!f istanbul 2017: Son yılların en etkileyici film seçkisi

İlk gününden beri bağımsız, farklı, aykırı, yenilikçi bir sinemaya odaklanan !f İstanbul’un 16.yıl seçkisi, anti-!f olanların bile beğeneceğini düşündüğüm, son yılların en etkileyici ve heyecan verici filmlerinden oluşuyordu.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
1 Mart 2017 Çarşamba

Farklı algı getiren, sadece sinemaya değil, dünyaya da farklı açıdan bakan !f İstanbul’da, sinemayı seven ve bilen arkadaşlarımdan modernitede dahi geleneklerinden kopamayan bazıları aradığını bulamıyor ki, negatif yorumlar yine eksik olmadı. Ne gam! Artık olgun birer genç kadın olan gencecik iki kızın kurduğu festival, gençlerin ve gençliğini hâlâ içinde taşıyanların sevgilisi olmaya devam ediyor.

Geçen hafta bıraktığımız yerden devam edelim.

!f İstanbul'un ilk yılından itibaren ilk veya ikinci filmlerini yapmış olan yeni auteur'leri keşfetmeye adanmış ve on yıldan beri uluslararası bir yarışmaya dönüşmüş olan, ‘Keş!f’le başlayalım. 

KEŞİF FİLMLERİ

Taylandlı yönetmen Anocha Suwichakornpong’un ikinci uzun metrajı, ‘Dao Khanong / Karanlık Çöktüğünde’ politik ve şiirsel bir yaklaşımla tarihe, geçmişteki şiddete ve belleğe odaklanıyor. Ancak, ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan yeni karakterlerle çözümsüz ve gereksiz bir bilmeceye dönüşen film, “keşfetmesem de olurdu” dediklerimden.

Mısırlı yönetmen Tamer El Said’in Akher Ayam El Madina / Şehrin Son Günlerinde belgesel tadında bir kurmaca film. 2009 Kahire. Üzerinde çalıştığı belgeseli bitirmeye çalışan Khalid, aynı zamanda ev aramak, hasta annesiyle ve şehri terk etmek üzere olan kız arkadaşıyla ilgilenmek zorunda. Arka planda, etkileyici bir ses bandı eşliğinde, grevler, İslamcı yürüyüşler, güçlenen muhafazakârlık ve kaosun içinde son günlerini yaşayan Kahire var. İç acıtan hüzünlü bir başyapıt. Khalid Abdalla’nın varlığı bir önceki günlerine odaklandığı Jehane Noujaim’in ‘Al Midan’ ile bağlantıyı pekiştiriyor. Yarışmada aldığı Jüri Özel Ödülü ve SİYAD Ödülünü fazlasıyla hak ediyor.

Damien Manivel’in aşk ve düşler arasında salınan Le Parc / Park’ı, iki gencin ilk randevuları için buluştukları parkta geçen bir diğer Keş!f filmi. Günümüz gençliğinin ilişki anlayışının, doğaçlama tadındaki oyunculuklarıyla müthiş inandırıcı yalın ve nefis portresi.

1982 Almanya doğumlu Nele Wohlatz, beş yıldır Arjantin’de yaşıyor. İlk uzun metrajı ‘El Futuro Perfecto / Miş'li Gelecek Zaman’, Arjantin'e vardığında tek kelime bile İspanyolca bilmeyen, kısa zamanda iş bularak dil okuluna kaydolan, yabancısı olduğu bir ülkede bilmediği bir dilde yaşamını düzenlemeye çalışan 17 yaşındaki Çinli Xiaobin’in öyküsü. Sımsıcak bir mizah duygusuyla gelişen filmde, zar zor anlaştığı Hindistan göçmeni sevgilisinin evlenme teklifine Çince cevap verdiği bölüm çok keyifli.

Polonya’dan Agnieszka Smoczynska, ilk uzun metrajı ‘Córki Dancingu / Deniz Kızlarının Şarkısı’nda, Hans Christian Andersen'in ‘Küçük Denizkızı’nı müzikal olarak günümüzün punk dünyasına uyarlıyor. Yönetmenin annesinin gece kulübünde büyürken yaşadıklarından ilham alarak yazdığı, "ilk votkasını, ilk sigarasını, ilk kalp kırıklığını ve ilk aşkını" anlatan filmin denizkızları insanları yemeye meraklı iki kız kardeş. Şaşırtıcı, irkiltici ve keyifli.

