La tierra de bandidos y narcos*

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
6 Ekim 2016 Perşembe

Yumuşacık bir müzikle başlıyor Narcos, kalkıp dans etmek istersiniz… Ancak dizinin kendisi, dünyanın en büyük uyuşturucu satıcısı olan Escobar hakkında. Arka planda da fakir Kolombiya’nın uyuşturucu kartelleri ve Marksist gerilla grupları tarafından ele geçirilmesinin hüzünlü hikâyesi anlatılıyor… Gettolarda yaşayan fakir halkın bazen korku bazen de para ile güçlülere boyun eğdiği, idealist güvenlik güçlerinin büyük kayıplarla hep kaybettiği acımasız bir dünya… Sonuçta pes eden taraf hep dürüstler. Pek çok yargıç, polis, asker ve on binlerce sivil ölürken bile, devlet Escobar ile uzlaşma yollarını arıyor. Gerçi uyuşturucu trafiğini Escobar’ın şahsına indirgeyen anlayış, aslında ülkenin bütününü ele geçiren hukuksuzluk, rüşvet, terör ve iç savaşı görmezden geliyor. Ancak sonuçta ülke fakir ve hukuksuz olduğu için,  güçlünün tarafını tutan ezik bir halk var. Paraları bolca dağıtanların tarafını tutmak tek seçenek…

Ülkeye olan ilgimin doruk yaptığı bugünlerde, Kolombiya’da referandum oldu. Ülke, herkesin artık savaşmaktan yorulduğu gerçeğinden yola çıkarak Marksist gerilla grubu FARC ile bir barış üzerinde gizlice çalıştı, taraflar özverilerde bulunarak anlaşmaya yanaştılar. Barış anlaşmasının yürürlüğe girmesi için de anlaşma halkın onayına sunuldu.

Gelin görün ki, halk oylamasından ‘hayır’ çıktı! Kolombiya’ya dışardan bakınca en kusurlu barış bile en kusursuz savaştan daha iyi bir seçenek gibi görünüyor. 220 bin kişinin öldüğü bir iç savaşın bir yerde bitmesini insan umut ediyor.

Ayrıca, detaylı bir meselenin evet /hayır’a indirgendiği her referandum gibi bu da sakıncalıydı. Oy verenler tam olarak neye evet veya hayır dediklerini bilmediler. (Ülkemizde çokça örneği olduğu gibi) Hâlbuki yarım yüzyılı geçen bir savaşın barışı daha fazla detay barındırmalıydı. Düşünün ki, kronikleşen bir iç savaşın barışı, pek çok yakınını kaybedenin acısını görmezden gelmektir. Canı yanan pek çok insan, düşman bellediği kesimin gözü önünde affa uğradığını kabullenmek istemez. Af vurgusu çokça yapıldığı için kindar halk barışa yanaşmadı. Gerillaların affedilmekle kalmayıp para bağışı da alacak olmaları mağdur insanları kızdırdı.

Ayrıca FARC mensuplarına Parlamentoda koltuk vaatleri de bazılarını sinirlendirdi. Zira ülke genelinde komünizme karşı bir histeri hala var.

Soru şu: Katılımın bu kadar düşük olduğu bir referandumun sonucu gerçeği yansıtır mı? Kızgınlığı ve nefreti aşırı boyutta olanlar sandığa koştular ancak, sandığa gitme alışkanlığı olmayan halk ve nüfus kaydı bile olmayan köylüler oylamaya katılmadılar. İki tarafın da savaşmaktan bitap düştüğü bir zamanda ‘hayır’ çıkması çok umut kırıcı.

Aristo ve Platon’a göre zaten demokrasi çok sevimli bir şey değil. Onlara göre demokrasi ‘cahil halkın kendi seçtiği yeteneksiz yöneticilerle yönetildiği çok kötü bir rejim’. Erdem ve doğruluğa pek yer yok.

Umuyorum ki antik Yunan’da öngörülen bu sevimsiz demokrasi tanımı, günümüzde anayasal hukuk kuralları ile biraz daha sevimli hale gelmiş olsun…

Benim fikrimi sorarsanız,  ülkeyi satmadan asaletle yapılmış tavizkar bir barış, en mükemmeli olmasa bile, yorgun düşmüş bir ülkenin savaşmasından iyidir. Tıpkı Lozan Antlaşması gibi…

*Haydutlar ve narkotikler ülkesi