Ergetz’in peri prensesi-2

Geçtiğimiz hafta ilk bölümünü verdiğimiz Bar Şalmon’un öyküsünün bu haftaki bölümünde yalnız bir şekilde kıyıda bırakılan Bar Şalmon’un başından neler geçtiğini okuyacağız.

Sara YANAROCAK Kavram
29 Haziran 2016 Çarşamba

Bar Şalmon, kıyıda umarsız ve kırgın bir şekilde gözden kaybolan gemiyi izlerken, arkasındaki ağacın gerisinden bir kükreme sesi duyarak yerinden korkuyla sıçradı. Dalların arasından, kükreyen bir aslan, ateş saçan gözlerle ona bakıyordu.

Bar Şalmon can havliyle ağacın tepesine tırmanmaya başladı. Aslan da peşinden gelirken, her nedense vazgeçip ağacın dibinde durdu. Bar Şalmon gün boyunca onu gözledi. Aslan ağacın dibinde duruyor ve ara sıra kükrüyordu. Tüm gün ve gece böyle geçti. Bar Şalmon korkudan gözünü bile kırpmamıştı. Güneş doğarken onu yeni bir tehlike bekliyordu. Gökyüzünden, bir kartal ona doğru hızla yaklaşıyordu. Bar Şalmon kemerindeki bıçağı eline alarak onu beklemeye başladı. Arkasından yaklaşıp tam bıçağını saplayacakken, kartal dev gibi kanatlarını açarak çırpmaya başladı. Bar Şalmon geriye çekilerek dalların arasına saklanmaya çalışıyordu. Ani bir kararla bıçağını kemerinin kılıfına sokarak, kartalın kanatlarına elleriyle sıkı sıkı tutundu. Az sonra kuş, son sürat gökyüzüne doğru yükseldi. Bar Şalmon aşağı düşmemek için kanatlara adeta yapışmıştı. Kuş uzun bir süre semalarda süzüldükten sonra, adam aşağılarda ağaçlık bir alanın üzerinden geçtiklerini fark etti. Ada artık geride kalmıştı. Kuş uzun bir süre denizin üzerinde uçtu. Millerce yol kat etmişlerdi. Adam açlıktan ölmek üzere idi, kendini sersemlemiş hissediyordu. Kuş durmadan uçuyorken aşağıda denizden başka hiçbir şey görünmüyordu. Gece yaklaşırken, Bar Şalmon aşağıda, sevinçle ışıklar içinde parıldayan bir şehre vardıklarını anladı. Kartal yavaşladı ve son hızla aşağı doğru dalışa geçti. Bar Şalmon hızla, kartalın sırtından, ağaçların üzerine doğru atladı. Ağaçların dalları onun ağırlığı altında çatır çatır kırılırken, adamın kıyafetleri de paramparça, her tarafı yara bere içindeydi. Ama bu tehlikeli atlayışın hızını ağaçlar kesmişlerdi.