1982’de Tahran’da doğan Reza Dormishian, ‘Lantouri’de, şeriat kanunlarının geçerli olduğu İran’da, adam öldüren katilin öldürülmesini, yaralayan kişinin aynı şekilde yaralanmasını gerektiren ‘kısas’ cezasını eleştiriyor. İran Sinemasına getirdiği farklı bakışla ‘yılın keşfi’ ödülünü alan film, kanun dışı Lantouri çetesi üyelerinin itiraflarıyla başlayarak sosyologların, insan hakları savunucularının, konuya farklı açılardan bakan insanların görüşlerini de kurmaca belgesel havasında aktarıyor. Kusuru, yaşanan ilişkinin izleyiciye gereksiz bir şaşırtmacayla anlatıldığı, neredeyse bir buçuk saat süren uzun giriş bölümünden sonra asıl derdini, son yarım saatte anlatması. Kişisel olarak, çarpıcı mesajına, etkileyici sinema diline karşın, bu uzunca filmin ödülü hak ettiği kanısında değilim.

1988 doğumlu İsrailli Hadas Ben Aroya, bildiği bir ortamı, samimi olmaya çalışırken iğneleyici olmaktan kaçınamayan yeniyetmelerin dünyasını yazmış, yönetmiş ve oynamış:

‘Anashim Shehem Lo Ani / Kimse Benzemez Bana.’ Minimalist anlatımı ve müthiş doğal oyunculuklarıyla çok inandırıcı, samimi, dürüst ve son derece cesur bir çalışma.

‘Icaros: A Vision / İkaros’, filmin yapımı sürerken 24 Ocak 2015'te ölen Leonor Carballo ile New York'ta yaşayan Uruguaylı-İtalyan görsel sanatçı Matteo Norzi’nin ilk uzun metrajı. Peru Amazon’unun derinlerinde fiziksel ve ruhsal dertlerine derman bulmak için, ayahuasca adlı kadim bir bitkiden ve Şamanların ormanlardan öğrendikleri ikaros adlı şarkılardan şifa almak için gelenlerin, gerçek bir ayahuasca inzivası sırasında çekilmiş kurmaca filmi.

Ruhun gizemlerinin peşindeki bu karakterlerin yolculuklarını meditatif ve yer yer trans hissi yaratan bir üslupla aktarıldığı İkaros, Şamanizm'in pek bilinmeyen dünyasının da kapısını aralıyor.

Artık Keş!f dışındaki filmlere geçiyoruz.

HER ÜLKEDEN ÖRNEKLER

Montreal deneysel sinemasının önemli isimlerinden olan Karl Lemieux’nün Maudit Poutine / Darmadumanı, Kanada'nın yoksul bir kasabasında, depolarda, fabrikalarda, tünellerde ve eski arabalarda geçen, siyah beyaz görselliği, yalın ve tekinsiz atmosferiyle etkileyici bir film. Klişelerle dolu suç öyküsü biraz zayıf da kaçsa ilginç bir distopik tadı var.

“Belirli bir konuyu takip etmeden, nihai bir karar vermekten çekinerek, amaçsızca ilerleyerek ortaya çıkan bir dünyayı göstermek istiyorum” diyerek 4 ay 19 gün boyunca Balkanlar'da, Batı Afrika ve İtalya'da film çekerken, 2014’de Liberya’da malaryadan ölen Avusturyalı Michael Glawogger'ın vasiyet filmi, Kurgucusu Monika Willi’nin toparlamış olduğu şekliyle, ‘Untitled / İsimsiz’ adıyla aynı başlığın altında gösteriliyor. Willi’nin yönetmenin anısına eklediği dış ses yorumları biraz iddialı da olsa ilginç bir gözlemci sineması örneği.

Belgeselci ikili Thierry Demaizière & Alban Teurlai Rocco’ ile, Abruzzo’da Rocco Tano adıyla doğan, bacaklarının arasındaki şeytanın peşine takıldığında Efsanevi İtalyan porno yıldızı Rocco Siffredi’ye dönüşen sıra dışı yıldızın ilginç bir portresini çiziyor. 30 yıllık kariyerinin ardından karısını ve iki delikanlı oğlunu da yanına alan Rocco, kendi karanlık tarafıyla yüzleşmek için, karşımıza sadece bedenini değil, ruhunu da çırılçıplak soyarak, en samimi ve sade haliyle çıkıyor.

