Sonbaharın sinema şöleni

Sezonun ilk film festivali Filmekimi’nin 51 filmi 7-16 Ekim arasında gösterilecek

Viktor APALAÇİ Sanat
6 Ekim 2016 Perşembe

Sonbaharın müjdecisi Filmekimi zengin seçkisini 10 gün boyunca dört salonda sunacak. Nişantaşı’na yakın oturanlar festivali City’s salonunda izleyebilecekler. Bu yazımın amacı sinemaseverlerin seçkisinde işini kolaylaştırmak, kaçırılmayacak filmleri işaret ederken, uzak durulması gerekenler için uyarıda bulunmak. Son yılların en zeki ve özgün komedisi Toni Erdmann, Ken Loach ustanın Altın Palmiye Ödüllü filmi ‘Ben, Daniel Blake’, Güney Kore’den gelen ‘Hizmetçi’, Paul Verhoeven’in görkemli dönüş filmi ‘O-Elle’, Asghar Farhadi’nin ‘Forushande’si kesinlikle kaçırılmayacak filmler arasında.

Yeni sinema sezonunun ilk film festivali, sonbaharın müjdecisi Filmekimi 7 ile 16 Ekim tarihleri arasında yapılacak.

Nişantaşı civarında oturan sinemaseverlere City’s salonunun da Filmekimi etkinliğine dâhil edildiğini müjdelemekle yazıma başlayayım. 10 gün sürecek olan ‘Sonbaharın Rengi Filmekimi’ zengin programıyla ekim ayının en çok konuşulan sanat etkinlikleri arasında yerini alacak.

Yılın uluslararası film festivallerinde öne çıkan, ödül kazanan filmlerin de içinde olduğu 51 filmlik seçkisi ile Fİlmekimi gösterimleri Beyoğlu Atlas, Beyoğlu, Nişantaşı City’s ve Rexx salonlarında gerçekleşecek.

Programdaki filmlerin üçte birini evvelce izledim. Bu yazımın amacı, sinemaseverlerin Filmekimi seçkilerinde işini kolaylaştırmak, kaçırılmayacak filmleri işaret etmek ve uzak durulması gereken filmler için uyarıda bulunmak.

Filmekimi’nin en iyi filmleriyle başlayalım.

FİLMEKİMİ’NDE İLK BEŞ

Son Cannes Film Festivali’nin hak edilmiş Altın Palmiyeli filmi, Ken Loach’ın ‘Ben, Daniel Blake’i, kariyerini işçi sınıfı ve proletaryanın haklarını korumaya adamış bir sanatçının, izleyicisinin yüreklerine hitap etme alışkanlığını sürdürdüğü bir film.

Demirbaş senaristi, insan hakları savunucusu avukat Paul Laverty ile bu son işbirliği ile ikinci Altın Palmiye’sine ulaşan Loach, günümüz İngiltere’sinin hata ve yanlışlıklarla dolu sosyal hizmet ağının kurbanı iki proleterinin öyküsünü anlatıyor.

Bir Kafka romanını akla getiren filmde biri erkek, diğeri kadın iki kahramanın devlet karşısındaki çaresizliğini, çıkışsızlığını izlerken, boğazınızda bir düğüm, yüreğinizde bir yumruk hissedeceksiniz.

Bu yıl Cannes’da uluslararası eleştirmenlerin değerlendirme notunda rekor kıran film, Alman Maren Ade’nin ‘Toni Erdmann’ı festivalin en çok konuşulan filmiydi.

İşkolik bir kadın yönetici ile iletişimsizlik yaşadığı babasının, mutlu sonla biten yakınlaşmasının zeki ve komik tespitlerle anlatıldığı film Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği’nin (FIPRESCI) En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerinin galibi oldu.

Kadın yönetmen Maren Ade, yılın moda trendlerinden baba-kız ilişkileri üzerinden, günümüz sosyal hastalığı iletişimsizlik sorununa sempatik çözümler getiriyor.

