İsrail sineması kalitesiyle öne çıktı

36. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, üçü kadın yönetmenlerin elinden çıkma dört İsrail filmi de başarılıydı

Viktor APALAÇİ Sanat
26 Nisan 2017 Çarşamba

Her yıl İstanbul Film Festivali’yle izleme olanağını bulduğumuz İsrail sineması bu yıl çok başarılı bir imtihan verdi. Dördü de ilginç temalı mesaj taşıyan filmlerin ikisi, yaratıcılarının ilk uzun metrajlı filmleriydi. Üç kadın yönetmen arasında sivrilen Maysaloun Hamoud, ‘Duvarlar Arasında’ ile Altın Lale Uluslararası Yarışmasında, Eleştirmenler Birliğinin (FİPRESCİ) En İyi Film Ödülü’nün sahibi oldu. Eran Korilin, İsrail toplumuna eleştirel bakış açısıyla puan toplarken, genç Maha Haj iletişimsizlik sorunu üzerine tespitleriyle, Rama Burshtein, mizahı kullanmadaki ustalığıyla öne çıkan isimler oldu.


Altı filmlik bir seçki ile 36. İstanbul Film Festivali defterini kapatıyoruz. Her zaman olduğu gibi, tatsız sürprizleri, düş kırıklığı yaratan filmleri görmezden gelip, kaliteleriyle öne çıkan yapıtlara odaklanıyoruz.

FİPRESCİ ÖDÜLLÜ İSRAİL FİLMİ

36. İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Uluslararası Yarışma bölümünde gösterilen İsrail Filmi ‘Duvarlar Arasında’ Uluslararası Eleştirmenler Birliği’nin (FİPRESCİ) En İyi Film Ödülü’nü kazandı.

İlk filmini yapan bir kadın yönetmen olarak, büyük bir başarıya imza atan Maysaloun Hamoud, Tel Aviv’de yaşayan üç Filistinli kadın üzerinden evrensel bir konuyu işliyor.

Kendi yazdığı senaryodan yola çıkan Hamoud, değişik çevrelerde yetişip, aynı evi paylaşan üç kadının görünür ikilemlerine odaklandığı filmde, günümüz İsrail toplumu hakkında ilginç tespitlerde bulunuyor.

Geleneksellik ve çağdaşlık, maneviyat ve dünyevilik temaları etrafında, film farklı yaşam tarzlarının soyut ve sert çalışmasını gözlere sererken, erkek egemen toplumunu otopsi masasına yatırıyor.

Taraflara eşit mesafede durmaya özen gösteren genç yönetmen mizahi bir bakış açısıyla aktardığı öyküsüyle izleyicisini etkilemeyi ve eğlendirmeyi başarıyor.

Kadın olmanın avantajını kullanan Hamoud, üç genç hemcinsinin yazgısının aynı olduğunu senaryosunda zeki tespitler eşliğinde kanıtlıyor. Filmin arka planında, umudu, tereddüdü ve iyi bir yaşam arzusunu paylaşan üç kadın var.

1982’de Budapeşte’de doğan genç sinemacı, bu parlak çıkışıyla ilerisi için umut vaat ediyor.

Türkiye haklarını elinde bulunduran ‘Sinema TV’ temsilcisi, ödül töreninde bu filmin yaz sezonundan önce Türk sinemaseverleriyle buluşacağının müjdesini verdi.

ERAN KORİLİN BİLDİĞİNİZ GİBİ

Yaşadığı topluma eleştirel bakışlı cesur filmleriyle tanınan İsrailli ünlü senaryo yazarı-yönetmen Eran Korilin ‘Dağların Tepelerin Ardından’da, dört kişilik bir aile üzerinden devleti, yozlaşmaya yüz tutmuş aile mefhumu temasıyla tartışmaya açıyor.

İlk uzun metrajlı filmi ‘Bando Ziyareti’ ile sinemada sağlam bir çıkış yapan Korilin, konser vermek üzere İsrail’e gelen ve kaybolan Mısırlı bir müzisyen topluluğunun, insanın içini ısıtan, barışçıl mesajlı öyküsünü anlatmıştı. 10 yıl önce Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde, Uluslararası Eleştirmenler Birliği’nin (FİPRESCİ) En İyi Film Ödülü’nü kazanan ‘Bando Ziyareti’ katıldığı tüm festivallerden eli dolu döndü.

