Hakan Çimenser’den iki farklı yorum

Devlet Tiyatroları Cevahir Sahnesinde ‘The Dresser / Giydirici’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
15 Mart 2017 Çarşamba

İngiliz yazar Harwood’ın 1980’de yazdığı ünlü oyunu ‘The Dresser / Giydirici’, Devlet Tiyatrolarının yepyeni bir prodüksiyonu olarak İstanbul ve Ankara sahnelerinde.

Ergun Sav’ın çevirisi, Savaş Çevirel’in sahne, İnci Kangal’ın giysi, Akın Yılmaz’ın ışık tasarımları, Fırat Akarcalı’nın oyun müziği, Celal Kadri Kınoğlu’nun reji yardımcılığı ve Hakan Çimenser’in rejisi ile sahnelenen oyunda, Celal Kadri Kınoğlu, Hakan Çimenser, Adnan Biricik, Rüyam Perihan Dirin, Hülya Gülşen, Ebru Demirdöven, Aral Seskir, Osman Tunca Soysal, Sinana Cem Çabuk, Abdullah Yakın, Cem Şahin, Evrim Feyza Geboğlu ve İpek Altıngöz rol alıyorlar.

Ronald Harwood, 1984’te Güney Afrika’da doğmuş, tiyatroda kariyer yapmak için 1951’de Londra’ya taşınarak Royal Academy of Dramatic Arts’da öğrenim görürken, eğitmenlerinden birinin fazla yabancı ve fazla Yahudi bulduğu soyadı Horwitz’i Harwood olarak değiştirmiş.

Harwood, üretken bir yazar. 21 oyun, 10 roman ve 16 senaryo kaleme almış. Romanları ve oyunları özgün metinler ama sinema için çoklukla uyarlama yapmayı yeğlemiş. Ünlü ve ödüllü senaryoları arasında ‘Being Julia’, ‘Oliver Twist’, Oscar’lı ‘The Pianist’, ‘The Diving Bell and the Butterfly / Kelebek ve Dalgıç’ ve sinemaya uyarlanan kendi oyunu ‘The Dresser’ var.

1953-1958 yıllarında Sir Donald Wolfit’in Shakespeare Topluluğunda Sir Donald’ın özel giydiricisi olarak çalışan Harwood’un anılarından esinlenen Giydirici’de olsun diğer eserlerinde olsun, tiyatroya, oyunculara ve sahne emekçilerine tutkusu hep öne çıkmış.

II. Dünya Savaşı sürerken tiyatro yapmaya çalışan bir topluluğun ‘Kral Lear’ temsili sırasında, ünlü ve yaşlı oyuncusu ile emektar giydiricisi arasındaki ilişkiyi merkeze alan Giydirici, sahne gerisine, kuliste oyun öncesi ve oyun boyunca süren hazırlıklara ve zorluklara odaklanıyor.

Shakespeare oyunları sahneleyen toplulukta, bir gece Othello ve Desdemona’yı, başka gece Lear ile Cordelia’yı canlandıran Beyefendi ve Eşi, grubun artık yaşlanmaya başlamış başoyuncularıdır. Bombalar altında ölümüne Shakespeare oynarken paniklemeye başlayan, Lear’e hazırlanırken Othello makyajı yapacak kadar kafası karışan Beyefendi sahne korkusuna kapılmış, şiddetli feveranlarla ağlama krizleri arasında gidip gelmeye başlamıştır. Havlu atmak üzeredir ama emektar giydiricisi, sadık ve azıcık ‘kırık’ Norman, onu ayakta tutmak için her şeyi yapmaya hazırdır…

Hakan Çimenser, Harwood’un artık yok olmaya yüz tutmuş turne tiyatrolarına nostaljik bakışını sahnelerken, metnin altyapısında, savaş ortasında sanat, adalet ve emek olgularını da tartışmaya açıyor. Kalabalık oyuncu kadrosunu başarıyla yönetirken sahne / kulis trafiğini de zekice çözümlüyor.

