100 yıl sonra…

"Gıda, iyi planlanırsa, bir problem değil. Bugün mevcut imkânlarla bile rahatlıkla 10 milyarlık bir nüfusu besleyebiliriz. Kaldı ki söylenenlerin aksine, dünyanın birçok bölgesinde, tarıma müsait olmakla birlikte henüz kullanılmayan milyonlarca hektarlık araziler var. "

Sami AJİ Köşe Yazısı
17 Mayıs 2017 Çarşamba

Çoğunuzun haberi okuduğunu tahmin ediyorum. Ünlü bilim adamı Stephen Hawkins 100 yıl içinde dünyamızı terk etmek için hazırlık yapmamız gerektiğini açıkladı. Medyada çıkan açıklamalarına göre, küresel ısınma, yapay virüsler, nükleer harp ihtimali, artan nüfus gibi olaylar dünyamızı tehdit ediyor. İçim kararıverdi. Hele şimdiki 6 milyar insanı nasıl ve hangi vasıtalarla uzayın derinliklerine taşıyabileceğimizi düşündükçe daha da umutsuzluğa kapıldım.

Kulunuz, bu şahane ve evrende tek dünyamızda, mümkün olduğu kadar fazla kalmak niyetinde olduğundan ve hele dünyanın en güzel şehri İstanbul’dan ayrılmayı hiç düşünmediğinden, daha müspet görüşlere sahip kişilerin fikirlerini okumaya başladım. İçim açıldı. Kısaca paylaşmak isterim.

Her şeyden evvel şu prensibi ortaya koyalım: İnsan beyninin yaratıcılık kabiliyeti sınırsız. Gelişen her teknoloji beynimizin kapasitesini daha da genişletmekte.

Buradan hareketle bakın neleri göreceğiz:

Her geçen yıl yaşam beklentimiz artıyor. Genetik ilmi, bio-teknoloji ve yapay zekâ sayesinde, tıpta, bilim haznemiz öylesine büyüyecek ki, neredeyse ölüme bile meydan okuyacak hale geleceğiz. “Hadi canım sen de demeyin” ve lütfen Bereşit’in ilgili bölümlerine bakın: Noah 950, Metuşelah 969 veya daha yakına gelelim, Avraam’ın babası Terah’ın 205 yıllık ömürleri olmadı mı?

 Peki, artan nüfusu nasıl besleyeceğiz, nereye yerleştireceğiz?

Gıda, iyi planlanırsa, bir problem değil. Bugün mevcut imkânlarla bile rahatlıkla 10 milyarlık bir nüfusu besleyebiliriz. Kaldı ki söylenenlerin aksine, dünyanın birçok bölgesinde, tarıma müsait olmakla birlikte henüz kullanılmayan milyonlarca hektarlık araziler var. Buna ilaveten okyanuslarımızı devasa boyutlarda çeşitli yosun tarlalarına çevirebiliriz. (Lütfen 11 Ocak 2017 tarihli ‘Kelp’ başlıklı yazıma bakınız. Yosunların ne denli besleyici olduklarından bahsetmiştim.) Ayrıca çöllerin tarım arazisine çevrilmesi artık sorun değil.

Eh! Karnımızı doyurduktan sonra kafamızı sokacak bir delik bulmamız lazım değil mi?

İlim adamlarımız buna da çareler üretiyorlar. Önce göklere doğru tırmanacağız. Yani 1000 metrelik kulelerin daha da üstüne çıkacağız. Dubai’de Burç el Halifa 842 metre ve Cidde’de Kraliyet Kulesi 1000 metre yükseklikteler. (Her ikisi de otuz sene evvel çöl sayılan bir yörede kuruldu).

Kâfi gelmeyebilir mi diyorsunuz? O zaman size Kuzey Kutbundan bir ev verelim. Tam donanımlı, istediğiniz gibi havalandırmalı, 3 boyutlu yazıcılar da emrinizde olacak: Mobilyalarınızı kendiniz tasarlayın, kendiniz imal edin. Hologram teknolojisi ile işlerinizi oturduğunuz yerden idare edebileceksiniz hatta toplantılarınızı bile yapabileceksiniz.

Canınınız sıkıldı, kar ve buz seyretmekten mi bıktınız? Hiç üzülmeyin. Hemen size bir süper drone gönderilecek; eviniz ister California, ister Miami isterseniz Copa Cabana’ya taşınabilir.

“Şöyle deniz altında, balıklar arasında yaşamak isterdim” arzusu mu belirdi? Hiç dert edinmeyin, denizin dibinde balon eviniz hazır her türlü konforu ile sizi bekliyor. 

İletişim nasıl kurulacak dersiniz? Çok basit. Telepati sayesinde. Telepati gelişecek beyinlerimiz sayesinde öylesine yaygınlaşacak ki, artık birbirimizin düşüncelerini anlamak ve aktarmak için hiçbir alet edevata ihtiyaç bile duymayacağız. (Bu konuda yine lütfen 22 Şubat 2017 tarihli yazımı okuyabilirsiniz).

Tüm saydıklarım muazzam bir enerji ihtiyacı doğuruyor. Bu ihtiyacımızı da bir taraftan uzaya yerleştirilecek dev güneş panelleri ile sağlayacağız. Yetmezse çok daha geliştirilmiş nükleer füzyon santralleri kullanacağız. (Nükleer füzyonun temiz ve sonsuz bir enerji kaynağı olduğu konusunda bilim adamları hemfikirdir.)

Son olarak da robot teknolojisinden bahsedeyim. Daha şimdiden robotların yaşamımızda çok önemli bir yer tutmaya başladıklarını fark ediyoruz. Yine uzmanlara göre, yakın bir gelecekte onlar hayatımızın tüm safhalarında yanımızda olacaklar ve neredeyse tüm işlerimizi görecekler.

Nasıl ferahladınız mı? Ancak şu suali de sormamız gerekiyor. Bütün bu gelişmeler olup bittikten sonra biz ne yapacağız? Bana göre cevabı çok net: Hiç bir şey. “Nasıl olur” demeyin. Aslında insanoğlu bir şey yapmak için yaratılmadı ki? İsterseniz insanlık tarihinin en başına dönelim.

Berişit’in hemen ilk bölümünde, Tanrı’nın Âdem ve Havva’ya çoğalma ve tüm dünyaya hükmetme emrini verdikten sonra, onları Eden Bahçesine yerleştirir ve tüm meyvelerini ve hayvanlarını vs. onların serbest kullanımına verir (bir tek ağacın meyveleri hariç). Başka bir şey yapmalarını da istemez. ‘Eden’ İbranicede, bir anlamda, zevk ve sevinç demektir. Diğer bir deyimle insanoğlu yaratılışının başlarına dönmek, yeryüzünde ‘zevk ve neşeyle’ çok uzun süre yaşamak arzusunu gerçekleştirmek üzere çok ciddi adımlar atmaktadır.

Tanrı’nın bize ihsan ettiği en önemli hediyesi zekâ sayesinde bu amaca ulaşacağımız günler yakın. Biraz sabır. Nasılsa yüzyıl sonra da beraber olacağız.

                                                                              ***

Not:Tüm bu reformların siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda gerektireceği değişiklikler de ciddi şekilde planlanmakta. İnanmayan Google: ‘Our World 100 years from now’a baksın!