‘Leica Özgürlük Treni’

Leica fotoğraf makineleri fabrikasının sahibi II. Ernst Leitz’ın çok sayıda Yahudi’yi Nazilerden kurtarmış olduğu, yıllar sonra İngiltere’deki araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştı.

Ferhat ATİK Holokost
25 Ocak 2017 Çarşamba

Leica fotoğraf makineleri fabrikasının sahibi II. Ernst Leitz’ın çok sayıda Yahudi’yi Nazilerden kurtarmış olduğu, yıllar sonra İngiltere’deki araştırmalar sonucu ortaya çıktı.

Hitler’in iktidara gelmesinden daha birkaç gün sonra II. Ernst Leitz, 1925’ten beri Leica üreten optik fabrikasının yer aldığı Wetzlar kentinden bir dizi Yahudi gencini işe almaya başlar. Onları New York, Fifth Avenue’da bulunan Leica’nın mağazasında veya ABD’nin farklı yerlerinde pazarlamacı olarak çalıştırmak üzere bilinçli olarak eğitir. Yahudilerle evli olan ve bu nedenle cezaya çarptırılacak bazı Almanlar da Leitz sayesinde ve bu yolla kurtulurlar.

II. Ernst Leitz’ın işçilerini ve meslektaşlarını sessizce Almanya dışına kaçırma operasyonuna Holokost tarihçileri mecazi olarak ‘The Leica Freedom Train’ (Leica Özgürlük Treni) adını verdiler. Böylece işçiler, emekliler, dostları ve onların aileleri Leica’nın temsilciliklerinde çalışmak üzere Fransa, İngiltere, Hong Kong ve ABD’ye gönderildiler.

Naziler Leica marka kamerayı propaganda amacıyla büyük miktarda kullanmaktaydılar. Leitz de bu yoğun üretim sayesinde Yahudi işçileri ile onların ailelerini Almanya dışına çıkarma planını başarı ile yürütebildi. Leitz’ın hayat kurtarma operasyonu, Hitler’in Polonya’yı işgal etmesinin ardından Almanya sınırlarının kapatılması ile 1939’da son buldu.

Aslında Leitz’ın 1939’a kadar, hatta çok önceleri sürdürdüğü girişimleri ile tüm olacakları ön gördüğünü görebiliyoruz. 

Ernst Leitz de aynen Oscar Schindler gibi Nazi Partisi’nin üyesiydi. Onlara bu zorunlu üyelikleri ve kökenleri, insan olduklarını unutturmamıştı.

Holokost kurtulanları 1988 yılında savaş döneminde zorla işçi çalıştırmış Almanya fabrikalarına karşı dava açtılar. Bu fabrikaların arasında Leica da vardı. Leica 1999 yılında zoraki çalıştırdığı işçilere tazminat ödedi.

Leitz Ailesi bu kahramanlık öyküsünün geniş kitlelerce bilinmesini hiç istemedi, gizli kalmasını tercih etti. Buna rağmen ‘Leica Özgürlük Treni’, olayı gün ışığına çıktı. Hatta sonradan, Frank Dabba Smith’in kaleme aldığı ‘The Greatest Invention of the Leitz Family: The Leica Freedom Train’ adlı bir kitaba ve ‘One Camera, One Life’ adlı filme konu oldu.*

Özgürlük ve güven içinde yaşamak, nefes gibidir. Kaybettiğiniz zaman her şey biter ve bunu kaybettiğimizi anlamaya, zamanımız bile kalmaz.

Dünyanın, yaşamakta olduğumuz ‘aşırılıklar çağı’ yanına aldığı  ‘yeni nasyonalist düşünce’ ve ‘terör baskısı’ ile, ‘daha dün gibi yakınımızda yaşadıklarımızın tekrarları olabilir’ diye fısıldıyor akıllarımıza. Üstelik bırakın bireysel ve toplumsalı, küresel ölçekli bir tecrübeye rağmen.

Her ölçekte daha çok beraberliğe, daha çok güvene ve birbirimize ihtiyaç duyduğumuzun çağrısıdır bu. 

Yaşamın bize taşıdığı tecrübeler önemlidir. Her tecrübemiz zamandır ve zaman hayatımızın kendisidir. Zaman, daha doğduğumuz an geri saymaya başlayandır. Olduğumuz ana kadar biriktirdiğimize; 2. Dünya Savaşı sonrasının en yaratıcı ve verimli, sosyolog ve antropologlarından olan Pierre Bourdieu, ‘Habitus’ der.

Tecrübe merkezli konuşacak olursak, öğrenme kavramının, tecrübelerin anahtarı olduğunu fark etmemek mümkün değil.

Tecrübeler, bireysel birikimlerimiz değillerdir sadece. Birey merkezli olarak aynı zamanda toplumsaldırlar. Üstelik nesiller arasında geçiş sağlamanın da önemli köprüleridirler.

Ne var ki; yaşadığımız tecrübeyi, yaşayacaklarımızı aydınlatıcı bir parıltıya dönüştüremezsek, tek bir anın tecrübesi bile omuzlarımızın yükü olarak kalır.

Konuyu toplumsal ölçekte düşünürsek, tecrübeyi bugün ve geleceğe yansıtmamak, sadece yük olarak da kalmaz, gelecek nesillere bırakacağımız ‘kaybedilmiş zamanlar’ olur.  

Hemen her gerçek yaşam öyküsünün ardında biriken tecrübe bize, bir yandan insani gerçekliği, bir yandan da; geçmişte bir gün ilk defa yaşadığımız dehşetin, artık yeniden olabilme ihtimali ile yaşamakta olduğumuzu anlatır.

Ernest Leitz’ın hikâyesi gibi…