Geçen yıl ‘Veşarti / Gizli’ ile Keş!f ödülüne ortak olan ve SİYAD Ödülünü kazanan Ali Kemal Çınar, yine kendi yazıp yönettiği, oynadığı, kurguladığı ‘Genco’ ile karşımızda. Doğaçlamadan gelen gerçeklik duygusu, bu gerçekliğin büyülü ve fantastik boyutu, kendine özgü mizah anlayışıyla yepyeni özgün ve heyecan verici bir sinemacı. Umarım seneye de yeni filmiyle gelir.

1988'de doğan Rus yönetmen Ivan I. Tverdovskiy’nin ikinci uzun metrajı Zoologiya / Hayvanolojide küçük bir sahil kasabasında annesiyle yaşayan, hayvanat bahçesinde çalışan, sıkıcı bir hayat süren orta yaşlı Natasha, bir gün aniden, gerçek bir kuyruğa sahip oluverir.

Başta utanıp rahatsız olur ama kuyruk yaşamına beklenmedik güzellikler getirmeye başlar… ‘Zoologiya’nın alegorik ve gerçeküstücü öğelerle örülü tuhaf mizahına kapılmamak mümkün değil. Hayvanat bahçesindeki sevişme sahnesiyse sinema antolojilerine girecek cinsten.

1954’de Tayvan’da doğan, Altın Ayı ve iki Oscar dahil çok sayıda ödül alan, ‘Buz Fırtınası’, ‘Kaplan ve Ejderha’, ‘Brokeback Dağı’, ‘Pi'nin Yaşamı’ gibi başyapıtların yönetmeni Ang Lee, son filmi Billy Lynn's Long Halftime Walk /Billy Lynn'in Uzun Yürüyüşü ile Amerikalılara eleştirel bakışını sürdürüyor.

Irak'taki korkunç bir çatışmada ‘kahramanlık’ gösteren Billy Lynn, birlikte savaştığı asker arkadaşlarıyla beraber zafer kutlamaları için iki haftalığına memleketine yollanıyor. Şükran Günü'nde düzenlenen bir futbol maçının devre arasında devasa bir gösteriye çıkarılan bu genç askerlerin Irak'ta yaşadıkları, Lynn'in hatıraları üzerinden geçmişe gidiş gelişlerle gösterilirken, savaşa dair gerçeklikle Amerika'nın savaş algısı arasındaki büyük tezat ortaya seriliyor. Sadece !f’in değil, sezonun en iyilerinden, tokat gibi bir film. Vizyona girdiğinde kaçırmayın.

Michael O'Shea’nin ilk uzun metrajı The Transfiguration / Dönüşüm’, Queens'de, yıkık dökük toplu konutlardan birinde ağabeyiyle yaşayan, mahalle delikanlıları tarafından devamlı kötü muamele gören 14 yaşındaki Milo’nun öyküsü. Gündüzlerini odasında cinayet notları tutarak, geceleriyse sokaklarda av arayarak geçiren Milo, kurbanlarının kanını içiyor…

Giderek romantikleşen vampir filmleri furyasıyla hüzünlü karşıtlık oluşturan dokunaklı bir film.

1981 yılında Tokyo'da doğan Tetsuya Mariko, insan ruhunun karanlık köşelerine uzanırken Japon toplumuna keskin bir eleştirel gözle bakan, ‘Disutorakushon Beibîzu / Yıkım Bebekleri’nde bir dizi kavgaya girişen 18 yaşındaki Taira'nın öyküsünü anlatıyor. Dayak yemek, her kavgada yüzü kan içinde kalsa da yine de ayağa kalkmayı beceren Taira'ya heyecan ve zevk veriyor, sanki gece ilerledikçe, bu kavgalar onu daha güçlü ve dayanaklı kılıyor. Şoke edici müthiş sert sahnelerle gelişen film, Taira’nın en masum karakterlerden biri olduğunun altını çizerek, en “normal” insanın bile içinde yatan kötülüğün nasıl su yüzüne çıkabileceğini klinik bir vaka gibi ele alıyor.    

!f istanbul izlenimlerimin son bölümü gelecek yazımızda.

Hepinize iyi seyirler dilerim.