Garip ikincilik ödülü

Henüz 27 yaşındayken, kariyerindeki altı filmle ödüllere boğulan, harika çocuk ilan edilen, kendisine sıkı bir hayran kitlesi edinen Xavier Dolan’ı, jüri bu yıl upgrade ederek Büyük Ödül’e taşıdı. Ancak tiyatro oyunundan alınan ‘Sadece Dünyanın Sonu’, dört duvar arasına sıkıştırılmış, derin düş kırıklığı yaratan kalitesiz bir filmdi. İhanet, cezalandırma, fırsatçılık ve güç temaları etrafında dönen konusuyla, İsabelle Huppert’li ‘O Kadın’ festivalin en iyi 3-4 filmi arasındaydı.

Viktor APALAÇİ Sanat
8 Haziran 2016 Çarşamba

Cannes dönüşü yazdığım yazıda, son yılların en büyük fiyaskosuna imza atan, George Miller başkanlığındaki jürinin ödül dağıtımını eleştirmiş, bir Fransız yazarın ifadesiyle “jürinin kararlarıyla altını tenekeye çevirdiği” yorumunu eklemiştim. Ancak İngiliz Ken Loach’ın yüreklere hitap eden filmi ‘Ben Daniel Blake’in kazandığı Altın Palmiye’nin hak edilmiş bir ödül olduğunu anlatmıştım.

Bu yazımda Cannes Film Festivali’nin ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödül’ün sahibi, Xavier Dolan’ın ‘Juste La Fin Du Monde/Sadece Dünyanın Sonu’ ile Paul Verhoeven’in ‘O Kadın’ adlı filminden bahsedeceğim.

2004’te ‘Mommy’ başyapıtıyla Altın Palmiye’ye çok yaklaşan Xavier Dolan, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’na yenik düşerek Jüri Ödülü ile yetinmek zorunda kalmıştı.

Bu yıl ödül listesinde sınıf atlayarak Büyük Ödül’e terfi etti. Henüz 27 yaşındayken, kariyerindeki altı filmle ödüllere boğulan, sinemanın harika çocuğu ilan edilen, kendisine sıkı bir hayran kitlesi edinen Xavier Dolan’ın filmini izlemeye giderken, beklenti çıtamı çok yükseklere koymuştum.

Çünkü filmin oyuncu kadrosu, beş çok ünlü Fransız’dan oluşturulmuş, müzik partisyonu Oscar ödüllü Gabriel Yared’e teslim edilmişti.

Filmin ilk yarım saatinde yanıldığımı ve düş kırıklığına uğrayacağımı anladım. Film 1995’te AİDS’den ölen Quebec’li tiyatro yazarı Jean-Luc Lagarce’ın aynı isimli tiyatro oyunundan alınmıştı. Xavier Dolan yazdığı senaryoda filminin metne sıkı sıkıya sarılıp, tiyatro atmosferini korumaya yeminli bir tiyatro yönetmeni gibi, dört duvar arasına geçmesini tercih etti.

Hâlbuki vatandaşı Denis Villeneuve, Wajdi Mouwad’ın yaşanmış bir hayat öyküsünden esinlenerek yazdığı tiyatro oyunu ‘İçimdeki Yangın/Incendies’yi mükemmel bir yorumla sinemaya taşırken filminin dört duvar arasına sıkışıp kalmasının önüne geçebilmişti.

Xavier Dolan uzun ve yorucu diyaloglara yaslanan, bu kapalı mekân filminde genç bir yazarın bir gününü anlatıyor.

12 yıllık bir ayrılıktan sonra doğduğu şehre dönen Louis (Gaspard Ulliel) ailesine ölüme yaklaştığını söylemek için gelmiştir.

Aileyi korumaya çalışan geveze anne Mariane (Natalie Baye), yeni evlenen sert, haşin, agresif ağabeyi Antoine (Vincent Cassel), onun saf, mahcup, iyilik meleği eşi Catherine (Marillon Cotillard), hayal aleminde yaşayan sevecen kız kardeşi Suzanne (Le’a Seydoux) müthiş bir laf kalabalığıyla karşıladıkları Louis’in meramını anlatmasına fırsat vermezler.

Bir aile hesaplaşmasına dönüşen buluşmada, ağabey Antoine’in hayatta başarıyı yakalamış Louis’yi çılgınca kıskandığı su yüzüne çıkar. Ağabeyini taparcasına seven Suzanne’ın annesinin ve gelin Catherine’in Antoine’ı susturma çabaları yetersiz kalır. Antoine kardeşini kovarcasına havaalanına götürür.

Dolan, Görüntü Yönetmeni André Turpin ile son üç filmdeki beraberliğini sürdürürken, Lübnan doğumlu Fransız besteci, ‘İngiliz Hasta’ (1996) ile Oscar Ödülü kazanan Gabriel Yared ile ilk kez bir araya geliyor. Zaten filmin tek parıltılı yanı, kulağa hoş gelen zengin müziği.

HER YAŞA, HER ZEVKE HİTAP EDEN KALİTELİ FİLM

‘Temel İçgüdü/Basic İnstinct’ ten 24 yıl sonra, Hollandalı Paul Verhoeven, Fransız lisanında, Fransız oyuncular ile çevirdiği ‘O Kadın/Elle’ ile Cannes’da yarıştı. Film, boşanmış, yalnız yaşayan bir kadının kendisine tecavüz eden erkek ile hesaplaşmasını anlatıyor.

Verhoeven, kariyerinin bu 15. filminde, hayatı boyunca yaptığı gibi, toplumumuzun ahlak limitlerini sorgulamaya soyunuyor.

