“Antisemitizm tehlikeli bir belirtidir, toplumda bir şeylerin yanlış olduğunu gösterir”

Hollywood filmlerine taş çıkartan bir hayat hikâyesine sahip, İsrail’in eski Ticaret Bakanı Natan Sharansky, Limmud’un davetlisi olarak geçtiğimiz hafta İstanbul’daydı. Yaşadığı Komünist Sovyetler ‘de, insan hakları savunucusu ve sözcüsü olduğu için hayatının 9 yılını hapiste geçiren, eşinin dünya kamuoyunda verdiği mücadele sonucunda özgürlüğüne kavuşan Sharansky, o günden beri dünya çapındaki antisemitizmin en büyük savaşçılarından biri… Sharansky ile yeni antisemitizmi konuştuk.

Virna BANASTEY Söyleşi 0 yorum
23 Kasım 2016 Çarşamba

Çok etkileyici bir hayat hikâyeniz var… Ancak benim asıl merak ettiğim, İsrail’e ilk gidişiniz. Yeni bir hayata başlamak nasıldı?

Her şeyden önce çok büyük bir değişiklikti. Bir günde Sovyet hapishanesinden, İsrail’e gittim. Bir sabah, Ruslar beni bir uçağa bindirdi; sonra Amerikan konsolosu beni sınırdaki köprüye götürdü. Sonrasında da bir uçak beni doğrudan İsrail’e uçurdu. Bir sabah hapisteydim, aynı günün akşamı, etrafımda onlarca kişiyle birlikte kutlama yapıyordum. Dolayısıyla çok dramatik bir değişiklikti. Ayrıca benim için bir rüyaydı. Çok kez hapisteyken bu rüyayı görür ancak sabah uyandığımda kendimi yine hücrede bulurdum. Hâlâ da bir rüyayı yaşadığımı düşünüyorum. Cehennemden doğrudan cennete geldim. İsrail’de yaşamanın zorluklarına rağmen, ailemle burada yaşadığım her anın keyfine varıyorum.

Diğer taraftan benim için tamamen yeni bir şey değildi; özgürlüğe doğru başladığım yolculuğun bir devamıydı. Özgürlük yolculuğuna Sovyetler Birliği’ndeyken başlamıştım; düşüncelerimi, zihnimi özgürleştirmeye başladığım zaman. Aslında en büyük değişiklik, beynimi özgürleştirdiğim zaman geldi; artık devamlı korku içinde yaşamayı bıraktım.

 

Sizin Sovyet’lerden serbest bırakılmanız birçok şeyin dönüm noktası oldu bir bakıma…

Serbest bırakılışım, kapıların açılmasının sadece başlangıcıydı. Sonrasında Sovyetler Birliği’nden İsrail’e bir milyondan fazla Yahudi geldi. Topluma uyum sağlamalarında, adapte olmalarında yardımcı olmaya çalıştım. İlerleyen zamanlarda politik bir parti kurdular ve hükümette bakan oldular. Kendim de bir dönem endüstri ve ticaret bakanı oldum ve farklı ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzaladım. Felsefemiz, mümkün olduğunca çok serbest ticaret anlaşması imzalamaktı.

 

TÜRKİYE –İSRAİL SERBEST TİCARET ANLAŞMASINI İMZALAYAN BAKAN

Türkiye ile İsrail arasındaki serbest ticaret anlaşması sizin bakanlığınızda imzalandı. Bu anlaşmanın sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sonuçlarını görmekten çok mutluyum. Anlaşmayı imzaladığımız dönemde çok eleştiriye maruz kaldım. İsrail’in farklı sektörlerinden temsilciler, evimin önünde beni protesto ederlerdi; Türk endüstrisi ile rekabete girince işlerini kaybetmekten korkuyorlardı. Aslında korkulan durum yaşandı da. Bu serbest ticaret anlaşmasının özünde var; herkes daha rekabetçi, verimli bulduğunu seçebilir. Serbest ticaret anlaşması nedeniyle İsrail’in yerel sektörleri çok şeyden vazgeçmek zorunda kaldı. Ancak olumlu sonuçları da oldu tabi, İsrail’in high-tech sektörü, dünyaya daha açık ve yakın hale geldi.

Türkiye ile İsrail arasında büyük krizlerin yaşandığı son yıllarda, serbest ticaret anlaşması kendini ispatladı.