Son yılların en zeki komedi filmlerinden biri olan ‘Toni Erdmann’ kesinlikle kaçırılmamalı.

‘İhtiyar Delikanlı’ başyapıtıyla tanıyıp sevdiğimiz Güney Koreli Park Chan- Wook son filmi ‘Hizmetçi’ de şehvet, entrika ve cinsel gerilimle örülü göz alıcı bir öykü sunuyor.

30’lu yılların zengin konulu gotik romanındaki atmosferi yansıtan görkemli görselliği, ironi yüklü sinema dili, cinselliğe farklı yaklaşımı ve cüretli seks sahneleri filmin artıları arasında.

Filmin iki kadın kahramanı arasındaki, Altın Palmiyeli ‘Mavi En Güzel Renktir’i akla getiren lezbiyen aşk ilişkileri, estetik yönden çok doyurucu.

‘Temel İçgüdü’den 24 yıl sonra, Hollandalı usta Paul Verhoeven, Fransız lisanında, Fransız oyuncularla çevirdiği ‘O/Elle’ ile müthiş bir dönüş yaptı.

İhanet, cezalandırma, fırsatçılık ve güç temaları etrafında dönen konulu filmde, Verhoeven kariyeri boyunca yaptığı gibi, toplumumuzun ahlak limitlerini sorgulamayı sürdürüp burjuvaziyi hedef tahtasına oturtuyor.

78 yaşındaki yönetmen, İsabelle Huppert’in de katkısıyla her yaşa, her zevke hitap eden birinci sınıf bir film yapmış.

Oscar’lı ‘Bir Ayrılık’ başyapıtının yaratıcısı Asghar Farhadi’nin son filmi ‘Forushande’, bu yıl Cannes’da çifte ödül kazanan tek film oldu. İranlı ustaya En İyi Senaryo Ödülü’nü getiren film, baş aktörü Shahab Hosseini’ye En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandırdı.

Filmlerinde günümüz İran toplumunun sosyal hayatını işlemedeki başarısıyla tanınan Farhadi, evli bir çift üzerinden orta direk İran halkı hakkında müthiş tespitler yapıyor.

Yazgı, aile namusu, kıskançlık, çevre baskısı, intikam gibi temalar etrafında dönen konusuyla film toplumun ve bireyin ahlak anlayışını otopsi masasına yatırıyor.

FESTİVALLERDE ÖNE ÇIKAN BEŞ FİLM

İlk filmini yapan bir yönetmenin elinden çıkma ‘Bir Ulusun Doğuşu,’ Sundance’de Jüri Büyük Ödülü’nü kazandıktan sonra, yılın en çok konuşulan filmleri arasına girdi.

Nate Parker, başrolünü de üstlendiği filmde, köleliğin en ağır sürdüğü Virginia’da, 1831’deki kölelerin isyanının başını çekerek tarihe geçen Nat Turner hakkında sert bir film yapmış. 2017 Oscar’ının favorileri arasında gösteriliyor film.

Sosyal içerikli minimalist filmleriyle tanınan Dardenne Kardeşler, Liége’in orta direk mahallesinde geçen ‘Meçhul Kız’ ile göçmen sorununa dönüş yapıyorlar. Aile hekimi genç bir kadının cinayet soruşturmasına odaklanan film suçluluk duygusu temasını işliyor.

Kızı tarafından terk edilen bir annenin ıstırabını Pedro Almodovar, ‘Julietta’da anlatıyor. Yazgı, suçluluk duygusu, terk edilme gibi temalar eşliğinde, 13 yıllık bir yalnızlık yaşayan bir annenin travmasını izleyeceğiz.

Almodovar kadınları anlatmadaki benzersiz hünerini sergilemeyi sürdürürken,  filmde, günümüzün hastalığı iletişimsizliği, modern hayatın bozduğu ilişki biçimlerini, sinemasal sohbeti andıran, teatral tatlar içeren, sıcak ve insancıl bir sinema diliyle izleyeceğiz.

