Jeff Hakko sualtı koleksiyonunu Deniz Kuvvetleri´ne bağışladı

Deniz ve sualtı tutkunu olan iş adamı Jeff Hakko, tarihi dalgıç malzemelerinden oluşan 200 parçalık eşsiz koleksiyonunu Deniz Müzesi’nde sergilenmek üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağışladı.

Toplum
21 Eylül 2016 Çarşamba

Emekli (dalgıç) dz. Kd. Albay Kaptan Selçuk Koray, Jeff Hakko’nun bu ‘asil’ bağışını kaleme aldı.

 

Hakko ve Koray 

 

Jeff Hakko’dan ‘asil’ bir davranış…

Jeff Hakko’yu tanıyanlar onun nasıl bir deniz ve sualtı tutkunu olduğunu da çok iyi bilir, üst düzey bir tarihi dalgıç malzemeleri koleksiyoneri olduğunu da, bu koleksiyonuna nasıl büyük bir aşkla bağlı olduğunu da…

O, artık emekliliğine ‘yumuşak geçiş’ yapmaya başladığı bu son yıllarda, gösterişli partilerin lüksünden uzak tam bir dalış platformu olarak dizayn ettiği teknesinde, ‘derin mavi dünya’ olarak tanımladığı denize ve sualtına daha fazla zaman ayırabilmenin mutluluğunu ve hazzını doyasıya yaşıyor…

Diğer taraftan, dünyada bir eşi daha olmayan koleksiyonunu da olabildiğince zenginleştirmeye çalışıyor. Ama bunun ‘sahtecilik’ nedeniyle giderek zorlaştığından, bu büyük koleksiyonu evde bulundurmanın artık zihnini rahatsız etmeye başladığından ve koleksiyonun geleceği konusunda birtakım endişeler yaşadığından da bahsetmeye başlamıştı… Birlikte olduğumuz zamanlarda, koleksiyonunu uzun uğraşılar sonucunda oluşturduğundan, artık onu ‘ev hapsinde’ tutmanın doğru olmadığından, kendisinden sonra kimseden bu koleksiyona sahip çıkmasını bekleyemeyeceğinden, maddi değer biçip elden çıkarmak fikrine ise, koleksiyonun ‘bölünüp dağılacağı’ ve emeklerinin ‘uçup kaybolacağı’ endişesiyle sıcak bakamadığından dem vurur olmuştu… Onunla sualtı dünyasının dinginliğini paylaşmış bir dalgıç olarak, ben de onun bu endişelerini çok iyi anlıyordum…

Tanıyabileceğiniz en mükemmeliyetçi, titiz ve detaycı insanlardan olan Jeff Hakko, bu derdine de en iyi çareyi yine kendisi bulacaktı tabii ki…

Jeff, o muhteşem koleksiyonunu, Deniz Müzesi’nde sergilenmek üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağışlıyor…

Gelin onun sualtı tutkusunu, koleksiyonerliğini ve sonuçta buna nasıl karar verdiğini kendi ağzından dinleyelim:

“Sualtı dünyası ile 1960’lı yılların başlarında, çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Büyükada’da tanıştım. Bu tanışma, bende bir ömür boyu yer edecek büyük deniz ve sualtı tutkumun da başlangıcı olacakmış meğer... 1985 yılında aldığım uluslararası dalgıç brövem sayesinde, o güne kadar amatörce ilgilendiğim bu dünyada artık ben de bir basamak atlamış; aletli dalış yapmaya başlamıştım. Bu sayede işin bambaşka, bilimsel ve tarihsel bir boyutu da olduğunu idrak etmeye başlamıştım.

Tarihe olan ilgim, dalgıçlığın bilimsel yönünü de öğrenmeye başlamış bir dalgıç olarak, sualtıcılığın tarihine de sonsuz bir ilgi ve merak duymama vesile oluyordu. 1990 yılında güney Fransa’da sualtı dünyasıyla ilgili bir sempozyuma katılmıştım. Bu sempozyumun yapıldığı salonun girişine, parlatılmış muhteşem bir metal dalgıç başlığı konulmuştu. Bu başlığı görür görmez ruhumda bir ürperti hissetim. O başlığa vurulmuş, büyülenmiş; başlığın taşıdığı derin anlamla adeta çarpılmıştım. Demek bunu kullanıyordu eski dalgıçlar. Tarih içinden gelerek bu başlığın içinden, o sempozyumdaki bizleri izliyorlardı sanki. Çok etkilenmiştim. Kimdi acaba bu başlığın sahibi? Başka neler vardı elinde? Benim neden böyle güzel dalgıç ekipmanlarım olmasındı? Bu derinden etkilenmişlikle, o başlığın sahibini buldum. Kendisiyle tanıştım, konuştum. Türkiye’ye döndükten sonra dayanamadım ve tekrar Fransa’ya dönerek aynı kişiyi buldum. Ondan başlığı istedim ve sonuçta bugünkü koleksiyonumun ilk parçasına 1990 yılında sahip oldum. O günden itibaren de bu ilginç, bazen ürkütücü ama her zaman ihtişamlı aletlerin koleksiyonunu yapmaya başladım.

