13 Ocak 1898, Emil Zola: “J’accuse- "Suçluyorum."

Sami AKER Köşe Yazısı
13 Ocak 2017 Cuma

 Laiklik tartışmaları, Yahudi düşmanlığı, önyargılar ve din temeline dayanmayan bir ulus olmak. Bugün Ortadoğu’nun  temel toplumsal sorunu olan bu çatışmalar daha 20. yüzyılın başında dünyaya Fransız İhtilalini hediye etmiş Paris’te gazete manşetlerinde idi.

Tarihe ‘Dreyfus olayı’ olarak geçen bu dramda Fransız ordusunun Yahudi Subayı Yüzbaşı  Alfred Dreyfus, Almanlar lehine ülkesine karşı casusluk ile suçlanmıştı.

Wikipedia ansiklopedisi sırf Yahudi olduğu için günah keçisi ilan edilen ve haksız yere hapis yatan Yüzbaşı Dreyfus’un hikayesini şöyle özetliyor:

“Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunmamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkûm edildi.

Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklandı ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderildi.

Dreyfus iki yıl hapis yattıktan sonra 1896'da ortaya çıkan bir olay davayı yeniden gündeme getirdi.

 Alman Elçiliğinde çalışan  hizmetli  kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi.

 Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkûmiyetine sebep olan el yazısının  Binbaşı Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus'un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları  da sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı.  Ancak iki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı.

Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın L' Aurore gazetesinde "Suçluyorum." başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanı’na açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamuoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar da  Fransız Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar.

Bunun  üzerine ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarı olarak nitelenir.

1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Mecliste yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu.

 Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi.   Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy, suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti.”

Yahudi Dreyfus suçsuzdu, ülkesini Fransa’yı satmamıştı.   

Tarih Dreyfus için şöyle devam ediyordu:    

“Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu! Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında Yargıtay Genel Kurulu Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Legion d'Honneur nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya Savaşı'nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te öldü.”

Dikkat edin 12 yıl haksız yere yatmasına rağmen Fransız Yüzbaşısı Dreyfus 1. Dünya Savaşı’nda yine ülkesi, Fransa için savaşmaktan yılmıyor.

Fransa’nın en büyük madalyasının Yahudi sahibi bu hareketi ile ben Fransız’ım burası benim vatanın diyor.

Dreyfus olayı zamanın Fransa’sında Hıristiyan dogmatik  temelli bir eğitimden gelen insanların Yahudi bir Yüzbaşının ulusuna bağlılığından nasıl hemen sorguladığını  göstermesi açısından müthiş bir örnektir. 

Fransa 1789’de ihtilal yapıp bir Cumhuriyet olduğu, tüm dünyaya ulus devlet olma kavramını hediye ettiği halde 20. Yüzyılın başında böylesi bir antisemitizm yaşamaktan kurtulamamıştır. Bunun sebebi devrimlerin ani hamleler olduğu halde ihtilalin ruhunun topluma mal olmasının yıllar aldığı ile ilgilidir. Bakın Arap Baharına, maalesef Mısır’da hemen radikaller tarafından çalınan Arap Baharı devrimi, bir anda ordunun yönetime el koyması ile son bulmuştur. 

Ancak devrimin toplumun içine attığı tohumlar yeşermeye devam eder. Fransız İhtilali çok kısa bir sürede  monarşinin tüm sahiplerini   giyotine göndermesine rağmen Ulus Devlet kavramına başta çok uzaktı. Fransız ihtilalinin toplumda yarattığı kargaşa ve kavga 10 yıl sürer. İhtilal yılları sonrası Fransa General Napoleon’un iktidarında laik ama militarist bir diktatörlüğe dönüşür.

İlber Ortaylı Ocak 2012’de yazdığı bir köşe yazısında Emile Zola’nın 13 Ocak 1898’deki “İtham ediyorum” başlıklı makalesinden bahseder. 

Tarihçi Ortaylı Hıristiyan bağnazlığının nasıl antisemitizme neden olduğunu şöyle açıklıyor: 

“Laiklik çatışmaları birçok ülkede çok kanlı ve dağdağalı geçmiştir. Batı toplumlarında kilisenin örgütlü hiyerarşik düzeni birtakım düzenlemeleri kolaylaştırdı; her şeyden önce kilise toplumların eğitimini düzenlemiş ve bu düzenleme sırasında da onların dünya görüşünü şekillendirmiştir. Hatta kiliseye düşman kesilen birçok kişinin tarihe ve diğer dinlere bakışı, toplumsal sorunları ele alış biçimi dahi ister istemez bu eğitimin koyduğu kalıplarla sınırlı kalmıştır. Batı toplumlarındaki antisemitizm de bunun sonucudur.” 

Yukarıdaki Dreyfus hikayesi bir film konusu değil, günümüzden 120 yıl önce yaşanmış Eiffel kulesi kadar gerçek bir hikayedir.

Bugün birçok Ortadoğu ülkesi dünyanın en hızlı internet bağlantılarına, duble asfalt yollarına sahip olsa da maalesef siyaseten halen ortaçağ karanlığını yaşamaktadır. Ortaylı’nın bahsettiği toplumsal dogmalar halen dünyanın bu bölgesinin insanlarına görünmez sınırlar koymaktadır.

Bunun nedeni bazı toplumların, toplumun birleştiricisi olarak Ulus Devleti değil dini inancı görmeleri ve dogmatik bir eğitim-kültür düzenini çocuklarına enjekte etmeleridir.

Ortaçağ boyunca tüm Avrupa’yı devletler değil Kilise yönetmişti.

Din veya burada konumuz olan Semavi Dinler  evreni açıklamak için felsefi bir  ‘tümden gelim’ olarak her zaman insanoğlunun ışığı olacaktır, buna şüphe yok, ancak bir milleti tarif etmeye din ile kalkıştığınızda, toplumu bölersiniz. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Bugünkü Ortadoğu ile Avrupa ortaçağını karşılaştırdığınızda simetriyi görmemek imkansızdır.   

Dreyfus’u mahkum eden karanlık düşünce nasıl 12 yıl sonra onu Legion d'Honneur  nişanı ile ödüllendirecek kadar değişmişse, bir gün Ortadoğu’ya da Rönesans gelecektir.