Hayat, sayısız öyküler toplamı

Avram VENTURA Köşe Yazısı
7 Haziran 2017 Çarşamba

Belki kimse sormayacak, hiç kimse merak etmeyecektir; ama her birimizin, anlatılacak öyküleri mutlaka olmalıdır! Öykü deyince:

Yakın ya da uzak geçmişimizde neler yaşadığımız, nasıl yaşadığımız…

Hayatımızda yer alan kahramanların öyküleri ile nerede, hangi koşullarda buluştuğumuz, birlikte nasıl yeni öyküler yarattığımız…

Düşündüğümüzde bunlar yaşanmışlıklardan, deneyimlerden, tanıklıklardan bizde kalanlardır. Görüntüleriyle belleğimizde yer almış, silinmeye yüz tutmuş fotoğraflardır belki… Belki de kimi anılarımızdır; sevinciyle, hüznüyle, acısıyla, utancıyla, mutluluğuyla, gülmecesiyle… Sesleriyle, kokularıyla, renkleriyle… Ama bunlar anlatıldıklarında, gerçek birer kahramanı olarak, her birimiz bu öykülerin içinde mutlaka yer alıyoruz.

Şu soru da akla gelebilir:

Ya anlatacak bir öykümüz yoksa?

O zaman belki yaşanmış ama sorgulanmamış, belki de hiç değer verilmemiş bir geçmişten söz etmiş olacağız. Oysaki hayatımız kısa ya da uzun öykülerin toplamından başka nedir ki… İster anlatmaya değer görelim, isterse başımızdan geçen olayları önemsememiş olalım, her biri gerçek bir yaşanmışlık, olağanüstü bir deneyimdir. Çok farklı yöre ve zamanlarda, değişik geleneklerde benzer öykülerin içinde yer alan kahramanlar gibi… Nasıl ki iki bin yıl öncesinde bir sevdalının, sevdiğiyle yaşadığı olaylar günümüzde bize hiç yabancı gelmiyorsa… Afrika’daki bir ülkenin iki insanı arasında geçen aşk serüvenini, Doğu Anadolu’nun bir kasabasında görmek doğal oluyorsa… Her birimizin, her türlü yaşam öyküsü önemlidir, anlatılmaya değerdir. Hele onların kimi kahramanlarıyla kendimizi özdeşleştiriyor, kimi olayları biz de yaşamış oluyorsak… Başkalarının öyküsü, bir bakıma bizim de öykümüz oluyor sanki.

M.Ö. 9. yüzyıldan kalma bir yazıtta şu sözler yer alıyor:

“Başkalarına da kulak ver.  Aptal ve cahil oldukları zaman bile, dinle onları... Çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.”

İnsanların arasına karıştığımızda, onları dinlediğimizde yüzlerce, binlerce öykünün içine giriyoruz. Kiminin sesleri arasında yiten, kiminin anlatımlarıyla renklenen, kiminin yüz çizgilerine kazınmış, kiminin gözlerinin parlaklığında okunan sayısız öyküler! Anlatılan, belki de hiç anlatılamayan… Yüreğini sürekli kanatan, beyninde kalıcı bir iz bırakan ya da unutulan… Sonuçta herkesin bir öyküsü var! Anlatılmasa da kimi öyküleri yüzlerden, davranışlardan okuyabiliyoruz.

Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz romanında kahramanın söylediği şu sözlerde olduğu gibi:

“Kamyonlardan yük indiren hamalların, onları seyreden işsizlerin, sağa sola koşuşturan garsonların, sokaklarda bir inilti gibi dolaşıp duran sarhoşların, koca göbekli tefecilerin, kumarbazların ve gecekondu semtlerinden koparılmış ürkek çiçeklere benzeyen genç kızların hikâyelerini görebildiğim halde; hayallerini elektrikli süpürgelerin gürültülerinde öğütüp öğütüp toz torbalarıyla birlikte her gün çöpe boşaltan donuk bakışlı kadınların, tatlı dilli kafes kuşlarıyla, güler yüzlü çiçeklerle ve çeşit çeşit alışveriş manzaralarıyla süslü hikâyelerini göremiyorum sözgelimi.”

Anlatılabilse, her hayatın içinden sayısız öyküler çıkacaktır.