Cevap gerektirmeyen sorular

Estella Gabay, yaz döneminde İsrail’de katıldığı 2 haftalık Pardes eğitimi ile ilgili izlenimlerini paylaşıyor.

Gençlik - Eğitim
13 Ekim 2016 Perşembe

Sabah sınıfa girdiğimde öğretmen masasının üzerinde gördüklerim, tost ekmeği, fıstık ezmesi ve reçeldi. Sınıfa girmeden önce, herkesin beklentisi  Mişna incelemek ve tartışmaktı. Oysa şöyle bir soruyla karşılaştık: “Sizden, binlerce yıl sonrasında kullanılmak için bir sandviç tarifi yapmanız istense nasıl yapardınız?” Pardes’te katıldığım ilk derslerden biri buydu.

Pardes Kudüs’te bulunan, karma eğitim veren, mezhep farkı gözetmeyen, açık görüşlü bir Yahudi eğitim topluluğu. Amaçları, klasik metinleri, Yahudi geleneklerini ve güncel konuları incelemek.

Pardes’i ilk duyduğumda Talmud Tora’da dört yıldır ders veriyordum; UÖML’de lise son sınıftaydım. Pardes’ten öğrenciler Türkiye’ye gelmişti; o kadar içtenlerdi ki, ister istemez etkilendim.  Eğer herkesin söylediği gibi bir yerse, kendim hakkında çok şey öğrenebilirdim. O yaz gitmek istedim, ancak programın içeriğini anlayabilecek olgunlukta olduğumu düşünmüyordum, hazır hissettiğimde gitmeye karar verdim.

Pardes’in yaz programına katıldığımda altı yıldır Talmud Tora’da çocuklara ders veriyordum, üniversitenin 2. sınıftaydım.

Aradan iki yıl geçmesine rağmen kendimi istediğim kadar geliştiremediğimi fark ettim, çocuklara daha yararlı olabilmek istiyordum.

İngiliz bir annem, Türk bir babam var. Başka kültürlere de ilgim var ancak Yahudiliğe olan bakışımın sığ kaldığını düşünmem, Pardes’e gitmek isteme nedenlerimden biriydi.

İhtiyacım olan şey, tam olarak buymuş. Çevreme anlattıklarım genelde aynıydı; “İbranice okuma ve yazmam var, ama oraya dil öğrenmeye gitmiyorum. Pardes’te herkes İngilizce konuşuyor zaten, muhtemelen İngilizcem gelişir.”

Sürekli Pardes’in internet sitesinde bulunan ders programına bakıyordum. Derslerin içerikleri bana yabancı gelse de dersler sandığım gibi din ağırlıklı değildi. Hatta sevdiğim bir yazarla ilgili dersi görünce, o derse hemen ısınmıştım. Programın sonunda da en çok keyif aldığım ders o olmuştu.

Dersin adı ‘Mutlu Hümanistler: Harold Kushner ve Jonathan Sacks’ın Dini Düşünceleri’ idi. Her derste başka bir yazıyı okuyup ikisinin yorumlarını inceliyorduk, herkes kendi anladığı kadarını dile getiriyordu. İkili gruplar halinde tartışıp, açıklamalar getiriyorduk. Gruplarda tartıştıktan sonra sınıfta hep beraber konuşuyorduk. Konu o kadar farklı yerlere geliyordu, tek bir paragraftan o kadar farklı şeyler çıkıyordu ki, bazen hepimizin aynı yazıyı okuduğundan şüphe ediyordum.

Örneğin “Neden Yahudi olmalıyız?” sorusu. Bu başlığın yer aldığı bir kâğıt duruyordu önümde; hepimizin kafasında çok fazla soru işareti vardı. Gerçekten, neden Yahudi olmalıyız? Yahudi olmak hangi yönleriyle güzel? Bu bir seçim mi?

