Felsefe Taşı

Kabalist Abulafia şöyle der: “İnsan bir inanca bağlı kalarak kurtuluşa erişemez, ancak kendi üzerinde yapacağı deneylerle özgürlüğüne ulaşabilir.”

Berk YÜKSEL Toplum
17 Mayıs 2017 Çarşamba

“Simya ilmine göre ‘Felsefe Taşı’, dokunduğu her nesneyi altına dönüştüreceğine inanılan taştır. Bu taşı elde edebilmek için birçok formül ve deneme yapılmıştır. Simyacıların iki büyük hedefinin anahtarı olarak görülmüştür. Maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak… Ezoterizmde, insanın içinde saklı olan akıl ve bilgelik taşıdır. Felsefe taşına ulaşmanın yolu onu aramaktan geçmektedir. Arayış ve yol, taşın ya da hazinenin kendisinden çok daha önemlidir. Hedef yolda olmaktır.”

Felsefe taşı, aydınlanmanın sembolüdür. Bu bağlamda ‘Felsefe Taşı’ da mutlak olana kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Farklı kaynaklarda bilgelik taşı ve ışık taşı olarak da adlandırılmıştır. Eski Mısır’da hakikat meydanı adı verilen yasak bir bölgede korunduğuna inanılıyordur. “Visita interiorae terrae rectificando invenies occultum lapidem” (vitriol) ile anlatılmaya çalışılan içimizde arayıp bulabileceğimiz bilgelik ve akıl taşıdır. Akıl ve hikmetin bileşimidir. İlk kez 3. yüzyılda Zosimos tarafından bahsedilmektedir.

“Dünyanın derinliklerini ziyaret et gizli taşı bulacaksın” cümlesi aslında insanın Tanrı’yı, tanrısal olanı kendi içinde bulacağı anlamına da gelmektedir. Bu ifadenin ezoterik açılımı ise, her insanın Hakikatin Nurunu, diğer bir deyişle Tanrıyı kendi içinde bulacağı şeklindedir. Tanrı-İnsan-Evren üçlemesi özdeştir. İnsanın ölmesi, bu bilginin yok olmasına neden olamaz. Ruhun ölmezliği gibi, bilginin de ölmezliği kesindir.

Jung’a göre Anka’nın hikâyesi de ‘Kendi’nin keşfine giden yoldur. ‘Simyacı’ adlı eserde “kendinin efendisi olmak” bilinci anlatılır. Simyacı şöyle der: “Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir. Saklı hazineyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur ve sonunda ‘kendi hazinesi’ni bulur. Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.” Zümrüd-ü Anka, insanın yenilenme sürecine tekabül eden simyasal dönüşümün başarılmasının sembolüdür. Anka’da ruh gelişim sürecini tamamlar o ‘Ruhani Benlik’e, Felsefe Taşı’na ulaşmıştır. “Akıl, yolu keşfederken kalp ise anahtarı bulmak için akla yardım eder” denir.

“Simyada ‘İlk madde’yi elde etmek, tüm madenlerin türediği cevheri elde etmek değil, ruhsal varlığın ilk halini, yani maddi dünyada doğmadan önceki saf şuur halini elde etmek anlamına gelir. Ruhun maddeye bakan yüzü ‘Nefs’ nefis eylenir. Aranan Felsefe Taşı, ötede değil, bizzat insanın içinde, gönlündedir. Felsefe taşı mutlak olana, tanrısal öze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal özü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki Felsefe Taşına ulaşmalıdır. Yaşarken kendinden doğuştur. “Konu cennete gitmek değil, konu olduğun yeri cennete çevirmektir.” diyor Rengin Sakaoğlu.

Sembolik felsefe taşı da bir anlamda kendi kendini yargılama, vicdani hesaplaşma yani sembolik olarak cehenneme iniş ve yaşarken ikinci doğuştur. Kendini tanıma, bulduğu felsefe taşını yontmadır. Kendini biliş, zıtlıklardan tamamlayıcılığa yani denge yolunda iyi, doğru ve güzele gidiştir. Kendini tam anlamıyla bilen kişi, kendi vicdanında Tanrı’nın tecelli ettiğini idrak edecektir. İşte aranan Felsefe Taşı O’dur. Kimi araştırmacılara göre ise Kutsal Kâse de meşhur ‘Felsefe Taşı’dır.

Değişim içten dışa doğrudur.  Mikro ve makro-kozmos, İç ve Dış Dünyalar arasındaki mistik evliliği de simgeler Felsefe Taşı ve içimizde ‘Mistik Evlilik’ inisiye edilir. Bizim kalınlaşan, katılaşan ve maddileşen peçemizi aşıp geçmemizi sağlar Bütün’e ezoterik bakış. “Sonluda karşıt bulunanlar, sonsuzda birliğe ulaşırlar. O asli cevheri bulmuştur, simyadaki ‘Materia Prima’yı. Ruhunu arayan insanın macerasıdır bu, Jung’un deyimi ile. Yeni bir kimliğe bürünmeyle devam eder yolculuk. Çalışma sadece okuyarak değil, yaşayarak, hissederek içimizde yapacağımız derin düşünce yolculukları ile olacaktır. Düşünme üzerine düşünme tefekkürdür. Kuyulardan, basamaklardan geçerek derinliklere inilir. İç dünyasını tamamen keşfeden yani egosunun sembolik metallerden arındıran ve gölgenin baskısından kurtulan Ben, diğer parçaları olan İkiz, anima/animus ile diyaloga girebilecektir. Felsefi düğün, kimyasal düğün işte burada bu bütünleşmededir.”

Kahraman’ın Yolculuğunda ‘kayıp hazine’ bir türlü bulunmaz, bulundu zannedildiğinde yeni bir maceranın kapıları açılır zira arayış hiç bitmez ve bu da sürekli üretimi, sürekli çabayı, sürekli iyi, doğru ve güzele yönelimi destekler. Bu yüzden yolculuk başlangıçsızlıktan sonsuzluğa doğru bitmek bilmeyen bir senfonidir... Kahramanın peşinde olduğu hazine kendisidir ve buldukça da beğenmeyecek daha iyisi için çalışmaya devam edecektir.

Felsefe Taşı’nı arayan kişi hem dönüşüm, hem dönüştüren, hem de dönüşendir. Simyacı için gerçek simya insanın iç doğasındadır. “Felsefe Taşı, evrenin temel sırlarını keşfetmek, metalleri altına çevirmek sıradanlığı yerine ölümü yaşama dönüştürmek, ruhu arındırmak ve daha yüksek bir bilince ulaşabilmek için içimizde arayıp bulmamız gereken akıl taşıdır, hayat taşıdır... Bilgelik yolunda ilerleyebilmenin anahtarıdır.”

 

“Makro kozmosu kendinde kucaklayan bir Mikro kozmostur” gerçek insan. Taş bizizdir; içinde biz varız, dönüşen de değişen de kendini yontan da yontulanda diğer taşlar ile sürtüne sürtüne daha mükemmel olan da güçlenen de yolda olan da yol da biziz…

 

‘’ Timeo homini uni librium’’ “Tek kitabı olan adamdan korkarım.”(Latin deyişi)