Türkiye ve İsrail zor bir süreç geçirdi…

Türkiye ve İsrail arasındaki dostluğun değerinin yeterince bilinmemesi çok yazık oldu. Türkiye, Müslüman dünyasında açılan kapımız olabilir. Türkiye, demokratik topluma ve düşüncelere, Müslüman ülkelerin geri kalanından daha açık.  Yakın zamanda Ortadoğu’daki birçok ülke, İsrail’in baş düşmanları olmadığını fark etti. Hatta İsrail’le derin stratejik çıkarlarının kesiştiğini gördü. Türkiye, Ortadoğu’daki ortak stratejik çıkarları olan önemli oyuncuları bir araya getirmede önemli bir rol oynayabilir; bu da tüm taraflar için inanılmaz faydalı olur. Ancak maalesef henüz o aşamada değiliz…

Türkiye bugün ciddi terör saldırıları ile karşı karşıya. Biz hayatımız boyunca bununla yaşadık, dolayısıyla terörle mücadele etmenin ne olduğunu biliyoruz. Bariz saldırılarından, Gazze dahil her yerden gelen füze saldırılarına kadar her şeye karşı kendimizi koruyabiliyoruz. Hem İsrail’de hem de Filistin topraklarında yaşayan Araplarla iyi ilişkiler kurmak bizim de yararımıza ancak, Türkiye ile bizim ortak çıkarımız, terörünün hiçbir şeklinin hayatımızı terörize etmesine izin vermemek olacaktır.

Uzun lafın kısası, son yıllarda yaşananlara bakarak, Türkiye ve İsrail’in daha sağlıklı bir ilişki kurması gereklidir diyebiliriz. 

Türk Yahudi Toplumu hakkındaki izlenimleriniz neler?

Türkiye’ye ilk gelişim değil, daha önce de politikacı olarak gelmiştim. Ancak bu gelişimde Yahudi toplumu ile birlikteydim. Türk Yahudi Toplumu küçük bir cemaat. Eskiden, Osmanlı zamanında çok büyük bir toplumdu. Ancak Türk Yahudi Toplumu’nun küçülmesi dünya çevresindeki birçok cemaat gibi, Holokost nedeniyle olmadı. Türk Yahudi Cemaati, özellikle Avrupa’da Holokost trajedisini yaşamayan ender cemaatlerden biri. Tam anlamıyla kapalı bir cemaat değil ancak birçok Avrupa cemaatinden de daha izole.

Türk Yahudi Toplumu aynı zamanda ilginç bir cemaat, hem ultra-Ortodoks değil, hem de asimile olmuyor. Yüksek oranlara varan karışık evlilik oranları yok. Dünya çevresinde sayısız cemaat ziyaret ettim ve şunu söyleyebilirim ki diaspora cemaatlerini asimile olmaktan koruyan iki çapa vardık; birincisi din, diğer ise İsrail’dir. Bence Türk Cemaati duygusal olarak İsrail’e çok bağlı, orada aileleri, akrabaları, sevdikleri var. Bu noktada, Türk Yahudileri ile İsrail Yahudiler arasındaki bağlantı çok güçlü olarak hissedilebiliyor.

Okulu da ziyaret etme fırsatı buldum. Bence okul, akademik açıdan çok etkileyici. Dünyanın birçok ülkesinde Yahudiler çocuklarını Yahudi okuluna göndermekten çekinir, genel akademik seviyenin düşük olduğunu düşünür. Ama Türkiye’de durum böyle değil, anlaşılıyor. Diğer yandan okul, güvenlik için çok büyük miktarda para harcamak zorunda. Sanırım en iyi korunan Yahudi kurumu…

 

3D ANTİSEMİTİZM

Fırsat buldukça Batı’da artan antisemitizme dikkat çekiyorsunuz. Özellikle yeni 3D tanımınızla, antisemitizmin yeni şekillerine dikkat çekiyorsunuz. Artan sadece antisemitizm mi yoksa, İslamafobi de dahil olmak üzere genel olarak ırkçılık arttı diyebilir miyiz?

