Şilili Pablo Larrain ‘NERUDA’ ile ülkesinin acılarla dolu tarihine eğilmeyi sürdürüyor

İki biyografi filmi, ‘Jackie’ ve ‘Neruda’ ile geçen yıla damgasını vuran Şilili genç yönetmen Pablo Larrain, politik sinema türündeki başarısını sürdürüyor. Alışıldık biyografi filmlerinin kalıplarına uymayan ‘Neruda’da insan olma durumlarını sorgulayan sanatçı, entelektüel yaklaşımı ile politikacı bir şairin ruhunu yakalamaya çalışıyor. Film, Videla tarafından hain ilan edilen komünist şairin, And Dağlarını yaya aşarak kaçma sürecine odaklanıyor. Çok katmanlı senaryosuyla film, komünizm, faşizm, işçi sınıfı, hedonizm ile ilgili etkileyici şeyler söylerken, içeriğindeki şiirsel özellikleriyle öne çıkıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
22 Mart 2017 Çarşamba

‘NERUDA’

Yön: Pablo Larrain, Sen: Guillermo Calderon, Gör: Sergio Amstrong, Müz: Federico Jusid, Kurgu: Juan de Dios Larrain, Oyn: Luis Gnecco, Gael Garcia Bernal, Mercedes Moran, Alfredo Castro, Michael Silva, Marcelo Alonso.

KARA FİLM SOSLU BİYOGRAFi

Henüz kırk yaşında, zengin filmografisiyle hayranlık uyandıran Pablo Larrain, aynı yıl çevirdiği iki biyografik filmle kendinden çok bahsettirdi.

Jackie’nin ardından vizyona giren ‘Neruda’da, ülkesi Şili’nin acılarla dolu tarihine eğilmekle ünlenen Larrain, ünlü şairin insani değerlerini sorguluyor.

Alışıldık biyografi filmlerinin kalıplarına uymayan bu filmle, genç yönetmen ‘insan olma’ durumlarını sorgulamayı sürdürüyor. Film kurduğu dünya ile, entelektüel yaklaşımı ile, politikacı şairin ruhunu yakalamaya çalışıyor.

1947’de siyasete atılan komünist şair Pablo Neruda senatör seçilmiştir. Karısı ile beraber parıltılı bir hayat yaşamaktayken hükümet tarafından hain ilan edilince, bir gecede kaçak durumuna düşer.

Şili’de komünizmi yasaklayan devlet başkanı Videla, açtığı soruşturma ile cahil ama gözü pek polis dedektifi Oscar Pelluchonneau’yu Neruda’yı saklandığı yerde bulup tutuklamakla görevlendirir.

Dostlarının tavsiyesi üzerine gizli bir operasyonla gönüllü bir sürgüne yollanan Neruda’nın amacı hududa ulaşıp hürriyetine kavuşmaktır.

Film, 300 kadar adamıyla Neruda’nın peşine düşen faşist polisin amansız insan avına odaklanıyor. Oscar’ın yarı hayali yarı gerçek bir anlatıcı olarak aktardığı hikâye, Neruda’nın kaçış öyküsüne ve hayatından bazı kesitlere odaklanıyor.

Amerikan hayranı polis Oscar (Gael Garcia Bernal) çok geçmeden Pablo Neruda’yı (Luis Gnecco) takıntı haline getirecektir. Kaçarken ardından Oscar’a okuması için kitaplar bırakan Neruda’nın oyunbaz dünyasına adım atarken, bu siyasi kovalamacanın absürtlüğü ile yüzleşiyoruz.

Zengin ve dindar bir aileden gelen Pablo Larrain’in annesi ve babası da siyasetçiydi. İstanbul Film Festivallerinde, ‘Tony Manero’ (2008), ‘Post Mortem’ (2010) ve ‘No’ (2012) filmlerinden oluşan Pinochet üçlemesiyle tanıdığımız, 2015’te festivallerde ‘El Club’ ile ilgili gören Pablo Larrain’in tüm filmleri politik yapıtlar.

Seçilmiş başkan Allende’yi ABD’nin desteğiyle devirip Şili’ye hâkim olan diktatör Pinochet’nin yoğun baskı dönemini filmlerinde sergileyip eleştiren Pablo Larrain, ‘Neruda’da ressam eşi Delia (Mercedes Moran) ile birlikte kaçan şairin zor günlerini anlatıyor.

FAŞİST POLİSİN İNSAN AVI

Kilisenin afaroz ettiği pedofil ve sapık rahiplerin sığındıkları eve dair, sert eleştiri filmi ‘El Club’de Larrain ile birlikte çalışan Guillermo Calderon, şiirsel uslubu ile Nerudavari bir evren yaratıyor.

Komünist bir şair ile faşist bir polis dedektifini karşı karşıya getiren filmde, Şilili usta kendi kültüründen bir filme imza atarken, farklı dünyalardan gelen iki insanın, nefret ile hayranlık çizgisinde gidip gelen ilişkilerini sorguluyor.

