Çok uluslu kurumsal savaşlar yayılıyor

Bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz sahneler ve senaryolar yavaş yavaş ekonomi ve iş hayatında gerçekleşmeye mi başlıyor?

Cüneyt DİRİCAN Ekonomi 0 yorum
21 Eylül 2016 Çarşamba

Uzay ekonomisi çağında Star Wars gibi filmlerde gördüğümüz galaksiler arasındaki bağımsız ticaret federasyonlarının ilk evresine mi giriyoruz? Fransız Voltaire, Rousseau, Montesquieu gibi Aydınlanma Çağı’nın yazarlarının tanımladığı yönetim ve siyaset kavramları yerini önümüzdeki yüzyıllarda başka formatlara mı bırakacak? Ulus devlet ve sınırlarla çizili devlet anlayışı yerini ilerleyen yıllarda şirket devlet ve galaktik devlet anlayışına mı bırakacak? Bu soruların cevabını bilemeyiz, çünkü benzer konulu film senaryolarında farklı farklı uygulamalar ve sonuçlar var. Uzay çağında belki hepsi olacak.

 

 

Önce bu soruları düşündüren örnek filmleri bir hatırlayalım. Star Wars filminde Klon Savaşları’nda önemli bir rol üstlenen ve bundan kârlı çıkan Ticaret Federasyonu, serbest ticaret bölgelerinin vergiden bağımsız olmasının kendi çıkarlarına aykırı olması nedeni ile Naboo gezegenini abluka ve ambargo altına alır. Elysium filminde ise varlıklı olan insanlar dünyanın hemen dışında kendilerine bir uzay istasyonu kurmuşlardır ve Delacourt (Jodie Foster) uzay istasyonunun hükümet yetkilisi olarak dünyadan gelen mülteci akınını durdurmak için her türlü önlemi almaktadır. Judge Dredd ise film olarak aklımızda kalsa da aslında bir bilimkurgu romanı serisidir. Robot Savaşları hikâyesindeki bir karakter olan Yargıç Dredd sonradan kendisi bir seri olmuştur. Dredd evinde Wobot adlı bir robotla yaşayan ve süper bir yapay zekânın yardımı ile sokaklarda adaleti, yaşadığı şehir Mega-City One yönetimi adına, kendisi sağlayan bir polis yargıçtır. Mega-City One ise Kuzey Karolina’da bir bağımsız ülkedir 2100’lü yıllarda. Marslı, Moon filmleriyse diğer örnekler.

Peki, baştaki bu soruları sorduran, bilimkurgu senaryolarını gündeme getiren güncel konu ne?

Cevabı, son zamanlarda başta ABD ve AB arasında yaşanan soğuk ticaret savaşları... Aslında yeni bir durum değil. Farklı savaş yöntemleri var. Soğuk savaş, siber savaş, askeri savaş, finansal savaş, uzay savaşları, kur savaşları ve ticaret savaşları. Kur ve ticaret savaşları ekonomi kitaplarında, makalelerde yer alan bir olgu. 2008 sonrasında bu savaş süreci hızlandı. Lehman Brothers’ın batması ile ek bütçe maliyetlerine katlanan ABD Hazine’sinin bütçe açığı yılda ortalama 1 trilyon dolar civarında. Kümüle kamu borcu 19 trilyon doları aşmış dünyanın en büyük ekonomisini zorluyor, hane halkının/şirketlerin borcu hariç. Önümüzdeki yıl 20 trilyon dolarlık bütçe üst limitini aşmak zorunda kalacaklar. Kamu borcu/GSYİH oranı yüzde 105 olan ABD’de başkan (adayı) Trump dışında kimsenin bir çözüm önerisi yok. Trump hazine kâğıtlarını yani borçları geri satın alarak yapılandıracağını söylüyor özetle. FED’in yani Yellen’in uzun zamandır Obama hükümetine düşük faizler ile destek çıktığını ve sorunları bir sonraki başkana (kendisine) ertelediğini söylüyor. Aslında haksız değil. Benzer bir makaleyi Yanis Varoufakis World Economic Forum’da yayınladı. Özetle, AB Merkez Bankası’nın eksi faiz oranı ile deflasyona yol açtığını, paraların satın alma güçlerinin eridiğini, Yellen ve Mario Draghi’nin saatli bomba ile piyasalardaki çöküşe zemin hazırladığı sonucunu çıkartan bir yazı yazdı. Varoufakis’i hatırlar herkes. AB’nin ve IMF’in yaptırımları sonucu, referandumda çıkan OXİ’ye rağmen, hâkimiyet milletindir kararına saygı duyulmadığı için istifa eden, ettirilen motosikletli Yunan Ekonomi Bakanı. Kamu bütçesi açıklarının AB’de GSYİH’ya oranı yüzde 95’lere geldi. Aslında bu oranlar mali analizde teknik iflas anlamına geliyor. Çözümsüz olan maliye politikalarında işte bu nedenle ister istemez ticaret ve kur savaşları devreye giriyor. Parasının değerini diğer para birimlerine karşı düşüren ülkeler daha fazla ihracat talebi beklentisi ile istihdam, kurumlar vergisi, döviz rezervi, ekonomik büyüme hedefliyorlar. Kurların değer kaybı ile oluşan bu savaşta artık Merkez Bankaları bile paritelerin gücüne dayanamaz hale geldiler. Bu şekilde canlanan ekonomi ile vergi gelirlerinin artmasını hedefliyorlar, rezerv artışı ile kamu finansmanı yükünü hafifletmeyi hedefliyorlar. 2008 bu süreci ışık hızına çıkaran yıl oldu. Kamu bütçe açıkları tüm bunlara, parasal genişleme, sıfır ve eksi faizlere rağmen kapanmayıp tersine büyümeye devam edince ister istemez ticaret savaşları da devreye girmeye başladı. Bu savaşın ilk somut mermisi ise 2010’da Meksika Körfezi’nde petrol kirlenmesine neden olan British Petroleum’a (BP)’ye ABD Federal Mahkemesinin kestiği 20 milyar dolar ceza ile atıldı. Sonrası ise malum, bugünlerde Apple’ın, Deutsche Bank’ın, Volkswagen’ın aldığı cezalar ile devam etti, ediyor, edecek, artacak. Ulus devletler ile (ilerideki) şirket devletler arasındaki savaşın ilk primitif versiyonlarının sinyali olabilir mi? Yorumu okuyucularımıza bırakalım. Şu anda ticaret blokları ve ülkeler arasındaki rekabet gibi görünse de, vergi ve uygulama cezaları, Panama Belgeleri, Mossack Fonseca farklı bir sürece girdiğimizin göstergesi aslında. 

1 Yorum