Çavuşesku rejiminin toplumda bıraktığı silinmez izlerin yansımalarına rastladığımız iki film, son Cannes Film Festivali’nde çok ses getirdi. Bunlardan biri olan ve Rumen toplumundan gerçekçi kesitler sunan ‘Mezuniyet’, yaratıcısı Cristian Mungiu’ya bu yarışmada En İyi Yönetmen Ödülü’nü getirdi.

Basit bir yolsuzluk örneği üzerinden toplumdaki yozlaşmayı otopsi masasın yatıran film ‘çocuklarımıza nasıl bir dünya inşa etmeliyiz?’ sorusunu soruyor.

Toronto ve Venedik Film Festivallerinin öne çıkan filmi ‘Arrival’, baş kadın oyuncusu Amy Adams’ı 2017 Oscar adayları arasına soktu.

Kanadalı Denis Villeneuve’ün çektiği bu ilk bilimkurgu filmi dünyayı istila eden uzaylılarla iletişim kurarak topyekûn bir savaşı engellemeye çalışan dilbilimci bir kadının çabalarını anlatıyor.

UZAK DURULMASI GEREKEN FİLMLER

Cannes’da izlediğim dört film, ünlü yönetmenlerine rağmen, Filmekimi’nin uzak durulması gereken filmleri.

Bunlardan ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu/Juste La Fin Du Monde’ ikincilik ödülü olan ‘Büyük Ödül’ü kazanmasına rağmen, Xavier Dolan’ın filmografisinde en sönük film.

Bir tiyatro oyunundan alınan film, dört duvar arasına sıkıştırılmış, derin düş kırıklığı yaratan kalitesiz bir film. 1995’te AIDS’ten ölen tiyatro yazarı Jean-Luc Lagarce’ın oyunu, uzun yıllardır ailesinden uzak yaşayan AIDS’li bir gencin ölüme yaklaştığını söylemek için evine dönüşünü anlatıyor. Vincent Cassel- Lea Seydoux- Marion Cotillard- Gaspard Ulliel- Natalie Baye’li (tümü Fransız) oyuncu kadrosu filmi kurtarmaya yetmiyor.

Yine Cannes’ın Jüri Ödüllü filmi ‘American Honey’ İngiliz kadın yönetmen Andrea Arnold’un kariyerinin en kötüsü.

Amerikan gençliği üzerine bu ‘konusuz’ yol filminin baş kadın oyuncusu (Sasha Lane) sinemanın gördüğü en yeteneksiz, en sevimsiz, en itici aktrisi.

Yine Cannes’ın yan etkinliği Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Film Ödülü’nü alan ‘Olli Maki’nin En Mutlu Günü’, Finlandiya boks tarihinin en önemli maçına hazırlanan bir boksörün öyküsünü anlatıyor. Siyah-beyaz çekilen bu melankolik ve itici film uzak durulması gerekenlerden.

Amerikan sinemasının temsil ettiği Cannes’dan eli boş dönen ‘Paterson’, Jim Jarmush’a yakışmayan, ‘Sadece Âşıklar Geride Kalır’dan sonra bu bağımsız yönetmenin gerileme devrini sürdürdüğünü kanıtlayan sönük bir film.

Hiçbir sosyal aktivitesi olmayan, ot gibi yaşayan, hafif geri zekâlı, hayalci, dalgın (part time şair) bir otobüs şoförünün hikâyesini izlemek gerçek bir işkence.

FİLMEKİMİ’NİN İZLENMEYİ HAK EDEN FİLMLERİ

 ‘Bay Lazurescu’nun Ölümü’ ile tanınan Cristi Puiu, Cannes’da çok beğenilen ‘Sierranevada’da, bir mevlut vesilesiyle bir araya gelen bir ailenin üzerinden, ülkesi Romanya hakkında sağlam tespitlerde bulunuyor.

Üç saatlik süresine rağmen, ilgiyle izlenen filmde, geçmişte kalmış hesaplaşmaları masaya yatıran bir ailenin, pişmanlık ve suçluluk duygusu temaları etrafında dönen öyküsünü izleyeceğiz.