Bar Şalmon şehrin tam eteklerinde olduğunu gördü. Etrafına iyicene bakındı, gözüne ilk çarpan şey bir sinagogun kapısıydı. Ayağa kalktı, üstünü başını silkeledi, kuşun tüylerini ceketinden ayıkladı, Sonra kapıya doğru yaklaştı ve tokmağını tıklattı. Açlıktan, yorgunluktan ve dehşetli uçuştan ötürü kendini bitkin ve zayıf hissediyordu. Kapı açılmayınca basamaklara çöktü. Birisi koluna dokundu. Bu bir erkek çocuktu. Çocuk tuhaf birine benziyordu. Ayakları yarıktı, pabuçları yoktu. Üzerinde ceket olduğunu sandığı kanatlı bir giysi vardı. Kuş tüyleriyle kaplıydı. Bar Şalmon ona bakarak, İbranice; “İvri onohi, ben İbraniyim” dedi. Çocuk ona, “Ben de öyleyim. Beni takip et” dedi. Çocuk topallıyordu, Birlikte arka avluya ilerlediler. Orada küçük bir ev vardı. Çocuk birden pencereye doğru uçarak yükseldi ve pervazına kondu. Kapı kendiliğinden açıldı. Çocuk pencereden atladı ve onunla birlikte eve girdi. Adama bir odayı işaret etti. İçeriye girdiğinde koltuğunda oturan yaşlı bir adam gözüne çarptı. Adam bir rabiye benziyordu. Rabi ona bakarak, “Şalom, hoş geldin” dedi ve masaya oturmasını işaret etti. Ellerini çırptı ve o anda mükellef bir sofra Bar Şalmon’un önünde belirdi. Rabi sessizce onun yemeğini bitirmesini bekledi. Bar Şalmon’un yemeği bitince, rabi tekrar ellerini çırptı sofra ortadan yok oldu. Rabi ona dönerek, “Hadi bakalım şimdi bana olanları anlat” dedi. Bar Şalmon, “Ben yeminimi bozduğum için cezalandırılmış bir kişiyim, lütfen evime dönmeme yardım edin. Bunun için sizi çok iyi ödüllendiririm. Günahımın kefaretini ödemek istiyorum” dedi. Rabi kasvetli bir sesle, “Ne yazık ki, çok zor bir durumda olduğunun henüz farkında değilsin. Şu anda nerede olduğundan haberin bile yok her halde?  Şimdi, sen insanların yaşadığı bir ülkede değilsin. Şu anda Ergetz ülkesinde bulunuyorsun. Burası iblisler, periler ve cinlerin ülkesidir”. Bar Şalmon, “Ama siz Yahudi değil misiniz?” diye sordu. Rabi, “Kesinlikle öyleyim. Burada da bütün dinler vardır. Siz ölümlüler gibi, bizim de ayrı dinlerimiz var” dedi. Bar Şalmon fısıltıyla, “Bana neler olacak?” diye sordu. Rabi, “Bilmiyorum. Buraya birçok ölümlü insan gelir. Korkarım hepsi de ölüme mahkûm edilirler. İblisler onları hiç sevmezler” dedi. Bar Şalmon ağlamaya başladı. Rabi, “Ağlama, ben bir Yahudi olarak, işkence ve kötülükten hoşlanmadığım için, seni kurtarmak için gayret edeceğim” dedi. Bar Şalmon teşekkür edince rabi zarifçe, “Daha sonra teşekkür edersin. Aslında damarlarımda insan kanı dolaşıyor. Benim büyük büyükbabam ölümlü bir insandı. Ama buraya düştüğü zaman ölüme mahkûm edilmemişti. Böyle bir ölümlünün soyundan geldiğim için, ben de rabi olabildim. Belki sana da bir ayrıcalık tanıyabilirler ve bu ülkede yaşamana izin verirler” dedi. Bar Şalmon, “Ama ben evime dönmek istiyorum” diye sızlandı. Rabi başını sallayarak, “Şimdi bir güzel uyuman gerekiyor” dedi. Sonra ellerini Bar Şalmon’un gözlerinin üzerinden geçirdi. Adam derhal derin bir uykunun kucağına düştü.

Uyandığı zaman gün ağarmıştı. Küçük çocuk yastığının yanında durmuş onu izliyordu. Ona kendisini takip etmesi için işaret etti. Evin altındaki alt geçitten, sinagogun içine girdiler. Rabinin yanına vardılar. Rabi fısıldayarak, “Buradaki varlığını öğrendiler” dedi. Sözleri biter bitmez etrafı korkunç bir gürültü sardı. Sesler vahşi ve korkutucu bir biçimde giderek yükseliyordu. Sinagogun bütün pencere ve kapılarının arasından içeriye acayip bir kalabalık akıyordu. Türlü, çeşit ve boyutlarda iblisler etrafta kaynıyorlardı. Bazılarının bedenleri kocaman, kafaları minicikti, bazıları ise devasa koca kafalara ve incecik vücutlara sahipti. Kiminin kocaman parıldayan gözleri, diğerlerinin inanılmaz büyüklükte ağızları vardı. Çoğu tek bacaklıydı. Hepsi aynı anda Bar Şalmon’un etrafında dolanıyorlardı. Acaip sesler çıkartarak, tuhaf hareketler yapıyorlardı. Rabi kürsüye çıkarak seslendi, “Sizler kana susamış yaratıklarsınız. Buranın kutsal bir yer olduğunu unutmuş görünüyorsunuz. Sabah duası bitmeden konuşmanızı men ediyorum”. İblislerin hepsi sessizce ve sabırla beklediler. Sabah duası bitince, yeniden şamata koptu. İblisler yaygara kopartarak, “Bu yalancıyı bize teslim et. Onun yaşamaya hakkı yok” diye bağırıyorlardı. Rabi onları zorlukla susturarak, “Beni dinleyin, Ergetz ülkesinin iblisleri ve ruhları. Bu adam benim ellerimin arasına düştü. O yüzden ondan ben sorumluyum. Kralımız Aşmeday’ın bundan mutlaka haberi vardır. Bu adamı dinlemeden infaz etmemeliyiz. Önce kralımızdan onu adil bir biçimde yargılamak için izin almalıyız” dedi. Büyük itirazlardan sonra iblisler sonunda bu teklifi kabul etmeye karar verdiler. Yine aynı gürültü ve şamata ile sinagogu terk ettiler.

Bar Şalmon, iblis ve perilerin gürültülü patırtılı kalabalığının eşliğinde, Kral Aşmeday’ın sarayına götürüldü. Milyonlarca iblis yerden gökten fışkırıyordu. Kimileri duvarlardaki deliklerden süzülüyor, kimileri yer altından fışkırıyorlardı. Evlerin damlarındaki bacalardan püskürüyorlar, atlayıp hopluyorlardı. Korkunç bir gürültü etrafı kasıp kavuruyordu.

