Pinokyo dünyası

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
29 Mart 2017 Çarşamba

Bugünlerde yalan denince çoğumuzun aklına dünyayı yöneten bazı politikacılar gelse de, yalan denince aklıma ilk gelen isim çocukluğumdan beri Pinokyo’dur.  Carlo Collodi’nin 1881 yılında yazdığı ‘Pinokyo’nun Maceraları’ adındaki kitabı okumamış ya da en azından içeriğini bilmeyen çocuk sanırım yoktur. Marangoz Gepetto bir kütük parçasından yaptığı Pinokyo’yu gerçek bir çocuk gibi sever, bakar, okula gönderir. Pinokyo ise durmadan haylazlıklar yapar, yalan söyler.  Yalan söyledikçe de burnu uzar ve herkes onun yalan söylediğini anlar. İyi bir çocuk olmaya başladığında ise, mavi saçlı iyilik perisi tarafından gerçek bir çocuğa dönüştürülür. Türkçe dâhil 260 lisana çevrilen bu çocuk kitabı dünyanın en çok satan çocuk kitabı olmasının yanı sıra, en çok tercüme edilmiş kitaplarından biridir. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursanız olun, yalan söylediğini düşündüğünüz birine “Pinokyo” derseniz, ne demek istediğinizi anlayacaktır.

***

Yalan söylenmek kadar beni rahatsız eden çok az şey vardır. Biri bana yalan söylemeye kalktığında, zekâmı küçümsediğini düşünürüm. Gerçek hayatta insanların burnu uzamasa da, sosyal medya ve iletişim fazlalığından olsa gerek, günümüzde artık dünyanın en büyük devlet başkanlarının yalanları bile kaba tabiri ile ‘patlıyor’. “İnsanlar neden yalan söyler?” diye sorduğumuzda akla hemen birkaç yanıt gelir: İlk sebebi korku olmalı. Küçücük yaşta öğretmenden korkarak söylenmeye başlayan ilk yalanlar, iş yerinde başımız belaya girmesin diye söylenen yalanlar, ebeveynlerden, sevgililerden saklamak istediklerimiz için söylenen, birilerini kaybetme korkusundan söylenen yalanlar… Gurur ve ego yüzünden söylenen yalanlar, ‘süsleme’ tabir edilen, kendimizi veya bazı olayları mübalağa ederek kendimiz hakkında daha iyi bir intiba bırakmak için söylenen yalanlar… Yalan, birini kandırmak amacıyla söylenen ‘doğru olmayan’ bir ifade ise, ‘süsleme’ tabir ettiğimiz ifadeler de benim için yalan sınıfına giriyor. 

Kendimize söylediğimiz en büyük yalanlardan biri de hiç yalan söylemediğimizdir,  ‘beyaz yalan’ tabir edilen. Çoğu zaman kibarlıktan ve başkalarını kırmamak amacıyla söylenen minör yalanlar, akıllı telefonlar kadar hayatımızın bir parçası olduğundan, artık yalan söylediğimizin bile farkında değiliz çoğumuz. Hepimizin söylediği beyaz yalanlara birkaç örnek vermek gerekirse; zevkimize hiç uygun olmayan bir hediye aldığımızda, karşımızdakine “Çok beğendim” deriz, çünkü “Hayatımda gördüğüm en zevksiz bluzlardan biri, hiç mi benim zevkimi bilmiyorsun” diyemeyiz. Gitmek istemediğimiz bir çocuk doğum gününe davet aldığımızda, “Toplantım var” deriz, çünkü ne arkadaşımızı kırmak isteriz, ne de cumartesimizi çocuk bağırışıyla geçirmeyi. Ya da uzun zaman görmediğimiz birine sokakta rastladığımızda “Görüşelim” deriz, iki tarafında da görüşmeye niyeti olmamasına rağmen… Aynı şekilde “Çok meşguldüm bu aralar” deriz, hâlbuki hepimiz biliriz ki gerçekten görmek istediğimiz birine mutlaka bir vakit bulunur.  Diyeceğim o ki, aslında hepimizin içinde minik bir Pinokyo var.  Kontrol edemediğimiz beyaz yalancılarız hepimiz. Nietzche’nin dediği gibi, “Bana yalan söylediğin için değil, bundan sonra sana inanamayacağım için üzgünüm.”  Yeter ki yalanlarımız beyaz kalsın…