Bir tuhaf Balat-Fener gezisi

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
19 Ekim 2016 Çarşamba

Napolyon der ya “Tarih, herkesin anlaştığı bir yalandır”, işte öyle bir tarih bilgisine sahibiz İstanbul ile ilgili… Herkes fikir birliğine varmış, rehberlere de bunu aktarmak kalmış. Örneğin Cibali Kapısı. Cebe Ali Bey’in, bazı kaynaklarda Fatih’in yetenekli bir topçusu, bazılarında da bir Hıristiyan azizi olduğundan bahsedilir. Evliya Çelebi’ye göre Mısırlı bir şeyh. Tarihi kazananlar yazar, aziz diyenler gitgide yok olacak. Doğrusunu Mois’ten dinlemeniz gerek.

Bizim şansımız, Balat ve Fener’i Mois Gabay anlatımı ile gezmek oldu. Bilgili, güler yüzlü ve tarafsız rehberimiz… Bu geziden aklımda kalanlar tabii ki tuhaf detaylar, benden sıralı bir bilgi aktarımı zaten beklemezsiniz…

İlk izlenim: Eskiden de inşaat ödeneğinde yolsuzluk yapılıyormuş. Hikaye Maraslis adlı Rum bir tüccarın İstanbul’da havalı bir lise yapmak istemesi ile başlıyor. Zengin tüccarın tek derdi, kırmızı tuğlalardan yapılmış devasa Fener Rum Lisesi’ni gölgede bırakacak ihtişamlı bir bina sahibi olmak. Hatta burada okutulacak çocukların da masraflarını üstlenmeye söz veriyor. 20 bin altın bütçe göndererek sabırla binayı beklemeye başlıyor. Binayı görünce yüreğiniz dağlanır. Herhalde bütçenin ilk 2 bin altını ile dört sütunlu bir giriş yaptıktan sonra kalanını tahminim 500 altına tamamlamışlardır. Çirkin binayı görünce paranın nasıl suyunu çektiğini insan hüzünle idrak ediyor. Fener Rum Lisesi’nin olsa olsa müştemilatı olacak kalitede bir yapı ortaya çıkmış… İstanbul’un mimari cinayetinin temelinde yatan zevksizlik, üç kağıtçılık ve vizyonsuzluk sanırım ta 1800’lerde başlamış…

İkinci izlenimim: Kendi gibi olmayana tahammülsüzlük eskiden de varmış. Fetih ile ele geçirilen her kilise, camiye çevrilmiş. Kendini üstün görüp başkalarının emeğini silmek, hatta kendi doğrusunu tek doğru olarak benimsetmek de bu toprakların geçmişinden gelen bir davranışmış. Haset midir insanı güzeli bozmaya yönelten…

Üçüncü gözlemim: Balat Fırınları ile ilgili. Ekmek fırını değil, bildiğiniz krematoryum… Bu fırınların amacı çelişkili; bazıları der ki müttefik Almanya’ya hoş görünmek için göstermelik kuruldu. Bazıları der ki yapılan binaların krematoryum özelliği yok, sadece genel olarak yaşanan korku atmosferinde Balat halkı bu söylentiyi kendi çıkarıp inandı. (Rıfat Bali de bu görüşte) Bazısı der ki, bal gibi de fırınlar yapıldı, ancak bununla yüzleşecek bir hükümet henüz çıkmadı. Benim bu konudaki fikrim, devlet arşivlerinin araştırmacılara açılması. Böylece, gözümle gördüğüm harabenin asıl amacını bileceğim.

Ve beşeri bir gözlem: Balat ve Fener civarındaki yaşamın kalıntılarına bakınca komşuluğun ne kadar önemli olduğunu anladım. Evlerin üst katlarda sokağa doğru genişlemesi, pencereler arası bir yakınlaşmayı beraberinde getirmiş. İçli dışlı bir hayat oluşmuş. Bugün birbirimizi sosyal paylaşımlarla takip ediyoruz ya, onun canlısını tahayyül edin, canlı yayın şeklinde yaşamlar… Şimdiki yaşantımızda komşuluğun pek bir önemi kalmadı. Mahalle hâlâ varsa da sakinleri ile iletişim yok…

Kısacası, tarihten feragat etmişiz. Bilmek istemedikçe üzerini örtmüşüz. Kentsel dönüşüm ile temiz sayfalar açmışız. Balat, Fener gibi yerleri gezince şehirdeki son kalıntılar insanı epey hüzünlendiriyor.