İstanbul Opera Festivalinde Verdi’nin ‘Macbeth’i

8.Uluslararsı Opera Festivali kapsamında Recep Ayyılmaz’ın uyarlamasıyla ‘Macbeth’ Zorlu PSM’de.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
5 Temmuz 2017 Çarşamba

8.Uluslararası İstanbul Opera Festivalinde Verdi’nin ‘Macbeth’i

Librettolarını etkin dramatik öğeler peşinde büyük titizlikle hazırlatan Giuseppe Verdi’nin esinlendiği önemli kaynaklardan biri Shakespeare tiyatrosu olmuş, konularını büyük ozanın iki tragedyası ‘Macbeth’ (1847) ve ‘Othello’ (1878) ile komedyası ‘Falstaff’dan (1893) alan üç opera bestelemiş, yeteri kadar güçlü bir libretto bulamadığı için istemesine karşın, ‘Kral Lear’i operaya aktaramamıştı.

Macbeth’in, cadıların kendisine krallık sözü veren kehanetinden sonra karısıyla birlikte başlattığı entrika, ihanet, cinayet döngüsünün, gücü korumak amacıyla gidebileceği en uç noktaya kadar götürüldüğü Macbeth, Shakespeare eserleri arasında kötülük kavramının en yoğun biçimde irdelendiği tragedyadır. 

Verdi’nin ilk Shakespeare operası Macbeth, Floransa’da ilk sahnelendiğinde biraz soğuk karşılanmış, bestecinin Paris’te 1865’te sahnelenmesi için yeniden düzenlemesi de durumu değiştirmemişti. Psikolojik derinlikleri ve müzikal renklerinin zarafetiyle çağını aşan bu başyapıt gerçek değerini uzun yıllar sonra, 20. yüzyıl başlarında, özellikle 1930’lardan sonra bulabilmişti. 

İktidar hırsının kölesi olan, amaçlarına ulaşabilmek için her türlü kötülüğü yapabilecek kadar körleşen insanları ele alan bu karanlık siyasi meselde Verdi, zamanının opera geleneklerine başkaldırarak, müziği amaç olarak değil, olayların ve kişilerin karakterlerinin yansıtılması ve anlatılmasında araç olarak kullanmıştır. Döneminin opera anlayışına ters, bu ayrıksı ve yenilikçi ‘opera senza amore / aşksız opera’da, Donizetti ya da Rossini tarzı trajik romantik olayları, melodik belcanto aryaları ya da dramatik ağırlığı hafifletmek için Shakespeare’in kattığı güldürü öğelerini kullanmaksızın, tamamen zulme, çılgınlıklara ve hortlaklara odaklanmıştır. Her ne kadar olağanüstü güzellikte birkaç arya varsa da Verdi bunları hiçbir süslemeyle ayırmadan, kesintisiz akan karanlık bir müziksel nehrin akışına yedirmişti.

Tını olarak baş erkek karakterleri için bariton ve bas gibi sert sesleri yeğlemiş, ruhunun katılığı sesine yansımış bir solist aradığını söylemek için, “Lady Macbeth’in sesini güzel olması şart değil” demişti.

Recep Ayyılmaz’ın sanat ve sahne yönetmenliği yaptığı Macbeth’i, Mersin Devlet Opera ve Balesinin solistlerinden, Şef Anıl Aydın yönetimindeki korosundan ve Kosova Filarmoni’nin daimi Şefi Şef Natalie Marin’in yönettiği orkestrasından izledik.

Bütün sanatlar gibi operanın da devamlı gelişmek ve evrilmek zorunda olduğunu iyi bilen Ayyılmaz, sahnede gerçek çağcıllığı yakalayabilen az sayıda yönetmenden biri.

Öncelikle Macbeth’in içsel karmaşasını dışa vuran bir dekor ve kostüm anlayışıyla başlamış. Bir yanda, ilk sahneye Macbeth ve Banquo’nun Jeep’le girdiği, Seyhan Atamen’in soyuta kaçan, işlevsel, görkemli dekoru ve Müfit Özbek’in video ve ışık tasarımıyla projeksiyonla yaratılan sinematografik düzeyde efektler. Diğer yanda Gizem Betil’in klasik ama hiçbir çağla doğrudan bağlantısı olmayan kostümleri, karı koca Macbeth’lerin yumurta kafaları ve kelinin üzerine I. Elisabeth’in kızıl peruğunu oturtmuş bir Lady Macbeth.