Dünyanın her yerinde ırkçılık var, bu bildiğimiz bir gerçek. Ancak Yahudiler söz konusu olduğunda her zaman bir artı oluyor. 3D tanımı yeni bir tanım değil, İkinci İntifada sırasında, yaklaşık 12 yıl önce yapmıştım bu tanımı. Çünkü Batı’da insanlar bana devamlı olarak “Bizim İsrail hakkındaki eleştirilerimizi antisemitizm ile karıştırma” diyorlar. Bakın, İsrail demek ‘eleştiri’ demektir zaten. O kadar ateşli bir demokrasimiz var ki, her politikacı devleti eleştirir, eleştirmezse kariyeri biter. Ancak 3D antisemitizm İsrail’e yönelik eleştirilerde çifte standart (double-standard-D) olduğunu belirtir. Ayrıca bu tanımda İsrail’in şeytanlaştırılması (demonization-D) söz konusu. Son olarak da Yahudilerin bir ulus olduğunu, İsrail’in var olma hakkını (delegitimization-D) reddedenler var.

Günümüzdeki sözde İsrail eleştirilerine baktığınızda, başka hiçbir ülkeye uygulanmayan çifte standardı görebilirsiniz. Eğer İsrail insan hakları ihlalinden dolayı, dünyadaki tüm diktatörlüklerden daha fazla kınanıyorsa; yüz binlerce insanın öldüğü, milyonlarca mültecinin olduğu bir dönemde, seçimleri, STK’ları ve özgür basınıyla bölgedeki tek güçlü demokrasi olan İsrail, herkesten daha fazla eleştiriliyorsa, çifte standart var demektir. Eğer İsrail, insan hakları konusunda, dünyadaki diğer ülkelerin toplamından fazla kınama alıyorsa, burada uygulanan başka türlü kurallar var demektir.

İsrail’i şeytanlaştıranlar, Filistinli mülteci kamplarına ‘bugünün Auschwitz’i diyorlar. Mülteci kamplarına gittim, gerçekten bu kampların varlığı kötü bir durum. Bunun analizinin yapılması, halen neden kamplara ihtiyaç olduğunun anlaşılması lazım. Ancak bunun Auschwitz ile ne alakası var? (ikinci intifada sırasında) Ariel Şaron’un Filistinleri yerken ve ağzından kan damlarken resmeden bir karikatür, yılın karikatürü seçiliyorsa, bu şeytanlaştırmadır.

Maalesef, İsrail’in meşruluğu konusu da hala birçok uluslararası forumda gündeme geliyor.

Bu durumu nasıl açıklayabiliriz?

Holokost’tan sonra, antisemitizm eski haliyle var olamazdı. Artık bir Yahudi devleti var, Yahudilerin toplu olarak var olduğu.

Aslında oldukça zor ve düşündürücü bir durum çünkü Avrupa, milliyetçiliğin istikrar ve barış için uygun bir şey olmadığına karar verdi. Ancak İsrail, özgür dünyanın bir parçası olarak, milliyetçi bir Yahudi devleti olma konusunda ısrarlı. Yer aldığı Ortadoğu’da ise, demokrasi kabul edilen bir şey değil ancak biz hem Ortadoğu’nun bir parçası olduğumuz hem de demokratik olduğumuz konusunda ısrarlıyız. Dolayısıyla herkesi rahatsız ediyoruz. Özgür dünyanın bir parçasıyız ama özellikle Avrupa’daki birçoklarını sinirlendiriyoruz. Ortadoğu’nun bir parçasıyız ama ‘demokrasi tehlikeli bir şeydir’ diyenleri sinirlendiriyoruz.

Sonuç olarak, Avrupa, ulusal her kimliği reddederek, İslamafobi ile karşı karşıya. Hem de çok yoğun olarak. Avrupa’nın bununla baş etmesi gerek. Çünkü güçlü bir kimliğe karşı duyulan korku var. Bu konuyu kitabımda da işledim- demokrasi ve kimlik arasındaki bağı. Güçlü kimlikler, demokrasinin prensipleri ile bir araya gelirse, tehlikeli olmaz; tam tersi güçlü kimlikler özgür hayatı anlamdırmaya yardımcı olur. Ancak bu bağlantı koparsa, kimliğinde ısrar edip özgürlüğü zayıflatırsan ya da daha özgür bir dünya için insanların kimliklerini zayıflatırsan, bu tehlikeli bir sonuç doğurur. Hiç şüphe yok ki günümüzde bu denge bir yerde bozuldu. Bu nedenle iki uçtakileri görüyoruz. Bizim bölgemizdeki birçok ülkede olduğu gibi, insanlar kimlikleri uğruna, demokrasiyi yıkmaya hazırlar. Ya da geçtiğimiz 15-20 yılda Avrupa’da olduğu gibi, insanlar özgürlükleri korumak adına her türlü güçlü kimliğe karşı çıkıyorlar. Bu da gerçekten tehlikeli bir durum.

