E=mc2

Selin SÜAR ORAL Köşe Yazısı
5 Temmuz 2017 Çarşamba

 

Eşimle birlikte yaklaşık bir aydan bu yana bir belgesel kanalında Albert Einstein’ın hayatı ile ilgili bir belgesel serisi izliyoruz. Sinema tekniği ve senaryo açısından verilmek istenen mesajı çok güzel veren, dünyanın en iyi fizikçisini yalın, insansı özellikleriyle ve eleştirilebilen bütün yönleriyle ortaya koyan, bu esnada da yüzyıl başındaki dünyanın siyasi durumunu da arka planda gösteren bu dahiyane belgeseli, beş yönetmen ayrı ayrı çekse de bu isimler arasında Ron Howard hemen öne çıkmakta. Kenneth Biller ve Noah Pink yapımcılığında çekilen bu otobiyografik film, Hollywood otoriteleri tarafından bugüne kadar çekilen en yalın ve sade Einstein belgeseli olarak gösterilmekte. ‘Shine’ filmindeki erişkin David Helfgott rolüyle parlayıp, ‘Shakespeare in Love’ filminde Philip Henslowe rolüyle kariyerini yukarılara taşıyan, ‘Münih’ filminde Eric Bana’ya baba şefkatiyle yaklaşan Ephraim’i canladıran ve ‘The King’s Speech’de  İngiliz Kraliyet Ailesi’ne olan bütün ön yargılarını kırarak, Kral VI. George’a (Colin Firth) özgüven patlaması yaşatan Lionel Logue’u canlandıran Geoffrey Rush, Einstein’a muhteşem performansı ile hayat vermiş diyebiliriz. Einstein’ın gençliğini canlandıran Johnny Flyn’i ve Einstein’ın kariyerinde önemli bir noktaya sahip Mileva’yı canlandıran Samantha Colley’i de unutmamak gerek. Bu isimler dışında cast için seçilen bütün isimler rollerini hakkıyla yapıp ortaya hataları ve tutkuları olan, ailesi ile ilgilenmeyen, dünyaya ortanın solundan bakan, muziği ve kitap okumayı çok seven, kısacası ‘insan’ olan bir Einstein ortaya çıkarmışlar...

‘Deha’yı izlerken çok karmaşık gibi görülen fiziğin aslında doğanın içinde gizli olduğunu, bizimse sadece onu anlamak için biraz daha zaman ve emek harcamamız gerektiğini daha iyi anlıyor insan. Her biri birbirinden farklı çiçeklerin taç yapraklarının sayısının, resim ve mimarinin baş yapıtlarının bile bu kitap içerisinde zaten yazılı olduğunu bir kez daha hatırladım. Aslında, Einstein’in yaptığı da hayalgücünü kullanarak bu ‘doğa kitabı’nı okuyabilmekti. Bu kitap içinde kullandığı dil de kuşkusuz matematikti; bir çoğumuzun korktuğu matematik… Kosinüsün karesini, tanjantının türevini, integralinin karekökünü anlamayıp korksak da bunların hepsi bizden öncede doğada var olan olayların doğa kitabında yazılı olduğunun deliliydi. Örneğin, uçmak zaten doğada kuşlar tarafından yapılan bir eylemdi. Uçmayı yeniden biz doğaya öğretmemiştik ki…

Çağdaşı olan fizikçilere kıyasla Einstein, ortaya attığı bütün kuramları önce hayal edip, sonra matematiksel bir dille dünya ile paylaşmış. Peki bu hayalgücünü ve sonsuz merakını ateşleyen veya ortaya çıkaran şey neydi? Daha dört yaşlarında olan Einstein’e amcasının hediye ettiği bir pusula ve bu pusula ile başlayan, doğada yer alan ancak bizim gözlerimizle göremediğimiz “ manyetizma nedir?” sorusu.

Çocukların bitmek bilmeyen ve yetişkinler tarafından gereksiz ya da saçma olarak nitelendirilen “Ne, Neden, Niçin, Nasıl” sorularını daha küçük yaşta sorarak büyüyen Einstein’ın kişiliğinin gelişmesinde ‘Saf Aklın Eleştirisi’ de çok etkili oldu. Eşyanın tabiatı; kendini sorgulayan, sorgulamadan hiçbir şeyin varlığına inanmayan biri için de din ve millet kavramları geçerliliklerini yitirecekti. Bilimsel düşünme şekli ile gerçeği aramaya çalışan ve eğer onu bulabilirse sıkı sıkıya kavraması gerektiğini bilen Einstein maalesef içinde yaşadığı dönemde anti-semitik yaklaşımlardan da çok çekti. Doğduğu yeri ve ailesini seçme şansı olmayan Einstein’ın bu salt gerçeği görmesi 1.Dünya Savaşı öncesi Prusyası’nda başlamış, insan aklına ve erdeme duyduğu sonsuz güvenle önceleri bunu önemsememiş, ancak 3. Reich Dönemi ile artık “Deutschland für alles” naralarının atıldığı diyarlardan ayrılması gerektiğini anlamıştı. Einstein’ın kuzeni ve eşi Elsa ile Amerika Birleşik Devletleri’ne göç edişi ile birlikte bambaşka bir maceranın da perdeleri açılır. Bu ‘Yeni Dünya’da bilimsel prensiplerinden ödün vermeyen ve ölene kadar çalışmayı asla bırakmayan büyük bilim adamı, Federal Soruşturma Bürosu Başkanı J. Edgar Hoover’in hışımına uğrayarak, ‘devlet düşmanı’ olarak gösterilerek bütün toplumsal alanda linç edilmek istenmiş ve hakkında beş yüzden fazla soruşturma dosyası açılmıştı.

Mini dizi olarak 71 ülkede 45 farklı dilde yayınlanan ‘Deha’, “E=mc2” formülüyle aslında bize hayal etmemizi ve ‘doğa kitabı’nı anlayarak ve özümseyerek okumamız gerektiğini yeniden hatırlatırken, yalnızca Einstein’ın ispatladığı ve bilime yön veren kuramlara değil, aynı zamanda bir bilim insanının yaşadığı zorluklara, aile ilişkilerine, savaşlara, yüzyılın bilim insanlarına da farklı bir pencereden bakmamızı sağlıyor.