‘Dağların Tepelerin Ardından’ ile üçüncü filmine imza atan genç yönetmen, görünüşte sorunsuz bir hayat sürmekte olan Greenbaum ailesinde, baba David’in emekli olmasından sonra işlerin sarpa sarmasını anlatıyor.

27 yıl hizmet verdiği İsrail ordusundan ayrılıp sivil hayata dönünce, David sudan çıkmış balığa döner. Filmde ailenin tüm bireylerine ve aslında topluma sızmış olan huzursuzluk kendini gösterecektir. Evde boş oturmaktan sıkılan, hobisi olmayan David’in krem satarak ticarete atılma hamlesi hüsranla neticelenir.

Güzel sayılamayacak kızı, kendisine sevgili ararken bir Filistinli terörist grubun içinde bulur kendini. Başarılı bir öğretmen olan annesi, kendisini seksi ve güzel bulan bir öğrencisiyle yatağa girer.

Nedensiz ve isimsiz bir suçluluk duygusunu başarıyla yansıtan filmi geçen yıl Cannes’da izlemiş, İstanbul Festivali’nde de aynı keyfi almıştım.

KADIN YÖNETMENİN İLK FİLMİ

Dört İsrail filminin üçünün yönetmeni kadındı. Onlardan biri olan 1970 Nasıra doğumlu Maha Haj, yine (beş kişilik) bir aile üzerinden, İsrail’de yaşayan Filistinlileri anlatan ‘Kişisel Meseleler’ ile ilk uzun metrajlı filmine imza atıyor.

Geniş bir ailenin üyeleri arasındaki iletişim sorunlarını izleyen filmde, Nazareth’te müreffeh bir hayat yaşayan, evlilikleri eskimiş, diyalogları tükenmiş bir çifti tanıyoruz. Büyük oğulları İsveç’e göç etmiş, kendine iyi bir hayat kurmuştur. Ramallah’ta yaşayan müzmin bekâr küçük oğulları ile evli-çocuklu kızlarının hiçbir maddi sorunu yoktur.

İsrail’de yaşayan bir Filistinli olarak kendi deneyimlerinden esinlenerek yazdığı senaryoda, Maha Haj gündelik hayatın melankolisini filminde serinkanlı bir mizahla yakalıyor. Aileden yola çıkarken, film hem kişisel hem de siyasal sınırları ele alıyor. Filmde İsrailli polislerin sorguladığı iki sevgilinin nezarethanede iken tango yaptıkları sekans çok başarılıydı.

EVLENMEYE KARARLI GELİN ADAYI

Hasidik bir Yahudi olan, 1967 New York doğumlu kadın yönetmen ve senaryo yazarı Rama Burshtein, ikinci uzun metrajlı filmi ‘Bodoslama / Lavoor et Hakir’ ile mensup olduğu toplumun katı geleneklerini tartışmaya açmayı sürdürüyor.

Yine İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz ‘Boşluğu Doldurmak / Fill the Void’ adlı ilk filmiyle dünya çapında övgü alan Burshtein, yeni filminde yine evliliğe odaklanırken bu kez mizahi bir enstrüman gibi kullanan bir nevi devam filmine imzasını atıyor.

Filmin merkezinde, düğün salonu rezervasyonu yapmış, gelinliğini diktirmiş, her detayı planlamış, ancak evliliğe bir ay kala terkedilen Michal var.

Morali bozulsa da, Michal bu sıkıcı duruma rağmen, öyle ya da böyle evlenmeye kararlı. Düğün salonunun parasını ödeyip, “İstim arkadan gelsin” diyen genç kız bir ay içinde bir damat adayı bulmakta kararlı.

Çıkan taliplerin elenmesi, filmde mizah dozu yüksek bir sinema diliyle anlatılmış. Annesi, kız kardeşleri ve yakın çevresinden destek alan, sevecen, iyi kalpli, evlenip yuva kurma ateşiyle kavrulan Michal’in öyküsü insanın içini ısıtıyor. Burshtein’in filmi “plana uygun” yola devam eden bir kadının hikâyesini anlatırken temposunu ve bakış açısını hiç yitirmiyor.

