Uzak seyahat notları

İnsanoğlu, tekdüze ve bildik dinamiklerin hâkim olduğu, öğrenilmiş çaresizliklerin genel kural olduğunu sandığı küçük dünyasından dışarı çıkmadıkça hep yerinde sayıyor, öteki ve dışarısı ile sahici bir iletişime geçemediği için gerçeği yakalamak adına sınıfta kalıyor.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
29 Mart 2017 Çarşamba

İnsanoğlu kapalı kaldığı sürece ilerleyemiyor.

Tekdüze ve bildik dinamiklerin hâkim olduğu, öğrenilmiş çaresizliklerin genel kural olduğunu sandığı küçük dünyasından dışarı çıkmadıkça hep yerinde sayıyor, öteki ve dışarısı ile gerçek bir iletişime geçemediği için gerçeği yakalamak adına sınıfta kalıyor. Gerçek belki de dışarda da değil ama farklılıkların ıskalanması ona yaklaşmayı engelliyor. Ve sonra dünyayı hep kendi önyargılarından hareketle yorumlamaya başladığı andan itibaren manilerle karşılaşıyor, en sonunda da muhtemelen duvara tosluyor.

Bu hissiyat özellikle uzak seyahatlerimde tavan yapıyor ruhumda. İçeride durdukça körlenmiş gözlerimiz ruhumuzu, algı yeteneğimizi ve en önemlisi bilgi dünyamızı yoksullaştırıyor. Orada gördüğünüz, gözlemlediğiniz her farklı resim, hayata bakışınızın yenilenmesinde ve dünyayı ve insanlığı anlamlandırmada yeni bir fırsat doğuruyor adeta. Örneğin burada asansöre binerken ötekine esirgediğiniz bir ‘iyi günler’ iletişiminin uzaklarda yapaylık içerse bile ruhunuz için özel bir insani dokunuş olduğunu görüyorsunuz. Veya oralarda her şeyde eşitliğin ve insan haklarının gözetilmesinde en basit gösterge olan sıraya girme eyleminin bizim buralarda örneğin, ülkenin en büyük havaalanı binasının çıkışındaki taksi durağı kargaşasına dönüşmesine hâlâ anlam veremiyorsunuz. Trafik kurallarına uyum farklılıklarından söz etmek bile istemiyorum. Hele hele kaldırım üstlerine park edilme gibi oralarda görülmesi hiç mümkün olmayan o pespaye eylemden hâlâ bahsetmek bile adeta bir işkence olsa gerek.

Batı’nın her yaptığının, her düşündüğünün, her uygulamasının doğru ve bunların insanoğlu için en uygun bir yaşam kültürü ve biçimi yarattığını kabul edecek kadar toptancı değilim. Gerçekleri, nüansları göz önüne almadan değerlendirme yapacak kadar da bilinçsiz değilim. Lakin kimi uygulamaların insanın gelişmesine katkı yaptığını görecek kadar da bilinçli olmaya çalışırım. Oryantalizm denilen yanlışa sürüklenmeden gerçeğin peşinde olmaya ve sadece, insanın sınıf atlamasına katkıda sağlayacak dinamiklerin yaratılmasına ve hâlihazırdakilerin bu kıstasa göre yenilenmesine ve evrilmesine olanak sağlayacak açılımlar için kafa patlatmaya çalışıyorum.

***

Atlantik ötesi seyahatimde, hep televizyonlarda gıpta ile seyrettiğim NBA maçlarından birine gitme fırsatını buldum. Orada geçirdiğim üç saat bir master tezine kaynak teşkil edecek kadar gözlemlerle doluydu.

Kapitalizmin, milyonlarca seyircisi ve takipçisi olan bu devasa turnuvadan azami ölçüde yararlandığı ve oyun aralarında, onun oksijeni ve olmazsa olmazı olan ürün pazarlama yeteneğini en agresif ve etkin bir şekilde hayata geçirdiğini bir not olarak düşeyim. Lakin benim asıl gözlemim seyirciler, yani oralı insan üzerine oldu.

Her şeyden önce seyircinin çok önemli bir maç dahi olsa o stada öncelikli olarak eğlenmek ve basketbolun görsel zevkinin iliklerine kadar işlemesi için geldiğini gördüm. Tuttuğu takımının kendinden zayıf bir takıma yeniliyor olması onları üzmekle birlikte sinirlendirmiyor, ne karşı takımın oyuncularına ne de hakemlere karşı en ufak bir sataşmaya neden olmuyor – maçlarda küfürün onlar için uzaylı bir dil olduğu algısını aldım adeta. Seyircinin tek amacı şu yaşadığı ölümlü ve dert dolu dünyada o an azami keyfi almak ve sporun estetik görselliğinin tadını çıkarmak.

Şimdi insan bizim buradaki basketbol maçlarını ve seyirci davranış örneklerini hatırlamaz mı kahrolarak? Küfürleri bırakın, rakip takımın basketbolcusunun kafasını, attığı maddeyle yaran seyirci profiline bakın, bir de NBA gibi devasa bir turnuvada şampiyonluk peşinde koşarken kendisinden güçsüz bir takıma evinde yenilmekte olan bir takımın seyirci davranışına bakın. Yaptığı sadece kendi takımına mütemadiyen destek vermek, bir de karşı takım hücumdayken bile takımına ‘defans, defans’ diye tezahürat yapmak. Akıl alır gibi değil ama asıl amaç eğlenme ve keyif olunca karşı takım sadece bu güzelliğin bir ögesi olarak görülmekte.

Sporun güzelliğine tanık oldum velhasıl büyük bir turnuva kapsamında. Kimse bu farklılığı övdüğüm için oryantalistlikle suçlamaya kalkmasın beni. Zira insanoğluna neyin iyi gelip gelmeyeceğini biliyoruz artık.

Eğlenme ve hayattan keyif alma idealinin, insanı ötekiye karşı daha hoşgörülü kıldığı bir gerçek. Bu idealde ‘ben’ ne kadar gerçeksem, ‘öteki’ de bir o kadar gerçek ve ‘ben’den farklı somut bir varlık. 

Hayatı sürekli ötekiyi yok etme veya kendisine benzetmeye çalışma ideali üzerine kuranlar ise er veya geç duvarlara tosluyor.

Batı’da da böyle, Doğu’da da.

 

 

 

1 Yorum