Auteur yönetmen Bruno Dumont, TV serisi ‘P’tit Quinquin’den sonra, ‘Ma Loute’ ile ikinci kez komediyi deniyor.

Vodvil tadındaki bu burlesk ve sürrealist filmin konusu 1910’da Kuzey Fransa’nın bir sahil köyünde geçiyor.

Tanınmamış oyuncularla çalışma prensibini bu filmde de sürdüren Dumont, amatör oyuncuların yanı sıra Juliette Binoche, Fabrice Luchini ve Valeria Bruni-Tedeshi gibi ünlülere de kadrosunda yer vermiş.

Bir kadın yazarın romanından alınan, bir kadın yönetmen tarafından sinemaya aktarılan, bir kadının dramını anlatan ‘Aşk Mektupları/ Mal de Pierres’ tek kelimeyle bir kadın filmi. Yönetmen Nicole Garcia, edebiyat ve sinemanın pek az ele aldığı, kadının cinsel arzuları ve âşık olduğu erkekle aşkı yaşamasını anlatan bu film, 50’li yılların muhafazakâr bir taşra kasabasında geçiyor.

Marion Cotillard, Dolan’ın ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’ ile bu filmde çok başarılı performanslar çıkarıyor.

François Ozon, Venedik’te yarışan, konusu 1. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın küçük bir kasabasında geçen ‘Frantz’ ile melodram türüne yöneliyor. ‘Frantz’, daha önce hiç savaş veya çatışma sahnesi, siyah-beyaz ya da Almanca film çekmemiş olan Ozon’un takipçileri için ilklere tanık olacakları bir film.

Son Cannes Festivali’nin skandal filmi ‘Dimdik Ayakta/Rester Vertical’ ile Alain Guiraudie eşcinsel kimliğinin altını çizmeyi sürdürüyor. ‘Göldeki Yabancı’ gibi erkekler arasındaki eşcinsel ilişkileri anlatmayı sürdüren Guiraudie, konunun uzmanı François Ozon’u akla getiriyor. Ne yazık ki onun yaratıcılığına sahip değil.

Opera sanatçısı olmayı hayal eden yeteneksiz bir kadın olan ‘Florence’ı tekrar perdeye taşıyan Stephen Frears, dünya tarihinin en kötü opera sanatçısı ile bizleri güldürecek. Meryl Streep bu rolüyle Oscar’ın en ciddi adayı.

Filmekimi ‘The Beatles: Eight Days A Week- Turne Yılları’ ile Beatles ve müzik tutkunlarına hitap edecek.

Çifte Altın Palmiyeli Sırp yönetmen Emir Kusturica ‘Aşk ve Savaş’ta başrolleri Monica Bellucci ile paylaşıyor.

Cannes, Saraybosna ve Kudüs’ten ödüllü, Mehmet Can Mertoğlu’nun ilk filmi ‘Albüm’ Türkiye’de ilk kez Filmekimi’nde görücüye çıkıyor.

‘Three Generations’ başroldeki üç kadın oyuncu (Naomi Watts, Susan Sarandon ve Elle Fanning) hatırına izlenecek eğlenceli ve samimi bir film.

Programın tek animasyon filmi ‘Kabakçığın Hayatı’ bu yıl İsviçre’nin Oscar adayı oldu.

 

TOP TEN

1- BEN, DANİEL BLAKE……...Ken  Loach

2- TONİ ERDMANN…………….Maren Ade

3- HİZMETÇİ……………………..Park Chan-Wook

4- O- ELLE………………………….Paul Verhoeven

5- FORUSHANDE……………… Asghar Farhadi

6- BİR ULUSUN DOĞUŞU……Nate Parker

7- MEÇHUL KIZ…………………Dardenne Kardeşler

8- JULİETTA………………………Pedro Almodovar

9- MEZUNİYET………………….Cristian Mingiu

10- ARRİVAL……………………..Denis Villeneuve