Seyyar Sahne’de ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’

“Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz.” Tezer Özlü

Erdoğan MİTRANİ Sanat
27 Nisan 2016 Çarşamba

Türkçe edebiyatın bu aykırı ve ayrıksı örneğinde Tezer Özlü, yetişkinlerin, tıpkı çocukluğa olduğu gibi, farklılığa da aman vermeyen dünyasına karşı anıların çıplak gerçekliğine sığınmakta.

Öğrencilik yıllarında İTÜ Sahnesinde çalışan amatör tiyatrocuların, mezun olduktan sonra da tiyatroya devam etme kararıyla, 2000 yılında İTÜ Mezunlar Tiyatrosu Girişimi adıyla başlattıkları süreç, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilik yıllarında tiyatroyla yoğun olarak ilgilenip, mezun olduktan sonra tiyatroya devam etmenin yollarını arayan dört amatör tiyatrocunun da katılmasıyla 2001 yılında Seyyar Sahne’yi oluşturmuş.

Tiyatronun öncelikle bir öykü anlatma sanatı olduğunu ve en önemli öğesinin oyuncu olduğunu iyi bilen Seyyar Sahne’ciler, uzun zamandır oyunculuk uğraşına bir makam icrası şeklinde yaklaşarak,  birkaç yıldır, ‘tiyatro dışı’ metinlerin dramatik olanaklarını araştırıyorlar. Boş bir sahnede, tek bir oyuncu ve minimum aksesuarla, oyuncu-yönetmen ve oyuncu-seyirci arasında kurulacak diyaloglar ışığında, müthiş heyecan verici işler yapıyorlar.

Bu kez, Celal Mordeniz’in yönettiği ve Nesrin Uçarlar’ın yorumladığı tek kişilik bir oyun olarak sahneye taşıdıkları Tezer Özlü’nün ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni, izleme fırsatım oldu.

1943’te Kütahya’da, öğretmen bir anne - babanın üçüncü çocuğu olarak doğan Özlü, ailesinin işi gereği Simav, Ödemiş ve Gerede’de büyümüş. İstanbul’a 10 yaşında geldiğinde Avusturya Kız Lisesinde ortaöğretime başlamış. Son sınıftayken okulu bırakıp otostopla Avrupa’yı gezmiş. 1965’te babasını kırmayıp dışarıdan bitirme sınavlarına girerek İstanbul Erkek Lisesinden mezun olmuş.

Gençliğinde çıktığı Avrupa seyahatinin son durağı Paris’te tanıştığı tiyatrocu yazar Güner Sümer’le 1964’te evlenmiş; Sümer Ankara Sanat Tiyatrosu’nda (AST) çalışırken Özlü çevirmenlik yapmış, AST’ın 1963-64 sezonunda Brendan Behan’ın Gizli Ordu oyununda rol almış. Evliliği 1968’de bittiğinde ruh sağlığı da bozulmuş, manik-depresif tanısıyla çok defa, elektroşok tedavisi de uygulanan, psikiyatri kliniklerinde kalmış. Birkaç kere intihar girişiminde bulunmuş

1968’de yönetmen Erden Kıral ile evlenen Özlü 1973’te kızı Deniz’i doğurmuş. 1981’de, evliliğinin son yıllarında bir burs alarak kızıyla birlikte Berlin’e giden Özlü’nün çabalarıyla Kıral’ın ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’ filmi 1983’te Berlin Film Festivali’nde yarışarak Gümüş Ayı kazanmış. Berlin’de Özlü ile on yaş küçük İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti birbirlerine âşık olmuşlar. Birçok bürokratik engeli aşarak 1984’de İsviçre’de evlenen çiftin aşkları kısa sürecek, göğüs kanserine yakalanan Tezer Özlü, 1986’da Zürih’te yaşama veda edecektir.

Özlü’nün ilk romanı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri, yaşamın yalnızca başlangıcını oluşturmakla kalmayan, sürekli dönülen, belki de hiç çıkılamayan çocukluğu yansıtan, çocukluk, ilk gençlik, kadınlık, cinsellik ve delilik temalarının, yaşam ve ölüm izlekleri etrafında, yalın ve sarsıcı bir dille işlendiği, derinleştirildiği ve tartışıldığı bir özyaşam-öyküsel anlatıdır.

Celal Mordeniz-Nesrin Uçarlar ikilisi, romana teatral bir karşılık ararken romanı ya da romanı yazan Tezer Özlü’yü değil, romanın başkişisi Tezer’i sahneye koyuyorlar. Depresif ya da yaşamdan bıkmış birini değil, ölümü hayatın bir parçası gibi gören, bu yüzden de ölümden korkmayan, tutkuyla ölme isteği de duymayan, hayatla ve etrafındakilerle ironik şekilde dalga geçebilen bir kadın bu. Kısacık hayatını dolu dolu geçirmiş, kuşağının kadınlarından farklı olarak cinselliğin önemini açıkça ifade etmekten çekinmemiş, üç büyük aşkı, keyfini çıkararak, bittiğinde de “bitti” deme gücünü göstererek yaşamış, başına gelen kötülüklerden de onları yazıya dökerek sıyrılmayı bilmiş zeki ve cesur bir kadın.

