utanılacak şeyler değil.