Bir kaos ama, benzersiz bir düzeni olan, olağanüstü görsellikte ve güzellikte bir kaos!

Müziğe ve seslere Serbülent Biçer ile Büşra Ay’ın koreografisini ekleyen Ayyılmaz, uvertürde karşımıza çıkan, aralarda tekrar sahneye dönen Verdi ve Shakespeare’i birer solist dansçı olarak oyuna sokmuş. Bestecinin bir kadınlar korosu olarak gördüğü cadılara da baleyi katarak çok etkileyici bir görsellik sağlamış.

Her zamanki gibi oyunun önemli karakterlerinden biri olarak ele aldığı koro dört dörtlük. Hele Verdi’nin yazdığı en güzel korolardan İskoç Sığınmacıların ‘Patria Opressa’sı tüyler ürpertici güzellikte

solistleri “şarkı söyleyen oyuncu” olarak gören ve operatik değil, dramatik oyunculuk peşinde olan Recep Ayyılmaz, tamamından üst düzey bir yorum alıyor. Başkarakterlerden, ilk bir iki repliği korkutmuş olsa da hemen toparlanarak sağlam bir Macbeth çizen bariton Serhat Konukman ve sesi kadar oyunculuğuyla da göz dolduran bas Hasan Berk (Banquo) çok iyiler. Soprano Seda Ortaç, gerçekten de Verdi’nin istediği katı ve acımasız Lady Macbeth. Ünlü tenorumuz Bülent Bezdüz, almış olduğu övgüleri ve uluslararası ödülleri fazlasıyla hak ettiğini tek bir arya ile ispatlıyor. IV. perdenin başında Macduff’un öldürülen eşi ve çocuklarının ardından söylediği “ah,la paterna mano”ya pırıl pırıl, dokunaklı ve göz yaşartıcı bir yorum getiriyor.

Teatral ve müzikal dehasına alışmış da olsak, her yeni çalışmasında bizleri heyecanlandırmayı ve şaşırtmayı hâlâ başaran bir yönetmenden kaçırılmaması gereken bir çalışma. 

Bildiğim kadarıyla gelecek tiyatro mevsiminde Mersin’de devam edecek. Hem Akdeniz’in bu güzelim kentini, hem de Recep Ayyılmaz’ın Macbeth’ini keşfetmek için gitmeye değer.

Recep Ayyılmaz 8.Uluslararası İstanbul Opera Festivalinde  

2010 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi tarafından başlatılan Uluslararası Opera Festivali, sekizinci yılına sadece orkestra şeflerinin ve bazı solistlerin uluslararası olduğu bir programla girdi. Böylece Yekta Kara’nın her yıl yepyeni bir yorum getirdiği ‘Saraydan Kız Kaçırma’sıyla birlikte, Recep Ayyılmaz’ın sahnelemesiyle, ‘Macbeth’ ve ‘Faust’ operalarının Zorlu PSM’ye uyarlanmış yeni yorumlarını izlemek fırsatı doğdu.

İstanbul’da doğan, İstanbul’da tiyatro ve yüksek müzik eğitimleri alan Recep Ayyılmaz, sonrasında Paris Sorbonne Üniversitesiyle İstanbul Fransız Filolojisinde Fransız Edebiyatından mezun olmuş. Kültür Bakanlığı ve Fransa Büyükelçiliğinin destekleriyle Paris Ulusal Operasında Robert Wilson ve Willy Decker ile yönetmenlik stajı yapmış; bu dönemde opera dünyasının ünlü şefleri ve solistleriyle çalışmış.

Türkiye’ye döndüğünde, ilk olarak her daim sevgi ve rahmetle andığı şan hocası Belkıs Aran’ın hayatını ve sanatsal kariyerini anlatan, metnini ve akışını hazırladığı bir gece tertiplemiş.

İstanbul Devlet Opera ve Balesinde rejisörlük kariyerine Pergolesi’nin intermezzosu ‘La Serva Padrona / Hanım Olan Hizmetçi’yle başlamış, peşinden Suat Arıkan’ın opera - baleyle tanışık olmayan insanlar için tasarladığı ‘Operatik Marjinaller’i sahnelemiş.

