Suskunluğun yükü

Sabataycılık, Dönmelik ya da Avdetilik, ne derseniz deyin, ülkemizde hakkında en çok yazılıp çizilen, konuşulan ancak hakkında çok az şey bilinen dini ve toplumsal hareketlerden sadece biri.

Önder KAYA Perspektif
19 Ekim 2016 Çarşamba

Şişman, Boğaziçi Üniversitesinde psikoloji eğitimi aldıktan sonra Yahudi mistisizmine merak salan, kendisini bu sahada geliştiren akademisyenlerimizden. Doktorasını Harvard Üniversitesinde Sabatay Sevi üzerine yapmış.  Çalışmasının verileri ile Türkçede ancak 2016 yılında tanışma şansımız oldu. Çalışma, her ne kadar Sabatay Sevi ve Dönmeliği merkezine alsa da sonuçta Sefarad Yahudi tarihindeki önemi bir sayfayı da aydınlatmayı amaçlıyor. Üstelik konuya hareketin Avrupa’daki Yahudi cemaatleri üzerindeki etkisini de göz önüne alan bir bakış açısıyla yaklaşıyor. 

Sabatay Sevi’nin  ortaya çıkışı

‘Suskunluğun Yükü’ adıyla dilimize çevrilen kitap sekiz bölümden oluşuyor. İlk bölüm Sabatay Sevi’nin ortaya çıkış hikâyesine ayrılmış. Bu bölümden öğrendiğimize göre Sabatay’ın mesihliğini ilan ettiği 1648 yılında Osmanlı Yahudi Cemaati en önemli hamilerini kaybetmiş vaziyette. Ukrayna başta olmak üzere pek çok bölgede de pogroma tabi tutulmaktalar. İlk zamanlar Sabatay’ın davetine pek katılım olmaz. Şişman’ın ifadesiyle Sabatay “gezgin bir Yahudi ruhanisi olarak” çeşitli Osmanlı beldelerini gezmeye başlar. Mora, Mısır, Edirne, Kudüs, Rodos gibi sonradan cemaat açısından da kutsal kabul edilecek bazı şehirleri dolaşır. 1665’te Kudüs’te Gazzeli Nathan’la tanışması, hareketin seyrini değiştirecek ve ona daha global bir nitelik kazandıracaktır.

Sevi’nin yükselişi

Çalışmanın ikinci bölümü Sabatay Sevi’nin yükselişi, Osmanlı yetkililerince tutuklanması ve ardından da ihtida etmesi yani din değiştirmesine ayrılmış. 1665 Eylül ayında İzmir’e ulaşan Sabatay, kısa süre içinde kentteki Yahudi Cemaati’nin tepkisini çekecek işler yaptı. Yasak olan bazı fiilleri, mesihin gelişi vesilesiyle serbest kıldı. Tanrı’nın yasak adını ağzına aldı ve Yahudi şeriatınca yasaklanmış yiyeceklerden yedi. Kadınları Tevrat okumaya çağırdı. Yaşanan gelişmeler üzerine Osmanlı yetkilileri tarafından evvela Çanakkale’ye getirilerek hapsedildi. 16 Eylül 1666’da sadrazam, şeyhülislam ve bir rivayete göre padişahın da katıldığı bir mecliste yargılanan Mesih, eski bir Yahudi olan hekimbaşı Mustafa Feyzi Efendi’nin tavsiyesi ile İslam’a geçti ve Aziz Mehmet Efendi adını aldı. Bu durum hareket içinde ciddi bir kırılmayı beraberinde getirdi. Pek çok takipçi hayal kırıklığına uğrayarak Sabatay’ı terk ederken, küçük bir grup onu takip etmeye devam etti.

Üçüncü ve dördüncü  bölümler

Üçüncü bölüm ihtida sonrası Sabatay’ın faaliyetlerine ayrıldı. Bir süre Edirne’de yaşayan Sabatay, cemaat içinde ‘sır’ olarak da bilinen çift dinliliğin esaslarını bu süreçte belirleyecektir. Sabatay 1673’de Arnavutluk’ta Ülgün’e sürgün edildi ve üç yıl sonra da burada öldü.

