Söz & müzik ve çocuklar

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
22 Şubat 2017 Çarşamba

Okulda her sene bir şiir dinletisi yaparız. İşin güzel tarafı, yıllar önce bu dinletilere zorla öğrenci seçerken şimdi daha sene başındayken, “Bu sene de şiir dinletisi olacak mı, olacaksa ben de katılmak istiyorum”, diyen öğrencilerin sayısı çok arttı. O kadar ki öğretmenleri, ‘şiir dinletisinde görev almak isteyenler bize isimlerini bildirsinler’, içerikli maili yazar yazmaz, dinletinin kontenjanı doluyor. Bu kadar karmaşayla dolu ve gereksiz ayrıntılarla bizi yoran hayatın içinde artık, çocuklar da edebiyata sığınıyor. Bu, çok güzel bir şey…

Bu seneki şiir dinletimizin başlığı Söz & Müzik. Türk Edebiyatının ünlü şairlerinin bestelenmiş şiirlerini okuyacak öğrenciler. Bunu yaparken de sesi güzel olanlar şarkılarıyla, enstrüman çalanlar müzikleriyle teknolojik becerisi olanlar da hazırladıkları afişler, videolar ve görsellerle dinletiye katkıda bulunacaklar.

Biz de çok heyecanlandık hazırlanırken… Meğer ne kadar çok bestelenmiş şiir varmış, diye hayret ettik araştırmamızı yaparken. Ama dün, yaptığımız ilk provada beni asıl şaşırtan, güldüren ve düşündüren şey, bambaşkaydı.

Çocuklar, ellerinde metinleriyle geldiler provaya. Hepsi birbirinden tatlı, istekli… Böyle olunca insan, her sene daha güzelini, daha farklısını yapmak istiyor her şeyin. Yaptıkları işi, severek yapıyorlar, şikâyet etmiyorlar. Hatta işe katkıda bulunmak adına, bize fikir veriyorlar.

Böyle keyifli geçen provada, şiirlerin bazılarının içerikleri bakımından biraz hüzün, biraz karamsarlık, bazılarınınsa aşk, sevgi, coşku gibi özelliklerinden dolayı farklı vurgulanması noktasını anlatıyorduk onlara.

Daha iyi anlaşılsın diye, “çocuklar”, dedim, “Şiire doğru vurguyu vermek için, onun şarkısını düşünün. Mesela Sezen Aksu’nun Gülümse şarkısı. Sözleri Kemal Burkay’ın, bestesi de Arto Tunçboyacıyan’ın. Şiirdeki yalnızlık teması, notalarda da var. O zaman sakin, yumuşak, sesimize o yalnızlığı yansıtarak okumak gerekiyor şiiri. Nasıldı şarkı, kim söylemek ister?”

Salondan çıt çıkmadı. Belki utanmışlardır diyerek şarkıyı ben söyledim biraz. Beni alkışladılar ama kimse bana eşlik etmedi. Şarkıyı bilmeme ihtimalleri mi vardı acaba? ‘O kadar da değil’, dedim kendi kendime ama dayanamayıp sordum. “Bilmiyor musunuz şarkıyı?” Hepsi başlarını sağa sola salladılar. “Nasıl yani, hiçbiriniz mi bilmiyorsunuz?” diye sordum. Hayır, dediler. Bu şarkı 1991yazında Sezen Aksu’nun aynı isimle çıkardığı kasetin-ki o zamanlar CD’ler yoktu- A yüzünün ikinci şarkısıydı. Sonra Yeşilmişik’i, Olmasa Mektubun’u, Aşk Yeniden’i, Telli Telli’yi, Maskeli Balo’yu filan sordum. Gerçekten bilmiyorlardı! Yeni Türkü’den, Grup Gündoğarken’den, Sezen’in, Kayahan’ın eski şarkılarından haberleri yoktu. Yahu yepyeni şarkılar bunlar! Nasıl bilmezler, diye düşünürken kafama kendi yaşım dank etti! En büyüğü 1998 doğumlu olan bu çocuklarım, nasıl bileceklerdi bu şarkıları! Ancak anneleri, babaları bilirdi. Onların gençliğinin aşk şarkıları, toplumsal süreçleri yansıtan şarkılarıydı bunlar… Müzikten başka neredeyse hiçbir yolla anlatılamayan sevgiler, ancak bizim zamanımızda bu şarkılar ve sanatçılarla anlam kazanmıştı.

Çocukların hepsi birbirinden iyi niyetli, birbirinden nazik. Kimse çıkıp da bana, hocam nereden bilelim bin yıllık şarkıları demedi canlarım…

Ama ben bu okulda geçen 22 senede, senelerin nasıl çabuk geçtiğini, benim dinlediklerim zamanında bu çocukların henüz doğmamış olduklarını hiç mi hiç düşünmediğimi o anda ışık hızıyla anladım. Bendeki coşkuyu, keyfi, bu ortamı onlarla paylaşma zevkini çok rahat fark edebildiklerini de…

Eve gidince mutlaka sorun evdekilere, bu şiirin şarkısı da varmış, biliyor musun, deyin, size şarkısını söyleyeceklerdir dedim.

İşte size kuşakların edebiyatla, müzikle ve sevgiyle nasıl aynı ‘an’da buluşabildiklerinin en güzel ispatı. Bir anda siz onların yaşına iniyorsunuz ya da bir anda onlar sizinle aynı yaşta oluyorlar.

Şiir dinletimiz 23 Şubat’ta, saat ikide. Hepinizi bu artık adına ‘nostaljik’ diyebileceğimiz söz ve müzik keyfine bekliyor