Yetim hakkı yiyen asıl Hamas

Alber NASİ Köşe Yazısı
17 Ağustos 2016 Çarşamba

2000 yılında ABD Başkanı Bill Clinton (şimdiki başkan adayı Hillary Clinton’un eşi), İsrail’in başbakanı ise Ehud Barak’tı. Filistinliler henüz bölünmemişti. Yaser Arafat Filistinlilerin tek lideriydi. Başkan Clinton barış konusunda oldukça hevesli ve bir yandan da sabırsızdı. Başkanlığının son yılıydı ve böyle bir barışa imza atmaları için tarafları ikna etmeye çalışmanın yanı sıra ABD’nin imkanlarını da her iki tarafın emrine sunuyordu.

Aynı zamanda İsrail Eski Genelkurmay Başkanı da olan Ehud Barak savaştan bıkmıştı. Barış olması için inanılmaz hatta gerek İsrailliler için gerek dünya Yahudileri için kabul edilemez nitelikteki tavizlerle barış masasına oturmuştu. Oysa gerçekte Barak verdiği tavizlerde kendi seçmen kitlesini bile ikna edememişti.

FKÖ, FÖY ve El Fetih’in Lideri Yaser Arafat ise “Ben bu koşulları halkıma açıklayamam” diyerek Filistinliler için çok önemli olacak bu kazanımları elinin tersiyle itmişti. Bir daha Filistinlilerin benzer koşulları rüyalarında dahi göremeyeceklerini aslında Arafat da biliyordu.

Arafat’ın bu kararı karşısında herkes şok olmuştu olmasına ama üzerinde gerektiği kadar durulmamış, konu bir anda İsrail’in “zulmüne” döndürülmüştü. Ne de olsa derinlerde yaşatılan antisemitizme bağlı İsrail düşmanlığı, Arafat’ın tüm bu anlaşmayı reddetmesinin sebep ve sonuçlarına odaklanmayı engellemiş, konunun dallanıp budaklanmasına izin vermemişti. İsrail’i suçlamak daha kolaydı.

Oysa gerçekte Arafat, düzenin bozulmasını istemiyordu. Filistinlilerin bir devlet olmasını, gerçek anlamda kendi kaderlerini tayin etmelerini istemiyordu. Kendi liderliği risk altına girecekti. Tek istediği kendi düzeniydi. 2004 senesinde Arafat ölünce 300 milyon dolarlık serveti ortaya çıkıyor. Bu servet doğrudan Filistinlilere yapılan yardımlarla ilişkilendirilemese de bu paranın ağırlıklı olarak dış yardımlarla ayakta kalan Filistinlilerin olduğuna dair pek bir şüphe yok. Var olan düzeni neden değiştirmek istemediği belli olmuştu. Durum son derece açık aslında. Filistinliler için mağdur edebiyatı ile toplanan kaynaklar bir şekilde yöneticilerin cebine aktarılıyordu. Bu hiç değişmedi.

Filistinli terör örgütlerinin en büyük şansı İsrail’dir. Dünyadaki Yahudi aleyhtarlığına bağlı İsrail karşıtlığı o kadar güçlüdür ki Filistinli örgütler her zaman için bu durumdan yararlanır. Aradan geçen seneler boyunca aslında hiçbir şey değişmedi. Örnek verelim; El-Fetih’le bu karlı pastayı paylaşmak isteyen ve İslami motifler kullanan Hamas ortaya çıktı. Filistinlilerin yıllardır dış yardım aldığı, bu yardımlarla ayakta durduğu bir gerçek. Oysa bunca yardıma, yatırıma rağmen hala hayatlarında önemli bir değişiklik yok, fakirlikten, yardıma muhtaç olmaktan kurtulabilmiş değiller. Sebebi belli. Gözlerini para bürümüş hırslı liderler kendi kasalarını doldurmakla meşguller.

Buna yeni bir örnek de bu hafta yaşandı. Son günlerde Filistinlilerin daha iyi şartlarda yaşamaları için, iş-güç sahibi olabilmeleri için bağış olarak toplanan kaynakların Hamas’ın terörist yetiştirme programlarında kullanıldığını öğreniyoruz. Filistinliler aç ve çaresiz, bebek yaşta çocuğunu İsrailli askerlerin üzerine yollayacak kadar gözü kararmış ve nefret içerisinde. Bir yandan bu mağduriyeti körükleyen sözüm ona onlar için savaşan terör örgütleri. Liderleri dolce vita yaşarken boş yere ölen ve eziyet çeken Filistinliler. Öte yandan da Filistinlilerin içinde bulunduğu durumdan sadece İsrail’i sorumlu tutan antisemit blok. İsrail kim tarafından yönetilirse yönetilsin Filistinliler kendilerini koruyacak liderler çıkarmadıkça barış gelmeyecek ve Filistinliler nesiller boyunca acı çekmeye ne yazık ki mahkum kalacaklar.

***

Türkiye’de darbe girişiminin psikolojik etkileri yavaş yavaş atlatılırken, Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile yakınlaşması dikkat çekici. Rusya’nın Türkiye ile yakınlaşması gibi İsrail’le de yakınlaşması da Arap basınında nefretle izleniyor. Hatta İsrail ile Rusya arasında güçlü bağlar kurmaya çalışan Putin’in Yahudi kökenli olduğuna dair dedikodular da Arap basını tarafından sıkça gündeme getiriliyor. Ancak gelinen noktada eski dünya düzeni değişmeye başladı. İsrail ve Türkiye’nin ABD ile olduğu kadar Rusya ile yakınlaşması da ister istemez alışagelmiş dengeleri değiştirmekte.