Dördüncü bölüm Sabatay’ın ölümü sonrasında cemaat içinde yaşanan boşluğu ve sonrasındaki bölünme sürecini irdelemekte. Dönme ya da kendilerine verdikleri isimle ‘maaminim’ cemaati içindeki ilk ayrışma, Yakubilerin ortaya çıkmasıyla olur. Yakup Çelebi adlı bir cemaat ileri geleni Sabatay Sevi’nin kendisini vekil olarak tayin ettiğini bildirir. Bazı cemaat üyeleri ise Sabatay’ın tekrar zuhur edeceğine inandıkları için, onun başka bir surette tekrar dünyaya geleceği kanısındadırlar. Bu grup, Sabatay’ın ruhunun Osman adında bir bebeğe geçtiğine inandıkları için, sonradan bunlara ‘Osman Babacılar’ ya da ‘Kapancılar’ denecektir. Öte yandan bu grup içinde bir takım inananların Osman Baba’nın bazı uygunsuz hareketlerinden yola çıkarak onun seçilmiş insan olmadığı tezini ortaya atmasıyla da son büyük grup olan Karakaşlar doğar.

Cemaatler arası  farklılıklar

Beşinci bölüm cemaatler arası farklılığın derinliklerine iniyor.

Özellikle Karakaşların Avrupa’daki Yahudi grupları ile temasları ilgi çekici. Diğer iki cemaat kendi içlerine kapanırken, Karakaşlar öğretilerini hareket dışında kalan Yahudilerle paylaşma konusunda son derece istekliler. Bu bölümdeki en ilgi çekici konulardan biri, Müslüman cemaatinin içinde tarikat şeyhliğine ya da ilmiye sınıfının üst payelerine tırmanan Dönmelerle ilgili olan kısım. 19. yüzyılda Osmanlı yetkilileri, Dönme cemaatinden resmi yazışmalarda açıkça bahsetmeye başlarlar. Cemaat, Osmanlı kaynaklarında ‘Avdetiler’ olarak zikrolunur. Selanik Valisi Hüsnü Paşa gibi Dönme adetlerini ve yaşayışını çözmeye kalkan bazı devlet ricalinin bu girişimlerinde başarısız olduklarını da yine bu kısımdan öğrenmekteyiz.    

Dönmeliğin  18 temel prensibi

Dönmeliğin 18 temel prensibi hakkında bilgi sahibi olmak için ise 6. bölüme göz atmanız gerekecek.

Sabataycıların kullandıkları dil konusu da burada izah edilmiş. Sabataycılar ayinlerinde Judeo-İspanyol dili olan Ladino’yu kullanmaktaydılar. Yazar, bu dilin bugüne kadar küçük bir Sabataycı din adamları grubu tarafından halen bilindiğini dile getirir. Yine burada Sabetaycıların yaptıkları duaların bazılarına dair örnekler de vardır. Altıncı bölümde Sabataycıların dini takvimleri ve bayramları da izah edilmekte. Doğal olarak kutsal günlerde önemli oranda Yahudilikle paralellik göz çarpıyor. Cemaatin özel hayatının en önemli safhalarını teşkil eden doğum, sünnet, soy kütüğü ve evlilikle ilgili ritüeller de yine bu başlık altında işlenir. Cemaatin tapınakları meselesi de başka bir muamma. Bugüne kadar gelen görünür tek Dönme mabedi Selanik’te bulunan ve bir İtalyan mimara sipariş verilen, içinde ve dışında Yahudi inancına dair güçlü bir sembolizmi de barındıran Yeni Cami’dir. Yazar hem Selanik’teki hem de İstanbul’daki mezar alanları hakkında detaylı bilgiler veriyor. Karakaş ve Kapancı cemaatlerinin daha ziyade Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığını, Yakubilerin ise Feriköy kabristanını tercih ettiklerini buradan öğreniyoruz. Mezar taşlarındaki figürler ve bunların yorumu da yine bu bölümün ilgi çekici kısımlarından.

