Bir fotoğrafın izinden

Mois GABAY Köşe Yazısı
6 Ekim 2016 Perşembe

Bundan tam bir hafta evvel mesaj kutuma düşen mektup yazının gücünü bana bir kez daha kanıtlamıştı. Türkiye’den gitme, 1963 yılından beri Lozan’da yaşayan Erol Gabay isminde bir bey gönderdiği mesajda, geçen yazımdaki bilgilerden yola çıkarak babamla gençken yakın arkadaş olduklarını ve büyükbabamın fabrikasına ziyaretlerde bulunduğunu aktarmaktaydı. Mesajı alır almaz cevaplamış, Erol Bey’den elinde varsa babamla gençlik fotoğraflarından göndermesini rica etmiştim. Hemen ardından gelen mesajda bu kez siyah beyaz bir fotoğraf da eklenmişti. Fotoğrafta soldan sağa Alev Kohen (Paris)- babam - İkbal- Erol Gabay ve Viktor, Or Ahayim Hastanesi’nin yardım heyetinde bir pazar sabahı Yahudi aileleri dolaşıp hastane için para toplamaya çıkmışlardı. Sonrasında Belgrad Ormanına giden gençler, o günün anısına Sultansuyu’nda bu fotoğrafı çektirmişlerdi. O haftanın organizasyonunu Erol Bey üstlenmişti. Hatta o sabah Rahmetli büyükannem evden çıkarlarken pencereden “Mira, ke no te yeles / Kendini üşütmeyesin” diye sıkı sıkıya tembihlemişti. Fotoğrafa uzun uzun bakıp hüzünlenmiş, Erol Bey’e başka anıları da varsa paylaşmasını rica etmiştim. Babamın gençlik fotoğrafını görmenin heyecanı bir yana, ta İsviçre’den 50 küsur senedir iki dilde yaşarmayı başarmış Erol Bey’de beni bir o kadar duygulandırmıştı.

Hafta sonu bu kez rehber arkadaşım sevgili Mahir’le Balat’ta gezinirken Or Ahayim Hastanesini gruplarına “Türk Yahudi toplumuna ait olan bu hastanede tam teşekküllü tedavi olmanız için SGK’lı olmanız yeterli, hem de öyle kelli felli hastanelerden hizmette eksiği yok” diyerek gururla aktarması beni bir kez daha düşündürmüştü. Evet, belki Balat’ta artık yaşayan pek Yahudi nüfus kalmamış, hastanenin hizmet alan hasta sayısı çoğunluk genel topluma kaymış olsa da Balat Hastanesi geçmişle gelecek arasındaki bağımızdı. Siyasilerimiz eğer sayıları hızla azalan dini azınlıkların bu topraklardaki renkler olarak kalmalarını arzu ediyorlarsa kurumlarımızın ayakta kalmaları için daha çok destek göstermeleri gerekmez miydi? Balat sokaklarını gezerken kimi sadece ayakta kalan kapısı ile tarihe direnebilmiş, içi çoktan bir açık garaj olmuş, daha da beteri tamirci dükkânı, lastikçi ya da atölyeye dönüşmüş ibadethanelerimizi gördükçe bir kez daha içim acımıştı. Bu bölgede halen ayakta kalan binalarımız varken, sonradan keşke dememek için kültürel mirasımıza sahip çıkmalı, kurumlarımızı ayakta tutacak desteği esirgememeliyiz.

Artık olmayan geçmiş ve daha olmamış gelecek arasında sıkışıp kalmış biz Türk Yahudileri her geçen yıl sayıca daha da azalsak da gittiğimiz yer neresi olursa olsun, Türkçe yaşamaya devam ederiz. Bu öylesine bir duygudur ki, tıpkı Erol Bey gibi doğup büyüdüğümüz şehirden ne kadar uzak kalsak da gerek bu topraklara dair anılarımız gerekse de ana dilimiz her daim bizimle gelir. Kimi zaman geçmişimizi ziyaret etmemiz, bazen acı ve travmatik olsa da onu hazmetmemiz gerekir ki bu sayede ilerleyebilelim. Bu tıpkı arada bir dikiz aynasından bakarak arabayı sürmek gibidir. Türkiye bir çelişkiler ülkesidir. Kimi gün hep beraber sevinirken, ertesi gün komşumuz bildiklerimizin tek bir sözü ile bile yaşadığımız ülkeye yabancılaşabiliriz. Yaşadığımız bu zor dönemde ihtiyacımız olan tek şey sevgidir. Olaylardan çok niyetlere değinip, çözümü dışarıda aramak yerine samimi davranmayı başardığımız sürece aradığımız o sevgiye ulaşmamız kolaylaşabilir. Yeter ki kendimize dışarıdan bakma cesaretini gösterebilelim. Dilerim yaşadığım ülke bir açık hava tımarhanesine dönüşmeden, kendimizi yeniden yaratmayı başarabiliriz…

Beyoğlu’nda güzel  şeyler oluyor!

Geçtiğimiz hafta Beyoğlu Belediyesi’nin öncülüğünde Beyoğlu, o özlenen tadında etkinliklere ev sahipliği yaptı.  Öncelikle çarşamba günü açılışı yapılan Beyoğlu Antika Festivali şehrin dört bir yanında eski eşya tutkunlarını bir araya getirirken, festival süresince düzenlenen Klasik Türk Müziği konserleri, mezatlar ve birbirinden keyifli faaliyetler katılımcıları mutlu etti. Bir diğer etkinlik ise Beyoğlu Şiir ve Edebiyat Festivali idi. Festival süresince imza günü ve söyleşiler düzenlenirken, cumartesi akşam Mephisto Kafe’de düzenlenen etkinliğin konukları edebiyatımızın önemli isimlerinden Mario Levi ve Ahmet Ümit’ti. Hınca hınç dolan salonda anekdotlar eşliğinde iki usta kalem yazarlık hayali olanlara tavsiyeler verip, deneyimlerini paylaştılar. Son olarak ise pazartesi akşamı Fransız Kültür Merkezi yazar Nedim Gürsel’in 50. Yazarlık Yılı vesilesi ile bir etkinlik düzenledi. Akademisyenlerin Gürsel’in eserlerini Fransızca olarak yuvarlak masada tartıştıkları gece, yazarın duygu yüklü konuşması ve bahçedeki kokteyl ile son buldu. Dileriz Beyoğlu o özlediğimiz havasını bu tarz faaliyetlerle tüm kış devam ettirir.