Biz taşla sevişiyoruz

Dalia MAYA Köşe Yazısı
1 Mart 2017 Çarşamba

Ölümle özdeşleşse de uyku, gün gelir bir Anka Kuşu misali yeniden doğar şaman küllerinden. Yosun tutmuşsa da taşın dışı, içindeki ateş sönmemiştir asla... Her ne kadar modern insan unuttuysa da Şamanlık bilgeliğini, özündeki taş, çağın getirdiği tüm illüzyonik bilginin ötesinden, derinlerden bir yerden seslenir insana: “farklılıkların güzelliğine bakmalısın.” Doğaya bak, benziyor mu hiç bir çiçek birbirine, ya da hiç bir kuş diğerine? Her biri ayrı güzel, her biri o kadar farklı, oysa ki birlikteliğine muhteşem doğa diyoruz. Yeter ki ışık sarıp sarmalasın her birini… Usta Heykeltıraş Mehmet Aksoy’u dinliyor, onunla geziyoruz Galata’da Anna Laudel Contemporary Galeri’de bu hafta açılan ‘Çekicin Rüzgârındaki Ezoterik İllüzyonlar’ isimli sergisini.

Çekici sallıyor, çekicin rüzgârında dinlediği hikâyeyi anlatıyor Mehmet Aksoy her eserinde… Taşı yontuyor, demiri, saçı kesiyor, şekillendiriyor.  Ama en çok kütlenin içindeki boşlukta, maddenin etrafında ışıkla çalışıyor. “Ben ışığı yontuyorum” diye yazmış olduğunu görüyorsunuz katlar arasında merdiven duvarlarına. Yaradan misali nefesini üflüyor ışık eserlere. Işıkla birlikte yaşamın ruhu süzülüyor, kendi gölgesiyle uzuyor, genişliyor, ferahlıyor kütleler. İki boyut üç boyuta evriliyor, boyutlar birbirlerine dönüşüyor. Hiçbir şey göründüğü gibi kalmıyor, hiçbir şey göründüğü gibi de değil zaten. Görünen görünmeyeni, görünmeyen de görüneni taşıyor özünde... Evrenin köklerinden uzanan yaşam ağacı meyve meyve yayılıyor göklere... İnsanlar, börtü böcek, hayvanlar ve var olan, gördüğümüz ve göremediğimiz ne varsa, metalin katılığında ya da boşluğun ferahlığında her şey, bir meyvesi bu ağacın. Ağaç ise meyvesi ile, köklenip yayıldığı evren ile bir bütün... 

Taşta sevgi var” diyor Mehmet Aksoy eserlerini anlatırken, “Taş insana verir. Taş almaz, verir. Dıştan içe doğru giderken, taa derinlerden her zaman verir.” Ama vermesi için savaşmamak gerekir taşla. Tam tersine sevişmek gerek taşla tıpkı ustanın dediği gibi. “Dinliyoruz taşı, işlemeye başladığımızda bir hayalimiz varsa da, taş kendine uygun tesadüfleri de sunar bize çalıştıkça. Yavaş yavaş, sevgiyle dinledikçe, tesadüf avcısı olursun. Duyarsın, görürsün taşın sunduklarını... Çünkü her insan biraz şamandır.”

Şamanların taşıdığı enerji ve onun güce dönüştürülmesi çok cezbedici benim için. İnsan ve insan doğası günümüzde teknolojiye yenik düştü. Kendimizi unuttuk, vücudumuzla ilişkimiz azaldı. Artık doğal değiliz hatta doğaya karşıyız, kendi doğamıza bile. İnsan doğasının çıkarabileceği enerjinin çok azıyla idare ediyoruz. Ayaklarımız koşu bantlarında, doğayı ancak pikniklerde yaşıyoruz. Sular, topraklar, ağaçlar, hayvanlar, artık mukaddes değil. Ruhları yok. Doğal değerler artık değerli değil... Anlamlı hiç değil. İşte bu kaybolan değerleri yeniden bulmak, köklerimize dönmek ve içimizdeki enerjiyi aktif hale getirip çıkarabilmek yani kendine dönmek bence günün sorunu.”

Bir usta heykel sanatçısı konuşuyor, sanatını anlatıyor, binlerce yıllık taş ustalarının, demir ustalarının çalışmasını anlatıyor... Dinliyorum, dinledikçe düşünüyorum.

Aslında ya hepimiz, her birimiz, heykel sanatçı olsaydık? Belki de öyleyizdir. Ya taş dediğimiz kendi varlığımız ise?  Özümüz de taş gibi vermez mi, kulak kabarttığımızda, sevgiyi, farklılıkların içindeki güzelliği,  yaşam nefesini içindeki ışığı? Ne diyordu usta? “Ben kütleyi değil, ışığı yontuyorum.

Kibele’den Attis’e, ölümün uykuyla özdeşleştiği Hipnoz ve Thanatos’dan, İnsan ve Ka’sına, Şahmeran’dan Cemşab’a, Şaman şifa ustalarından onların maske ve pelerinlerine, Ay tanrıçası Selene’den çoban Endymon’a, Pegasus’tan İkarus’a, ustanın ilk defa sergilenen yeni resim çalışmalarına, Anka Kuşu misali küllerimizden yeniden doğmak için bir çağrı belki de ustanın bu sergisi. Farklı coğrafyaların mitolojik hikayelerinden gelen kahramanların eşlik ettiği, bir çağrı. Kişisel olduğu kadar toplumsal olarak da, kendimize, doğamıza dönüp, özümüzde sakladıklarımızı, belki de şaman yanımızı yeniden görüp işitmeye bir çağrı. Kulağımızdaki cenin hatırlatmak için belki de her birimize, sessiz bir fısıltı ile bir bebek misali koşulsuz sevginin her zaman doğamızda, her daim içimizde saklı olduğunu. Keşfetmenin, taştan alıp çıkarmanın ise her zaman elimizde olduğunu.

 

MERAKLISINA NOT:

Mehmet Aksoy’un, Çekicin Rüzgarındaki Ezoterik İllüzyonlar Sergisi 20 Nisan’a kadar Anna Laudel Contemporary’de gezilebilir.