Hülya Gülşen, turne sıkıntılarından, çorap yamamaktan, “bu yaşında Cordelia oynamaktan”  bıkmış Eş’i hüzünlü bir sıcaklıkla canlandırıyor. Sahne makyajı kederli yüzüne yapışmış Hakan Çimenser, Beyefendinin hezeyanlarının repliğini unutmaktan çok, unutulmak olduğunu hissettiriyor. Oyunun lokomotifiyse, Beyefendi’yi sahneye çıkarmak için yaltaklanarak tavlamaya çalışan, çevik, nükteli, bir İago kadar ikna edici Norman’ı canlandıran Celal Kadri Kınoğlu.

Başarılı prodüksiyon, keyifli bir traji-komik güldürü. Kesinlikle izlenmeye değer.

 

Duru Tiyatro’da ‘Veronalı İki Centilmen’

2005 yılında kurulan, adını kurucusu ve sanat yönetmeni Emre Kınay’ın kızı Duru’dan alan tiyatro topluluğu, Kadıköy Anadolu Lisesi ile her yıl sözleşme yenileyen okul yönetiminin değişmesinin ardından sözleşmesi feshedildiğinde uzunca bir süre mekânsız kalmış, halen devam eden hukuki sürecin ardından 2016-2017 sezonunun başında yerine dönmüş. Bir repertuar tiyatrosu olarak değişik oyunlar sahneleyen Duru Tiyatro, her yaştan öğrenci gruplarına tiyatro eğitimi de veren bir kurum. 

Ölümünün 400. yıldönümünde ilk kez bir William Shakespeare oyunu sahnelemeye karar veren Duru Tiyatro, sezon başından beri Özdemir Nutku’nun çevirdiği, Shakespeare’in ilk komedisi, bazı kaynaklara göre de yazığı ilk oyunu, Two Gentlemen of Verona / Veronalı İki Centilmen’i sahneliyor. Bu ilk gençlik eseri,16 kişi ve bir köpekle en küçük kadrolu oyunu, tematik olarak aşk ve arkadaşlık kavramlarını karşı karşıya getiren, arkadaşlığın aşkın önüne geçtiği ilk ve tek çalışması.  

Centilmenlerimiz, ideallerinin peşinde koşmak için dostlarından ve yaşadığı Verona’dan ayrılarak Milano’ya giden Valentine (Hakan Can Kargidanoğlu) ile, aşkı uğruna tüm ideallerden, belki de kendisinden bile vazgeçen Proteus (Kerim Altınbaşak).

Sevdiği ve aşkına karşılık bulduğu Julia için Verona’da kalan Proteus, hayatı öğrenmesi için babası tarafından Milano’ya, Valentine’in yanına gönderilir. Aşkı önemsemeyen, giderken Proteus’u beraberinde gelmesi için ısrarla razı etmeye çalışmış olan Valentine ise, Milano’ya vardığında dükün kızı Sylvia’ya aşık olmuştur. İki can dostun coşkulu buluşmasının hemen ardından Proteus da, görür görmez Sylvia’ya aşık olur. Valentine’i seven Sylvia’dan yüz bulmayan  Proteus, kendine sadık kalabilmek için, sevdiklerine ihanet etmeye karar verir ve entrikalarıyla Valentine’in sürgün edilmesini sağlar. Erkek kıyafetine girerek Proteus’un peşinden Milano’ya ulaşan Julia olanları öğrendiğinde Sebastian adı altında Proteus’un hizmetine girer. Proteus tüm çabalarına karşın Silvia’yı baştan çıkaramayınca ona ormanda tecavüze yeltenir. Milano dışında sürgün edilmiş eski asillerden oluşan bir haydut çetesi tarafından önce soyulan, sonra da haydutların reisi seçilen Valentine, Proteus’la dövüşerek Sylvia’yı kurtarır. Pişmanlıklardan, iki arkadaşın barışmasından, Valentine’in Sylvia’yı dostluk adına Proteus’a bırakmaya yeltenmesinden, Sebastian’ın asıl kimliğini ortaya çıkmasından sonra olaylar tatlıya bağlanır.

Görüldüğü gibi bu gençlik eseri Shakespeare’in en başarılı oyunlarından sayılamaz. Haydutların soydukları Valentine’i anında liderliğe getirmeleri gibi mantığı, Valentine’in sevdiği kadını, onun fikrini bile sormadan Proteus’a “vermesi” gibi psikolojik ve duygusal gerçeği zorlayan durumlar, özellikle günümüz seyircisi için inandırıcılıktan yoksun.