Hanım Olan Hizmetçi, cumhuriyetimizin 80. kuruluş yılı etkinlikleri çerçevesinde Türkiye’de bir ilk olarak İstanbul Devlet Opera ve Balesi ve Kadıköy Belediyesi işbirliğiyle sokakta oynandığında ‘operayı sokağa taşıyan adam’ olarak gazetelere haber olmuş. Ayyılmaz, o gün bu gündür, farklı ve modern bir anlayışla sahnelediği her operaya çağcıl ve ayrıksı bir soluk getiriyor.

Giovanni Paisiello’nun Rossini’den 34 yıl önce bestelemiş olduğu ‘Sevil Berberi’ni, ilk kez Türkiye’de sahnelediğinde, dekoru ve makyajıyla döneminin atmosferini aktarırken, jestleri ve mimikleri bulvar tiyatrosu tarzında yeğledi.

Antalya Devlet Opera ve Balesinin ilk Mozart operası, Saraydan Kız Kaçırma’yı, İstanbul’un ezan ve çan seslerinin eksik olmadığı çok kültürlü ortamına taşıyarak öyküyü son derece özgün bir anlayışla sahneledi. Kazandığı başarı sebebiyle operayı Mersin ve İzmir’de de yönetti.

Peşinden Süreyya Operasında, Anadolu Yakasında yerleşik bir sahnede sergilenen ilk opera olan Don Pasquale’ geldi. Prodüksiyonunun sahne tasarımından kostümlerine her kısmıyla birebir ilgilenen Ayyılmaz’ın sıra dışı bir mizansen, müthiş bir devinim ve güldürü anlayışı ile sahneye koyduğu Don Pasquale, dünyanın herhangi bir sahnesinde göklere çıkarılacak kusursuz bir ‘opera buffa’ örneğiydi.

Ertesi yıl Leyla Gencer anısına Türkiye’de ilk kez, Gluck’un ‘Orphée et Eurydice’inin Hector Berlioz versiyonunu sahneliyordu. Ayyılmaz, üç kadın solist ve bir korodan oluşan kadrosu ile her an durağanlığa kayma eğilimi olan operada, koreograf Beyhan Murphy’nin desteği ile koroyu aktif bir oyuncu olarak kullanarak, şelalesinden Abidin Dino’dan esinlenen dekoru ve kostümleriyle, Süreyya’nın avuç içi kadar sahnesinde bir süper prodüksiyon etkisi yaratarak son yılların en görkemli opera gösterisini yaratmıştı.

Offenbach’ın fantastik operanın en ilginç ve dinamik eserlerinden Hoffmann’ın Masalları’nda seyirciyi taş devrinden 18. yüzyıla, günümüzde bir gece kulübünden uzayın derinliklerine dört farklı zaman diliminde ağırlayarak, eseri sınırsız hayal bir gücüyle yorumladı. Yaşadığı dönemin marjinal bebek imalatçısı Spalanzani, dünya, siyaset ve sanat dünyasına imza atmış Hitler, Napolyon, Marilyn Monroe ve Mozart gibi kimliklerle özdeşleşiyor, pop müziğin kralı Michael Jackson’sa ilk kez bir opera mizansenine katılıyordu. Venedik sahnesinde basamaklardan oluşan dekorun perdenin finalinde bir ışık oyunu ile Rialto Köprüsüne dönüşmesi başlı başına bir görsel mucizeydi.

İstanbul dışında, Ankara Devlet Opera ve Balesinde ‘Çardaş Prensesi’ne (2010), Uluslararası Aspendos Opera Bale Festivalinde ‘Saraydan Kız Kaçırma’ (2008), ‘Carmen’ ve ‘La Traviata’ya (2013), Samsun Devlet Opera ve Balesinde ‘Sihirli Flüt’e (2013) ve Mersin Devlet Opera ve Balesinde ‘Macbeth’e de farklı, dinamik ve etkileyici yorumlar getirdi.

Bu yıl 8.Opera Festivali kapsamında Recep Ayyılmaz’ın iki sahnelemesi izledik. Mersin’de büyük ilgi gören Macbeth’in, Zorlu PSM sahnesine uyarlanışına ait izlenimlerim aşağıda.

Festivaldeki ikinci operası, geçen sezon Süreyya’da kapalı gişe oynayan Faust’un Zorlu PSM büyük salonu için yenilenen prodüksiyonuydu. Zorlu PSM, bu Faust’a önümüzdeki sezon boyunca ev sahipliği yapacağından bu operadan gelecek sonbaharda söz edeceğim.

 

 

 

 

Hepinize iyi seyirler dilerim.