*Cengiz Şişman; Suskunluğu Yükü (çev: Ahmet Demirhan), Doğan Kitap, İstanbul 2016  

Cemaat arasındaki ayrışma 

Yedinci bölüm cemaat arasındaki ayrışmayı ele alıyor. Bu dönemde özellikle cemaat içindeki gençler Mason Localarına ya da İttihat Terakki Cemiyeti’ne girerek alternatif kardeşlik gruplarına katılıyorlar. Bu sekülerleşmenin temelinde cemaat mensuplarının tesis ettiği okullar var. Çağın şartlarına göre son derece modern eğitim veren bu okullar, hem cemaat gençlerinin en iyi şekilde yetişmesine hem de cemaat içindeki yapıyı sorgulamasına vesile olarak paradoksal bir duruma sebebiyet veriyor. Kapancıların tesis ettiği Terakki Okulu ile Karakaşların tesis ettiği Feyziye Okulu kısa süre içinde bir rekabet içine girecekler, Cumhuriyet zamanında da bu rekabet İstanbul’a taşınacaktır.

Bu bölümde Dönme cemaatinin Selanik şehri için oynadığı role de vurgu yapılıyor. Cemaat içinden çıkan Hamdi Bey başta olmak üzere diğer belediye başkanlarının faaliyetlerini okumak oldukça ilgi çekici. Dönmelerin İslam sufileri ile olan ilişkileri de ayrı bir başlığın konusu. Dönme cemaati mensupları arasında Yenikapı Mevlevihane’sinin şeyhliğine kadar çıkan Mehmet Esad Dede gibi isimler de var. Yakubiler Melamilerle, Kapancılar Mevlevilerle ve Karakaşlar da Bektaşilerle temas içindeler. İttihatçılar ve dönmeler arasındaki ilişkiye de yine bu bölümde yer verilmiş. Mithat Şükrü Bleda, Cavit Bey, Dr. Nazım gibi isimler İttihatçı hareketin merkezinde yer almışlar. 20. yüzyılda Batılılaşma yanlısı genç nesilden gelen ilk muhalefetten kısa bir süre sonra 1912’de şehir Osmanlıların elinden çıkar. Akabinde 1917’de meydana gelen Selanik yangınında Dönme mahalleleri büyük zarar görecektir. Hatta cemaate ait pek çok kitap ve ritüel eşyası bu yangında yok olacaktır. Son büyük darbe ise 1924’te nüfus mübadelesi çerçevesinde cemaatin, Türkiye’ye gönderilmesi ile yaşanır. 

İmparatorluktan ulus-devlete

Kitabın son kısmı ‘İmparatorluktan ulus-devlete’ başlığını taşımakta.

Başlıktan da anlaşılacağı üzere temelde ortak bir ulus paydasında yeni bir toplum yaratma projesinde Dönme cemaatinin rolü bu kısmın ana gövdesini oluşturuyor. Selaniklilerin sanıldığı gibi sadece İstanbul’a değil, İzmir, Manisa, Giresun, Ankara, Balıkesir, Samsun, Antalya, Denizli, Muğla gibi merkezlere yerleştirildiklerini, hatta buralarda okullar açtıklarını da sekizinci bölümden öğreniyoruz. Ancak zaman içinde nüfus büyük ölçüde İstanbul’da yoğunlaşır. İstanbul’daki cemaat mensupları daha ziyade Nişantaşı, Şişli, Teşvikiye ve Kuzguncuk gibi görece kozmopolit semtlerde toplanacaklardır. Bu kısımda, Cumhuriyet’in kuruluşunda  cemaatinin katkısı ve etkisi de irdelenmekte. Hatta çok merak edilen Atatürk’ün cemaat ile irtibatlı olup olmadığı sorusu da burada masaya yatırılmış. Atatürk’ün eşi Latife Hanım ve yine  cemaate mensup yakın arkadaşı Nuri Conker’e de değiniliyor. Sonrasında ağırlıklı olarak Cumhuriyet devri matbuat âleminde basında cemaat ile ilgili tartışmalara ve yazı dizilerine çeşitli göndermeler var.

Öyle ya da böyle Selanikliler, Dönmeler, Sabataycılar gibi isimlerle de bilinen cemaat hakkındaki yorumlar hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Ancak bu konu hakkında bilimsel kriterle hazırlanmış ciddi bir çalışma okumak istiyorsanız Cengiz Şişman’ın bu çalışması Türkçedeki belki de tek kaynak olma özelliğini muhafaza ediyor ve öyle görünüyor ki daha uzun süre de edecek gibi.