Pedro Almodovar’ın ‘2016 yılında seyrettiği en iyi film’ olarak gösterdiği ‘Neruda’, Calderon’un usta işi senaryosu, Larrain’in sürükleyici sinema dili, Sergio Amstrong’un nefis kadrajları, Federico Jusid’in başarılı müzik partisyonuyla ilgiyi hak eden bir film.

Pablo Larrain önceki tüm filmlerinde olduğu gibi, ‘Neruda’nın kurgusunu da kardeşi Juan de Dios Larrain’e teslim etmiş.

İngiliz yönetmen Michael Redford, senaryo yazılımına da katıldığı, 1994 yapım başyapıtı ‘İl Postino/Postacı’da, siyasi görüşlerinden ötürü Şili’den kaçıp İtalya’da bir adada sürgün hayatı yaşayan Pablo Neruda’nın öyküsünü anlatmıştı. Fransız aktör Philippe Noiret’nin (Larrain’in biyografik filminin aksine) babacan, sakin huylu, sessiz bir kişilik olarak çizdiği Neruda, kendisine mektup getiren iyi huylu bir postacıyla (Massimo Troisi) sıcak bir dostluk kurmuştu.

Senarist Calderon ile yönetmen Larrain’in gözünde Neruda, egosu yüksek, sivri dilli, lafını esirgemeyen zevk ve sefa düşkünü, muzip bir karaktere sahiptir.

Bu konuda Larrain, “Neruda’nın çalışmalarındaki ritmi filmin yapısına taşımaya çalıştım. Onun özellikle az bilinen şiirleri hiddet ve öfke doludur. Onun şiirsel ritmini kavrayarak bunu kamera hareketine ve oyuncuların hareket hızlarına yansıtmaya çalıştım” diyor.

KURMACAYLA ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ BİYOGRAFİ FİLMİ

Çok katmanlı senaryosuyla film, komünizm, faşizm, işçi sınıfı, hedonizm ile ilgili ilginç şeyler söylüyor. Bu sıra dışı biyografi filminin etkileyici olduğunu, içeriğindeki şiirsel özellikleriyle öne çıktığını söylemek mümkün.

Genç bir diplomat iken Asya’da, Paris’te, İspanya’da kendine iyi bir çevre edinen, 1945’te Şili Komünist Partisine üye olan, Şili’den kaçtıktan sonra Paris’te dönemin kalburüstü sanatçılarıyla iyi ilişkiler kuran Pablo Neruda’nın portresini çizerken film dönemin politika ve sanat hayatı hakkında ilginç bilgiler veriyor.

Meslektaşı Lorca ile arkadaşlık ilişkileri kuran Neruda’yı, 1948 yılında And Dağlarını yürüyerek aştıktan sonra, Arjantin üzerinden Fransa’ya ulaştığında, filmin finalinde Paris’te Pablo Picasso ile birlikte görüyoruz.

1948’de Şili’de komünizmin yasaklanmasından sonra başlayan insan avından kaçmak için Pablo Neruda yanında ressam eşi Delia ile saklanarak yaşamak zorunda kalmıştı. Kaçak yaşamın sıradanlığında entelektüel çiftin ilgisini çeken pek bir şey yoktur ama Neruda’nın ideolojisinden güç alan şiirleri halkı harekete geçirip sessiz kalabalıkların sesi oldukça, bu aynı zamanda şairin üretkenliğinin doruk noktasına ulaştığı bir dönem olur.

Filmde kaçak Neruda’nın saklanarak yaşadığı günlerde, gittiği randevuevinde bir travesti eşliğinde şarkı söylediği bölüm, filmin en güzel sekanslarından biriydi.

İlk filminden beri aynı teknik ekiple çalışmayı sürdüren Larrain, kurmaca ile zenginleştirilmiş biyografik film ‘Neruda’da, tarihi kara film türünün farklı bir örneğine imzasını atıyor.

Oyuncu kadrosuna gelince: Aristokrat kökenli eşiyle huzurlu bir hayat sürerken, hakkında çıkarılan tutuklanma kararıyla kaçmak durumunda kalan, Nobel Ödüllü Şilili şair Pablo Neruda’yı canlandıran Şilili aktör Luis Gnecco son derece başarılı.

Gnecco, Larrain’in Şili’deki referandum sürecine odaklanan ‘No’ filminde de oynamıştı. Aynı filmin başrol oyuncusu Gael Garcia Bernal, ‘Neruda’da izini sürdüğü komünist şairi yakalamayı saplantı haline getiren faşist polis Oscar Peluchonneau rolünde.

Meksikalı aktör, ilk filmi olan, İnnaritu’nun ilk başyapıtı ‘Paramparça Aşklar, Köpekler’inden (2000) sonra uluslararası bir kariyer yaparak birçok Amerikan ve Avrupa filminde, usta işi performanslarla karşımıza çıkıyor.