Antisemitizm bir devlet politikası haline geldiğinde buna nasıl tepki verilmeli?

Antisemitizm çok tehlikeli bir belirti, emaredir; toplumda bir şeylerin yanlış olduğunu gösterir. Böyle bir toplum hem kendi vatandaşları için hem de dış dünya için tehlikeli olabilir. Özellikle Yahudilere karşı önyargı, devlet politikasının bir parçası haline gelirse, bu çok tehlikeli olabilir.

Antisemitizm, ne tür bir toplum olduğunuzun sonucudur. Eğer insanlar baskı altındaysa, düşünce özgürlükleri yoksa, büyük ekonomik krizler yaşanıyorsa, en kolay günah keçisi Yahudilerdir. Yahudiler hem otoriteler için hem de sokaktaki halk için, en doğal günah keçisidir. Bu yüzden antisemitizmin kınanması çok önemlidir.

Antisemitizmi kimin, hangi amaçla kullandığına bakmak gerekir. İnsanlara fazla özgürlük vermek istemeyenler, ekonomik ihtiyaçlarını karşılayamayanlar ya da karşılamak istemeyenler, genelde antisemitizm teşvik eder ve güçlendirir. Antisemitizm her koşulda vardır, ancak önemli olan onu kullanmaya, yaymaya hevesli politik güçlerin olup olmadığıdır. 

İsrail–Filistin barışı konusunda umudunuz var mı? Sizin görüşünüzde Oslo süreci neden başarıya ulaşamadı?

Politik ve sosyal istikrarın olduğu, demokratik kurumların önlenmeye değil, güçlendirilmeye çalışıldığı bir ortamda barışın sağlanabileceğine dair umudum var. Ben bunu, İsrail’de Araplarla çalışırken deneyimledim; çok yoğun bir şekilde demokratik bir toplumun parçası olmak istiyorlar.

Benim eleştirim Oslo’ya yönelik. Oslo anlaşmasının arkasındaki fikir neydi? Diktatörü alalım, Yaser Arafat’ı alalım – ki kendisi her türlü demokratik kuruma karşıydı – Tunus’tan getirelim ve Filistinlilere diyelim ki “Bu sizin lideriniz olacak, istiyor musunuz, istemiyor musunuz?”

Oslo’dan birkaç hafta sonra, anlaşmayı eleştiren ilk makalemi yazdım. Dediler ki, Arafat bir diktatör. Yüksek mahkeme olmadan, insan hakları örgütleri ve özgür basın olmadan, Hamas’la bizim mücadele ettiğimizden daha iyi mücadele edecektir. Ancak ben dedim ki, yargı ve özgür basın olmadan, bir diktatör olarak, halkının bizden nefret etmesini sağlayacak her imkânı kullanacaktır. Çünkü diktatörler ancak bu şekilde hayatta kalabilirler. Tabii ki sonrasında Hamas, onu yendi. Dolayısıyla, bütün düşmanlarımızı yenecek ve Filistinlilerin birlikte yaşamayı kabul edeceği bir diktatör bulma umudu bence çok naif bir umut. Yani barış elde edebilmemiz için yeni bir diktatörümüz mü olmalı?

Ben ise şunu söylüyorum: Bunun yerine, sivil toplumu, bağımsız ekonomi ve eğitimi büyütmeyi hedefleyen her lideri desteklemeliyiz. Demokratik yollarla seçilen bu liderler, bizim en iyi barış ortaklarımız olacaktır. Araplar da, diğer toplumlar gibi, diktatörlüğe izin vermeyecektir. Günümüzde bu diktatörlüklerin yerine henüz demokrasi gelemiyor, çünkü bu yönde bir teşvik ve destek yok. Dolayısıyla benim teorime göre, barış için daha vakit var.

 

 

 

1 Yorum