HARİKA KURGULU AŞK FİLMİ

İlk filmini yapan 34 yaşındaki bir yönetmenden beklenmedik bir beceri ile kotarılmış bir film olan ‘Porto’ 36. İstanbul Film Festivali’nin belki de en kaliteli aşk filmiydi.

Sao Paulo doğumlu Gabe Klinger bizlere adını aldığı Portekiz kentinde geçen tutkulu ve sürpriz dolu bir “ilk görüşte aşk” hikâyesi anlatıyor. Talihsiz bir kaza sonucu geçen yıl hayatını kaybeden Rus kökenli ABD’li aktör Anton Yelchin’in rol aldığı son filmlerinden ‘Porto’, Amerikalı Jake ile Fransız öğrenci Mati’nin birkaç tesadüfi karşılaşmanın arkasından yaşadıkları aşk gecesini anlatıyor. Portekizli orta yaşlı sevgilisini tanıdığımız, sonraları onunla evlenip bir kız çocuğu sahibi olan Mati’nin öyküsü, filmde romantizmin ağır bastığı duygu yüklü bir sinema diliyle anlatılıyor.

Yaşadıkları beklenmedik, olabildiğine hür ve sarsıcı deneyim, yıllar sonra bile hatıralarında yer tutar. Filmin senaryosunu da yazan Gabe Klinger, 35 mm, 16 mm ve Super 8 film formatlarını bir arada kullanarak geriye dönüşlerle Jake ve Mati’nin deneyimlerini, ustalıklı bir sinematografi eşliğinde izleyiciye aktarıyor.

Kronolojik sırayla anlatıldığında sıradan bir aşk filmi olabilecek öyküyü, yönetmen özgün bir kurgu anlayışı ile ele alınca ‘Porto’ sıra dışı filme dönüşüyor.

Bu düşüncemi filmini takdim etmek üzere İstanbul’a gelen Klinger’e söyledim ve Tarantino’nun ‘Pulp Fiction’nından bu yana sinemada gördüğüm en başarılı kurguyu gözlemlediğimi ilave ettim. Soruma “Yalnız Tarantino’nun değil, Resnais’nin de filmlerindeki kurgu konseptine yıllardır kafa yordum, araştırıp ilham aldım” cevabını verdi.

NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLLÜ YAZAR

36. Film Festivali’nin en hoş sürprizlerinden biri Arjantin sinemasından geliyordu. Kaliteli ve saygın yönetmenlerin yetiştiği Arjantin sineması uluslararası festivallerden ödülle ayrılırken, ‘Saygın Vatandaş / El Ciudadano İllustre’ ile son Venedik Film Festivali’nde En İyi Aktör Ödülü’nü kazanan Oscar Martinez ile ödül listesine girmişti. Arjantin’nin bu yıl ki en nitelikli ve eğlenceli sürprizlerinden ‘Saygın Vatandaş’, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmayı düşüş olarak gören bir yazarı gözlemliyor.

Avrupa’da yaşayan, konuşma yapması için dünyanın dört bir tarafından davet alan ve tümünü reddeden Daniel, Arjantin’de büyüdüğü, romanlarının beslendiği kasabadan gelen daveti kabul eder. 40 yıl önce, gençlik yıllarında bir daha dönmemeye yemin ederek kasabayı terk eden Daniel, ziyaretinde kendisini bir girdap gibi yükselen trajikomik durumların içinde bulur. Genç yönetmen Mariano Cohn bu beşinci uzun metrajlı filminde, sönük bir kasaba halkından seçtiği ilginç karakter tahlilleriyle ülkesinin toplumsal hayatını ustalıkla hicvediyor.

Mizahtan bir an bile vazgeçmeyen film, şöhret, edebiyat, sanat ve insan davranışları üzerine hınzırca sorular sorarken izleyiciyi kasabanın cehaletiyle yazarın kibrinin ortasına konumlandırıyor. Oscar Martinez, gördüğüm 50’ye yakın festival filminin en başarılı oyuncusuydu.