Amerika’nın Çin ile sınavı

Alber NASİ Köşe Yazısı
14 Aralık 2016 Çarşamba

Trump henüz görev koltuğuna oturmamış olsa da her hareketi, her açıklaması ve oldukça yoğun olarak kullandığı Twitter’da attığı her tweet’i olay yaratmaya devam ediyor. Trump popülist söylemleri olan, yani kendi düşündüklerinden çok halkın duymak istediklerini söyleyen bir lider ve verdiği sözler kendi içinde bile çelişki yaratıyor. Söylemlerini uygulaması halinde ise Trump’ın, alışılageldik ABD başkanlarından son derece farklı politikalar izleyeceğini söylemek mümkün.

Arkasına Senato ve Temsilciler Meclisinin de desteğini alan Trump değişik politikaları kendi partisini ikna edebildiği müddetçe uygulayabilecek. Sanılanın aksine, kısa dönemde söylemlerini hayata geçirebilirse eğer, ABD’yi iki dönem bile yönetebilir. Trump şimdiden yaptığı her açıklamayla dünyayı yerinden oynatmayı başarıyor.

Asya Pasifik ticari anlaşmasını askıya alacağını açıklamasının ardından Tayvan Başbakanıyla telefonda görüşmesi Çin Halk Cumhuriyeti’ni oldukça tedirgin etti. Görüşmenin yanı sıra ABD’nin ‘tek Çin’ politikasına son verebileceğini de bildirdi. Bilindiği üzere Tayvan Çin’den bağımsız olmakla beraber Çin tarafından bağımsızlığı kabul edilmiyor ve BM üyeliği de Çin Halk Cumhuriyeti’nin BM’ye üyeliğiyle düşmüş.

Çin Halk Cumhuriyeti ise Trump’ı cahilce ve çocukça olmakla suçladı. Çin ile ABD arasında bir diğer sorun ise hiç şüphesiz Güney Çin Denizi sorunu. Uluslararası tahkim bu denizdeki Çin egemenliğini kabul etmezken, Çin bu kararı kabul etmekte zorlanıyor. Trump gerek ticari, gerek siyasi, gerek coğrafi olarak Çin Halk Cumhuriyeti ile başkanlığı döneminde sıkça sorunlar yaşayacağa benzer.

Ancak gözden kaçmaması gereken nokta ise bu durum Trump’a özgü değil.  Trump’ın yerinde Hillary Clinton veya bir başkası başkan olarak seçilseydi de bu sorunlar eninde sonunda su yüzüne çıkacaktı. Çin ile ABD arasında ticarete dayanan bir anlaşma var. Çin senelerdir ABD için üretim yapıp satıyor. Verdiği cari fazlayla da -artık gönüllü mü mecburiyetten mi bilinmez- Amerikan tahvili alıyor. Yani bir anlamda ABD’yi fonluyor. Dışarıdan hoş görünen bu saadet zinciri bir yerinden kırılmaya mahkûmdu zaten. Anlaşılan o ki Trump Çin ile kurulan bu zinciri kırmayı kafasına koymuş bile.

Gelişmekte olan ülkeler için saadet zincirinin sonu ise FED’in faiz arttırmasıyla geliyor. Aslında FED’in faiz arttırması bir sürpriz değil. Nerdeyse 2016 Ocak ayından beri beklenen bu faiz artışı, küresel ekonomik risklerle birleşince FED Aralık ayına kadar beklemek zorunda kalmıştı. Yani bir anlamda FED dünyanın faiz artışına hazırlanmasını bekledi, piyasaları hazırladı. ABD’deki işsizlik oranı, enflasyon riski göz önüne alındığında faizi arttırmamak, arttırmaktan çok daha riskli ve tehlikeli ABD için.

AMB ise 2017 yılı sonunda tahvil alım programının biteceğini açıkladı. Bu, 2018 içerisinde Euro için faiz artırımı anlamına geliyor. Kısaca gelişmekte olan ülkeler için bu bağımlılık kabusa dönüşmek üzere. Bu durum hiç şüphesiz ekonomik çalkantılara sebep olacak. Ekonomik çalkantılar ise her zaman için siyasi krizleri de yanında getirir. Yani, ABD ve Avrupa’nın ekonomik krizlerinden ziyadesiyle nemalanan dünya ülkeleri, kazanımlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Ancak ufak da olsa ufukta bir ışık görülüyor. Gelişmekte olan ülkeler için Trump, olası sıra dışı politikalarıyla istemeden de olsa bir umut olabilir.