Yine de, geleceğin başyapıtlarını haberleyen oyun, 2,5 saatlik süresini hissettirmeden su gibi akan sahnelemesiyle keyifli bir eğlencelik olarak izlenmeye değer.

Yöneten Hakan Çimenser, bu gençlik çalışmasını, gençlerden oluşan bir kadroyla, genç işi bir yorumla, müzikal olarak sahnelemeyi yeğlemiş. Öyküyü günümüze getiren, oyunu daha salona girerken oyuncular tarafından karşılanan seyirciyle iç içe, kimi zaman salona taşırarak, çoğunlukla göz göze bir izleyici-oyuncu iletişimi sağlayarak İtalyan Sahnesinin görünmez duvarını yok eden, seyircisini oyunun içine alan katılımcı bir sahneleme bu. Zorlayıcı ve inanması güç bölümleri nerdeyse ‘es’ geçercesine kısa tutan, olaylardan çok karakterlere odaklanan etkileyici ve inandırıcı bir yorum. Yalın dekoruyla Gözde Yavuz, ışık tasarımıyla Ayşe Ayter, kostümleriyle İnci Kangal Özgür, sadece dansların değil, dövüş sahnesinin de müthiş koreografisiyle İnes Kiremitçi’nin katkısı büyük. Bora Öztoprak’ın müziği ve şarkıları güzel ama, özellikle sololarda, hele hele izlediğim geceki gibi playback müzikle söylendiğinde oyuncuları çok fazla zorluyor.

Masum Julia’yı (Duygu Üzüm Arat) ve yaşça ondan daha büyük, deneyimli Sylvia’yı (Ezgi Yentürk) ezik olmayan, aşkları için savaşmayı bilen iki güçlü kadın olarak karşımıza getiren Çimenser iki kadının başarılı oyunculuklarının da desteğiyle, Shakespeare döneminin mizojin bakış açısına feminist bir eleştiri getiriyor. Proteus karakteri, yıllar önce ‘Birdy’de genç Al olarak çok etkilenmiş olduğum Kerim Altınbaşak’ı kanımca biraz zorluyor. Bunda genç Shakespeare’in, Romeo olarak başlayıp aniden İago’ya dönüşen, sonra da aynı hızla yeniden Romeo’laşan karakteri inandırıcı olarak, derinlemesine çözememiş olmasının etkisi büyük. Buna karşın, saf, dürüst, arkadaşlığa inancından hiç şaşmayan, aşkı tiye alırken, aynen oyunun yazıldığı tarihlerde kendinden yaşlı bir kadına âşık olan Shakespeare gibi. Sylvia’nın aşkıyla büyülenen genç Valentine’a, doğal, rahat taptaze, pırıl pırıl bir yorum getiren ekibin henüz 23’ündeki en genç elemanı Hakan Can Kargidanoğlu çok etkileyici. Ekibin geri kalanı da çok başarılı: Dük (Cem Yanılmaz), Speed (Efe Erkekli), Lance (Zafer Altun), Lucetta (Çiğdem Aygün),Thurio (Berk Yaparel), Pantino/Haydut /Hancı (Bilal Ercan), Antonio/Haydut (Murat Çapar), Eglamour / Haydut (Ali Dağhan Balaban) ve sahneye her ayak bastığında rol çalan köpek Crab (Chucky).

İstanbul’da neredeyse yarım yüzyıl önce sahnelenmiş olan Veronalı İki Centilmen, hem bir dehanın ilk gelişimini izlemek, hem de ‘audition’larla seçilmiş, farklı tarzlarda eğitim almış, hiç birlikte çalışmamış gençlerden oluşan ‘toplama’ bir kadronun nasıl ‘ekip’e dönüştüğünü, ne biçim dört dörtlük bir toplu oyunculuk sergilediğini görmek için mutlaka izlenmeli derim. 22 Mart, 1 ve 29 Nisan Duru Tiyatro’da. İyi seyirler dilerim.