Amerika’da Akılsızlık Çağı

Umut UZER Köşe Yazısı
31 Mayıs 2017 Çarşamba

Amerika Birleşik Devletleri Anayasasının yazarlarından Thomas Jefferson 1816 yılında “Bir millet hem cahil hem hür olarak kalabileceğini düşünüyorsa, bunun tarihte hiçbir zaman olmadığını ve gelecekte de olamayacağını” ifade etmişti. Dolayısıyla Amerikan tarihine baktığımızda akıl ve akılsızlık arasındaki mücadelenin ilk kuruluş yıllarına kadar gittiğini görebiliriz. Bu bağlamda Thomas Jefferson’un ülkedeki en önemli elit kamu üniversitelerinden biri olan Virginia Üniversitesinin (University of Virginia) kurucusu olduğunu ve bunu yaparken amacının da muhakkak cehalete karşı savaşmak olduğunu varsayabiliriz.

Benzer endişeleri taşıyan Richard Hofstadter Amerikan Yaşamında Anti-entelektüalizm kitabıyla eğitim ve aydınlanmanın önemini vurgulamıştı. Aynı zihinsel yoldan giden Amerikalı entelektüellerden Susan Jacoby, bu kitabın yazılışından sonraki 40 yılda da anti-entelektüel eğilimlerin ve usçuluk karşıtlığının (anti-rasyonel) popüler kültürün, televizyon ile zihinleri uyuşturucu etkisiyle birleşmesiyle ciddi bir sorun olarak ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Oysa bu, 18. Yüzyıl Amerikan Aydınlanma geleneğiyle taban tabana zıt bir durumdur. 

Ancak Michigan’ın küçük bir şehrinde (Okemos) büyümüş olan Jacoby kendi hayatından da örnek verirken, New York’taki aydınların halk kesiminden kopukluğunu hayretle gözlemliyordu. 1950’li yıllarda Adlai Stevenson’un kılığıyla ve düzgün İngilizcesiyle kendi anneannesini bile rahatsız ettiğini, hâlbuki Dwight Eisenhower’ın insanları anladığını vurguluyordu. Daha yakın bir zamanda George W. Bush gibi Harvard ve Yale Üniversitelerinde okumuş bir başkan bile hali ve tavrıyla ve konuştuğu İngilizce ile halktan biri gibi davranmaya çalışmıştı. Öbür taraftan Barack Obama’nın düzgün bir dil ile konuşması seçkinci bir zaaf olarak bazı kesimlerce sunulabilmişti.

Dolayısıyla konuşma tarzı bile bir insanın elit olarak suçlanmasına yol açabiliyordu. Aynı şekilde bilime bakışta bilim adamı ve eğitim düşmanlığı ortaya çıkabilmekteydi.

Anti-rasyonel eğilimlerin sonucu olarak gelişmiş ülkeler arasında sadece ABD’de, evrim fikrinin tartışmalı olduğu, diğer Batılı ülkelerde ise bunun ana akım bilimin bir parçası olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bu söylemlerde aslında bazı kesimlerce inanılan, gerçek ile zihin arasında bir tezat olduğu, dolayısıyla gerçek dünyanın tercih edilmesi gerektiğine dair bir eğilimin izlerini görebiliriz.

Batı dünyasında dini akımların en güçlü olduğu ülke olan ABD’de, halkın gerçeklerle ilgi ciddi sorunları da vardır. Bir başka deyişle, cehalet yaygındır. Bir araştırmaya göre, bu ülkede beş kişiden biri dünyanın güneşin etrafında döndüğüne inanmaktadır. Ayrıca Amerikan halkının yüzde 40’ı Anayasalarında İngilizcenin resmi dil olduğuna dair bir madde olduğunu sanmakta, yüzde 25’i ise Hristiyanlığın resmi din olduğunu düşünmekteler. Susan Jacoby’nin bu bulgulara karşı yorumu ise cehaletin Amerikan toplumunun en büyük düşmanı olduğudur.

Bu durumun özellikle şaşırtıcı olan yönü ülkedeki bir kısmı dünyanın en önemli eğitim ve araştırma kurumlarından olan 3000 civarında üniversitenin varlığıdır. Buna rağmen bilim dışı akımların hala etkin olabilmesi sadece eğitimsizlikten değil belki aynı ölçüde anti-entelektüel geleneğin varlığına dayanmaktadır.

Ayrıca Amerika açısından daha önemli bir gelişme kitap ve gazete okuma oranlarının ciddi manada düşmesidir. Bir bulguya göre on kişiden dördü hiç kitap okumazken, aynı zamanda gazete okuyanların sayıları da azalmaktadır.

Öbür taraftan özellikle Cumhuriyetçi kesimin medyasında program yapan Bill O’Reilly veya Rush Limbaugh gibi gazeteciler kabalığı bir şov malzemesine dönüştürmüşlerdir. Ama muhafazakârların da 1960’lerde William Buckley ve daha sonra Irving Kristol, Norman Podhoretz, David Brooks gibi önemli aydınlar yetiştirdikleri ve Hoover Institution, American Enterprise Institute ve Heritage Foundation gibi düşünce merkezlerine sahip oldukları hatırda tutulmalıdır.

Sonuç olarak aklıselimin ve bilimselliğin sadece liberal kesimin tekelinde olduğunu düşünemeyiz. Yukarıda saydığımız muhafazakâr isimlere birçok başkaları da eklenebilir. Ancak ideolojik bağnazlıklardan uzak bilimselliğin tercih edilmesinin ülkelerin gelişmesi için zorunlu olduğu unutulmamalıdır.  

 

Okuma Önerisi

The Age of American Unreason. Susan Jacoby.