Saray beyaz mermerden yapılmış muhteşem bir yapıydı. Bütün bina dantel gibi işlenmişti, devasa bir meydanın tam ortasındaydı. Etraftaki harika çeşmelerden kristal sular fışkırıyordu. Sarayın ön balkonunda Aşmeday belirdiği zaman, bütün iblis ve periler sustular ve dizlerinin üzerine çöktüler. Aşmeday gök gürültüsünü anımsatan bir sesle, “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırdı. Rabi öne doğru çıkıp selam verdikten sonra, “Yahudi bir ölümlü benim ellerime düştü. Bu mahlûklar onun yalancı olduğunu ileri sürerek, öldürmek istediler. Sizden rica ediyorum adaletli kralım, lütfen onun mahkemede yargılanmasına izin verin” dedi. Aşmeday, “Buraya atla da seni iyice bir görelim “dedi. Bar Şalmon 60 metre yüksekliğindeki balkona bakarak, “Ben bunu yapamam ki…” diye korkuyla mırıldandı. Rabi ona,

“Dene” dedi. Bar Şalmon zıplayınca ayakları yerden kesildi, kendini bir anda balkonda buluverdi. Kral ona bakarak, “Çok düzgün bir atlayıştı, bakıyorum çok çabuk öğreniyorsun” dedi. Bar Şalmon, “Öğretmenlerim de hep öyle derlerdi” dedi. Kendi ülkemde insanlar, benim ülkenin en kültürlü insanı olduğumu söylerlerdi” dedi. Kral, “O zaman seni diğer insanlardan ve yaratıklardan daha üstün olarak kabul edebilir miyiz, göreceğiz. Benim âlim olmasını arzu ettiğim bir oğlum var. Eğer onu çok iyi bir biçimde eğitir, her şeyi öğretirsen, hayatını bağışlayabilirim. Mahkeme talebinizi kabul ediyorum” dedi. Kral asasını kaldırarak, iki köleye işaret etti. Köleler Bar Şalmon’un birer koluna girerek, onu hızla havalandırdılar. Üçü birden balkondan aşağı uçtular. Meydanda duran çeşmelerin birinin tepesinde durdular. Bar Şalmon aslında buranın bir binanın çatısı olduğunu fark etmişti. Hemen yanında rabi duruyordu. Ona dönerek, “Neredeyiz?” diye sordu. Rabi, “Burası adalet sarayıdır, saraya 1 mil uzaktayız” dedi. Önlerinde bir kapı açıldı. Devasa bir salona girdiler. Salonun tam ortasındaki kürsüde üç yargıç oturuyordu. Bar Şalmon’u sanık sandalyesine oturttular. Sinagogdaki şamata şimdi bütün şiddetiyle burada süregeliyordu. Sessizlik sağlandıktan sonra, küçük bir yaratık, yüksekçe bir yere çıkarak elindeki rulo kâğıtlardan Bar Şalmon hakkında konuşmaya başladı. Anlatı tamamen en ince noktasına kadar Bar Şalmon’un hayatı ve yaptıkları hakkındaydı. Tek bir ayrıntı bile atlanmıyordu. Yaratık, “Ölümlü Bar Şalmon’un burada yargılanmasının sebebi ölüm döşeğinde yatan babasına ettiği yeminden vazgeçmesi ve yeminini çiğnemesidir” dedi. Daha sonra sözü alan Rabi, Bar Şalmon’un ettiği yeminin geçerli sayılmaması gerektiğini, çünkü babasının oğluna, sahip olduğu hazinelerden hiç söz etmediğini, bu yüzden de kendisinin bilinçsizce bu yemini verdiğini söyledi. Ayrıca Bar Şalmon’un bir ilim adamı olduğunu ve Kral Aşmeday’ın veliaht oğlunu eğitmesini arzu ettiğini de ekledi.

Mahkeme bitince yargıç kararını açıkladı, “Bar Şalmon, yeminini bozmana rağmen ölmeni doğru bulmuyoruz. Fakat bu çok ciddi bir suç. Nedir ki babanın son anında doğru düşünmediğine şüphe yok. Bu yüzden hayatını bağışlıyoruz” dedi. Bar Şalmon minnetini ifade ettikten sonra, “Evime ne zaman geri dönebilirim?” diye sorduğunda, yargıç, ‘Asla’ diye cevapladı. Mahkeme sona ermişti. Bar Şalmon salondan çıkarken yüreği sıkıntıdan sıkışıyordu. Şimdilik emniyetteydi. İblisler artık zarar veremeyeceklerdi ama evine dönmesi şimdilik bir hayaldi.

Devamı haftaya…

Kaynak:Aunt Naomi’s Stories: Gertrude Landau/1919