Bu limitleri zorlama konusunda meslektaşlarını bir hayli geride bıraktığı söylenebilir. ‘Temel İçgüdü’de Sharon Stone’un kendisiyle bir mülakat yapılırken bacak bacak üstüne attığı cüretli sekans, sinema tarihi arşivlerindeki yerini çoktan aldı.

Philippe Dijan’ın 2012 tarihli ‘Oh…’ adlı zengin konulu romanından Amerikalı David Birke’nin senaryolaştırdığı ‘O Kadın’, 78 yaşındaki deneyimli yönetmen Paul Verhoeven’in mükemmel mizanseniyle her yaşa ve her zevke hitap eden birinci sınıf bir film.

Filmde günümüz toplum hayatında pamuk ipliğine bağlı evlilikler, ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadınların erkek egemenliğine karşı baş kaldırışı, çamaşır değiştirir gibi sevgili değiştiren erkek ve kadınlar, her iki cinsin kendilerinden çok genç insanlarla birlikte olma arzusu, eğlendirici bir üslupla anlatılıyor.

İş hayatında başarılı olmuş, kocasını kapıya koymuş, fırsatçı, ileriyi gören, acımasız, taviz vermez Michéle karakterinin şahsında film vahşi kapitalizme de göndermede bulunuyor.

Filmin ihanet, cezalandırma, fırsatçılık ve güç temalarının etrafında dönen konusu şöyle: Kocası Richard’ı (Charles Berling) kendisini dövdüğü için terk eden, karısının elinde oyuncak olan kişiliksiz oğluna, hayatın zorlukları karşısında dirençli olmayı öğreten, en yakın arkadaşı Anna’nın (Annie Consigny) kocası Robert’i (Christian Berkel) acımasızca baştan çıkaran, ev komşusu Rebecca’nın (Virginie Efira) yakışıklı kocası Patrick’e (Laurent Lafitte) kur yapan Michéle (İsabelle Huppert) her türlü zorluğu göğüsleyebilen, kuvvetli, dirençli, başarılı bir iş kadınıdır.

Demir elli bir iradeyle video oyunlarıyla ilgili bir şirketin sahibi ve yöneticisidir. Duygusal hayatını da aynı kararlılkla sürdürmektedir. Kendi evinde bir yabancının saldırısına uğrayınca, düzenli hayatının sarsıldığını görür.

Michéle polise haber vermez ancak düzenini bozan yabancının kimliğine ulaşıp misilleme yapmaya karar verir. Aralarında her an sonu kötü bitebilecek gizemli bir oyun başlar.

Paris’in banliyösündeki şık bir semtinde konforlu bir villada yaşayan Michéle, saldırıya uğrayıp, iğfal edildikten sonra, hiç bir şey olmamışçasına, olaydan kimseye bahsetmeksizin günlük hayatını sürdürür. O başka kurbanlara benzemez. Henüz 10 yaşında iken, seri katil babasının işlediği cinayetlerin izlerini silmesine yardımcı olmuştu.

Michéle aşığına seks oyuncağı muamelesi yapar, hayatta bir baltaya sap olamamış yazar kocasını herkesin huzurunda aşağılar, koyu Katolik komşusunun seksi kocasını yatağa atmak için her çareye başvurur (ve bunda da başarılı olur).

Hollywood’daki başarılarından sonra mizansen anlayışı mükemmelleşen, oyuncu yönetmede ustalaşan, izleyiciyi (filmin iki saati aşan süresinde) avucunun içinde tutmayı beceren Paul Verhoeven ‘O Kadın’ ile dört dörtlük bir film yapmış.

Sözünü geçirmeye, tüm isteklerini gerçekleştirmeye, tahakküm etmeye alışık, otoriter ve agresif Michéle rolü için Nicole Kidman, Marion Cotillard, Diane Lane gibi prestijli oyuncuların adı geçmişti. ‘Temel İçgüdü’ ile ünlenen Sharon Stone ile ‘Kara Kitap’ta Verhoeven tarafından keşfedilen Carice Van Houten de adaylar arasındaydı.

Aralarından sıyrılan İsabelle Huppert, Haneke’nin ‘Piyanist’indekini akla getiren kompozisyonuyla harikalar yaratıyor. Jürinin bu son derece güçlü ve gerçekçi performansı göz ardı edip, Filipinli Jaclyn Jose’nin sıradan oyununu En İyi Aktris Ödülüyle değerlendirmesi skandal sayılabilir.

Cannes’de 19 kez yarışıp, 2009 yılında jüri başkanlığı yapan, ‘La Pianiste’ ve ‘Violette Noziére’ ile iki kez En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanan İsabelle Huppert, bu yıl Cannes tarihinin bu ödüle üç kez ulaşan tek oyuncusu olma şansını kaçırmış oldu.

Filme kaynaklık eden romanın yazarı Philippe Dijan’ın sinemaya uyarlanan romanları arasında Jean-Jacques Beinex’in 1986 tarihli ‘37,2 Degré, Le Matin’i, André Techine’nin ‘İmpardonnables’ı (2011) ve Larrien Kardeşlerin ‘L’Amour est un Crime Parfait’si (2013) var.

Verhoeven ile bitirecek olursak, 43 yıl önce başlayan parlak kariyerinde ‘Turkish Delight’ (1973) ile Oscar adayı olan Hollandalı yönetmen ‘Total Recall’ (1990), ‘Robocop’ (1987), ‘Star Ship Toopers’ (1997) ve ‘Showgirls’ (1995) gibi popüler Hollywood filmlerine imza attı, ‘Kara Kitap’ (2016) ile ülkesine döndü.

Cannes’a ilk gelişi 1992 festivalinin Açılış Galasında gösterilen ‘Temel İçgüdü’ ile oldu. Bu film, Verhoeven’in kariyerindeki en büyük başarı olarak kaldı.