‘Kan iftirası’nın çağrıştırdıkları

Avram VENTURA Köşe Yazısı
26 Nisan 2017 Çarşamba

Sevgili Bülent Şenocak’ın Kan İftirası romanı çok ilginç bir zamanda yayımlandı. Elbette ki bir rastlantıdır; ama yüzyıllardır süregelen ve 20. Yüzyıla kadar Yahudilere karşı düşmanlığı körükleyen bu savlar, her zaman Hamursuz Bayramı öncesine denk gelirdi. Bu kitabın da raflara girdiği günlerde, bayrama daha bir hafta vardı.

Neydi bu iki bin yıldır süren söylenceler, ileri sürülen savlar?

Bayram boyunca Yahudiler tarafından yenen mayasız ekmeğe, öldürülen Hıristiyan bir çocuğun kanı karıştırılıyormuş! Avrupa’da, farklı dönem ve toplumlarda zaman zaman bu savlar ortaya atılmış ve bunları neden göstererek Yahudilere karşı acımasız saldırılar düzenlenmiştir. Kıyımlar, işkenceler, çarmıha germeler hep bu kan iftiraları yüzünden oldu. Tarihçiler, bu güne değin yüz elli kadar benzer olayın saptandığını söylemektedirler. Oysaki bir topluma yüklenmek istenen bu dinsel cinayetlere karşın, Tevrat değil bir insanı öldürmeyi, eti yenen bir hayvanın bile, kanını tümüyle akıtmadan pişirmeyi kesin olarak yasaklar.

Fransız avukat, devlet adamı ve insan hakları savunucusu Adolphe Crémieux, kitapta da yer alan, 7 Nisan 1840 tarihli bir yazısında şöyle diyor:

Yaklaşık bin iki yüz elli yıl önce, İslamiyet doğuya, Şam kentine bayrağını dikti. Bu uzun yüzyıllar boyunca, Yahudiler böyle aptalca bir iftirayla karşılaşmadılar. Fakat ne zaman ki Hıristiyanlar bu ülkede etkilerini hissettirmeye başladılar, işte o zaman Batı’nın önyargıları Doğu’da uyanmaya başladı! Ne kadar üzücü bir durum ve onun acı yansıması.”

Osmanlı imparatorluğu içinde de zaman zaman bu tür savlar ortaya atılmıştır. Bunlara karşın Sultan Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz’in, bu savların bir dayanağı bulunmadığına ve Yahudilerin dinlerini uygularken, hiç kimsenin bunu engellemeye hakkı olmadığına dair yayımlanan fermanlarını da anımsatmak isterim.

Romana gelince…

Konu iki izlek odağında gelişiyor: Aşk ve kan iftirası!

Şam’a konsolos olan atanan François ile bu yolculuk sırasında tanıştığı Claire arasında geçen, farklı beklentilerle gelişen ve bir anda noktalanan bir aşk kaçamağı…

Tarihte 1840 Şam Kan İftirası olarak anılan, Peder Thomas ve uşağının kaybolması ile gelişen, bu yüzden Yahudileri hedef alan olaylar… Onları konuşturmak, bu suçu bütün bir topluma yüklemek için yapılan işkenceler… Geçmişten gelen söylencelerle, nefretlerini gün yüzüne çıkaran insanlar…

Bu konuyu bilenler için kitabın başlığı zaten olumsuz düşünceleri çağrıştırıyor. Araştıranlar da gerekli bilgileri farklı yayınlardan bulabilir; oysaki bunları bir roman kurgusu içinde okuduğumuzda, sanki onun kahramanlarıyla birlikte soluk alıyor, onların korkularını yaşıyor, acılarını duyumsuyoruz.

Tarihimizde bir kara leke gibi yer alan bu olayı işleyerek, hem bir roman okuma keyfini yaşattığı hem de bu konuda beni düşünmeye yönlendirdiği için, Sevgili Bülent Şenocak’a teşekkür ederim.