Dünyada artık çok nadir rastlanan bu aletleri bulmakta zorlanıyordum. İnsanların, bu çok spesifik konuda bile bilinçsizliklerinden dolayı, bu tür eserlerin, sırf malzemesinin pirinç ve bakır değeri için eritilmesi sebebiyle, bir dönemin tarihinin maalesef yok edildiğini görmek beni çok üzüyordu. 27 senedir titizlikle, detaycılıkla, bazen düşünülmeyecek zorluklarla, bazen de ancak bir koleksiyonerin, nadide ve çok arzuladığı bir eseri koleksiyonuna katmasının verebileceği, o çok özel heyecan ve mutlulukla bugünlere geldim.

Koleksiyonumda bugün en eskisi 1880 yılında üretilmiş 70 dalgıç başlığı, altı derin su dalgıç tulumbası, iki sığ su dalgıç tulumbası, 20 çift dalgıç ayakkabısı, 30 dalgıç bıçağı, 15 dalgıç feneri, 15 dalgıç ağırlığı, 6 muhabere cihazı ve muhtelif tamamlayıcı malzemelerden oluşan 200 obje bulunmakta. Bunlara ek olarak, bu konuda oluşturduğum 300 kitaplık bir kütüphane ve tarihi belge arşivim de var.

Fakat artık bu koleksiyonun bir anlamda doyuma ulaştığını; ona yeni, farklı ve orijinal bir parça katmanın adeta imkânsızlaştığını görüyordum. 2009 yılında birkaç aylığına da olsa ev hapsinden çıkıp Deniz Müzesi’nde sergiye açılması, orada birçok sualtı tutkunu ile kucaklaşması, koleksiyonuma ve koleksiyonerliğime bakışım için bir dönüm noktası olmuştu. Onu artık sadece kendime mâl edecek şekilde evde tutamazdım. O aslında canlıydı ve her bir parçası belki de yüzlerce dalgıcın ruhunu taşıyordu. Tüm insanlığa ait olmalıydı. Büyüyen her bebek gibi, o da hayata atılmalıydı. Ama ondan kopmadan ve onun bütünlüğünü de riske etmeden nasıl olabilecekti ki bu? Onu, benden maddi değeri karşılığında alıp sahip olabilecek hiç kimseye de emanet edemezdim. Zaten bir baba evladına paha biçebilir miydi ki? Göz bebeğim, artık kalıcı bir bütün olarak hak ettiği, kendisine yakışan yerde olmalıydı…

Koleksiyonumu layık olduğu gibi, mahir ellerde muhafaza edilmek ve Deniz Müzesi’nde sergilenmek üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’mıza bağışlamış olmakla, çok memnun ve müsterihim. Böylece, 27 yıl boyunca onu oluştururken yaşadığım tüm zorlukları unutmuş, heyecanımı paylaşmış ve aldığım tadı; yaşadığım mutluluk ve gururu da taçlandırmış olarak hissediyorum kendimi...

Koleksiyonumun sonsuza kadar Deniz Müzesi’nde kalması ve sualtına gönül verenlerin orada ona bakarak, yıllar önce benim hissettiklerimi hissedebilmesi en büyük dileğim…

Ne mutlu bana ki, onunla bağım artık hiç kopmayacak. Ömrüm oldukça, dilediğim zaman gidip Deniz Müzesi’nde bebeğimi tekrar tekrar kucaklayabileceğim.

Ve, ileride o başlıkların içinden ben de sizlere mutlulukla gülümseyerek bakıyor olacağım…”

Yine mükemmeli buldun Jeff... Gözlerimizi yaşarttın. Bu örnek ve duyarlı davranışın, sana olan sevgimi ve saygımı katladı.

Koleksiyonun Deniz Müzesi’ne, bu ‘asil’ davranış da sana çok yakıştı.

Tüm derin mavi tutkunu sualtıcılar adına, sonsuz teşekkürler dostum…