Bulunduğum sınıfta 20 kişi olmasına rağmen, dünyanın her ucundan, farklı kültürlerde yetişmiş, yaş ortalaması 20-70 arası değişen insanlar vardı. Hiçbirimizin düşüncesi aynı değildi.

”Acaba doğru şeyi mi yapıyorum?” Tamam, çevremde Yahudi olan çok kişi var, eğitimlere de alışığım, ama sabah 9’dan 5’e kadar sadece dini metinleri okuyup tartışmaya alışık değilim. Ya fazla gelirse, kaldıramazsam?

Pardes  Kudüs’te olduğu için karşılaşacağım insanların genelde aynı bakış açılarına sahip olacağı düşüncesindeydim. Dua ederken ağlayan biri, Yahudi olmasıyla gurur duyup bir şeye inanıp inanmadığını bilmeyen biri kadar farklı uçlardaki yaşıtlarımın arasında kalmak çok farklı bir deneyimdi. Başta önyargıyla yaklaştıklarım, bir şekilde en çok etkilendiğim insanlar oldu.

“Babamı kaybedişimin yıldönümü, bu parçayı incelerken babam adına olsa olur mu?” Karşımızda gözleri doluydu, Pardes’e babasının ölüm yıldönümünde, onun için Tora öğrenmeye gelmişti.

“Çantalarımı toplayıp buraya geldim, dönmeyi düşünmüyorum, ileride de ne yaparım bilmiyorum. Bu yıl Pardes’teyim galiba.”

“Buraya geldiğime çok mutluyum, Yahudi olmayı da seviyorum. Başka bir dinim olsun istemezdim, ama neye inanıyorum bilmiyorum.”

“Hıristiyan’dım, Yahudi olmak istediğime karar verdim. Çevremde Yahudileri sevmeyen çok insan vardı, bunun insanları nasıl etkilediğini yeni anlıyorum, çok sinirleniyorum.”

“Babam Yahudi, annem değil. Hayatım boyunca kendimi Yahudi hissettim.”

Öğrendikleriyle derin bağlar kuran birçok kişiden duyduğum kadarıyla, ruhlarını beslemek için gelmişlerdi, ülkelerine tamamıyla değişmiş bir şekilde dönüyorlardı. Bazıları daha da kararsız kalmıştı, Yahudiliğin, inancın, hayatlarının ne tarafında yer aldığını çözemiyorlardı.

Herkesin anlattıklarından bir şey çıkarmaya çalıştım, sorularımla defterler doldurdum, ama herkesin en merak ettiği soru hep aklımdaydı: Bu kadar bilgiyi uzun vadede nasıl kullanabiliriz?

Orada bulunduğum iki hafta boyunca en çok bahsettiğim konu, ‘sorular’ oldu. Herkes birbirine soru soruyordu, sadece sorularımızdan oluşan pano hazırladık. Öğle arasında birbirimizin panodaki sorularını cevaplamaya çalıştık.

Pardes’in kapısından son defa çıkarken, ne öğrendiğimi tam olarak anlamamıştım; insanlara da ne anlatacağım konusunda emin değildim. Teorik olarak kendime kattığım çok şey vardı, derslerde anlatılan konulara da hâkimdim artık, ama oraya gidiş amacım farklıydı.

İstanbul’a dönerken, uçağa binmeden önce, aklıma katıldığım bir ders geldi. ”İyi insanların başlarına neden kötü şeyler gelir?” Orada tanıştığım herkesin hikâyesi, kültürü, yaşam tarzları, inançları farklıydı, ama bir şekilde hepimiz bir araya gelmiştik. Başımıza gelen şeylerin tesadüf olduğuna, nedensiz başımıza geldiğine hiç bir zaman inanmadım. Kötü şeyler için de geçerli, sınıfta bunu söylediğimde şaşırmışlardı. Başımıza gelen kötü şeyler için bile teşekkür etmemiz gerektiğini söylemiştim.

Pardes bana teşekkür etmeyi öğretti. Bu yüzden, ben teşekkür ederim.