Seyyar Sahne’cilerin bu tek kişilik çalışmalarının en etkileyici ortak paydası, ‘tiyatro dışı’ metinlerden de yola çıksalar, sonuçta üst düzey ‘tiyatro’ yapabilmeleri.

Dekorsuz bir sahnede, aksesuar olarak sadece baskıcı geçmişin mavi renkli ve hastanelerin beyaz iki çarşafıyla Uçarlar, izleyiciyle başarılı bir iletişim kurarak, her türlü övgünün üzerinde bir yorum sunuyor.

Çocukluğun Soğuk Geceleri, altıncı yılında. Sanırım artık son sahnelemeleri. Seyyar oldukları için, nerede ne zaman sahneleneceği, sıkı takip istiyor. Rastlarsanız mutlaka izleyin. 

Oyun Atölyesinde Sam Shepard’ın ‘Aşk Delisi’

Oyun Atölyesi, 2015-2016 sezonunda repertuarına, ‘Köprüden Görünüş’ten sonra, modern Amerikan tiyatrosunun bir başka klasiğini, Sam Shepard’ın ‘Fool for Love / Aşk Delisi’ni de kattı.

Yaşayan en önemli Amerikan tiyatro yazarlarından Shepard (d.1943), yarım yüzyıla 44 oyun, öykü, deneme ve anı kitapları sığdırmış, oyunlarının çoğunu yönetmiş, tiyatroda ve 30’u aşkın filmde oyunculuk da yapmış. Çoğunlukla ABD’nin batısında yaşayan, kökenlerinden kopmuş karakterlerin karanlık bir mizahla çizildiği oyunlarındaki kasvetli, şiirsel ve çoğu kez sürreel tonlama, en son oyunlarında biraz daha gerçekçi bir anlayışa dönüşmüştür.

1983’te yazdığı Aşk Delisi’nin odağındaki May ve Eddie, acıları o kadar derin, öfkeleri o kadar gerçek iki insandır ki, hissettiklerini kelimelerle ifade etmekten âciz gibidirler. Oyunun geçtiği vahşi batı çölündeki döküntü moteldeki incitici gece boyunca durmaksızın konuşurlar ama izleyici, söyleyebildiklerinden çok söyleyemediklerinden yola çıkarak ikilinin öyküsünü çözümlemeye başlar.

Oyun başladığında, ilk gençliğindeki tutkulu aşkı Eddie’den kaçarak yeni bir hayata başlamak için bir motelde saklanmış olan May yerde oturmaktadır. İzini sürerek onu bulmak için iki bin kilometre yol gelmiş olan Eddie, May’i kendisine dönmeye razı etmeye çabalamaktadır. Sahnenin köşesinde, gerçekten odada mı iki gencin hayalinde mi olduğu belli olmayan, viskisini yudumlarken olur olmaz lafa karışan yaşlı adam oturmaktadır. Oyun ilerledikçe yaşlı alkoliğin karıştığı diyaloglardan, iki gencin ilişkisinin ardındaki karanlık gizem ortaya çıkmaya başlar.

Kimliklerinde, ilişkiyi imkânsız kılan, ölümlere bile sebep olan sırlar ortaya çıkıp da beraberlikleri tahammül edilemez boyuta geçtiğinde bile iki genç, birbirinden kopmayı başaramadan bir ayrılıklar ve tekrar birleşmeler döngüsüne kapılmıştır. Bu kez May, kendine olası bir sevgili bularak Eddie’den kopmaya kararlı gibidir ama, bu kopuşa ne kadar inandığının, ne kadar da kendini aldattığının kendi de bilincinde değildir…

Aşk Delisi, yönetmeni Muharrem Özcan’ın yurt dışındaki tezinin konusu olmuş bir metin. Oyunu severek, bilerek, derinine inerek, tutkuyla sahneliyor. Sanki oyun, 33 yıl önce değil de 33 gün önce yazılmışçasına modern ve güncel bir yorum. En başta, mekân duygusu çok etkileyici. Salona girer girmez, karşımıza motelin oturma bölümünü, May’in odasıyla banyosunu, motelin dışını ve ışıklı tabelasını, dışardaki çölü tek bir mekânda büyük başarıyla birleştiren Barış Dinçel’in dekoru çıkıyor. Bu sahne tasarımını Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımı ve Çağrı Beklen’in müzikleri başarıyla tamamlıyor. Özcan oyunu bu dekorda, kesintisiz olarak, gereksiz bir ara ile kesmeden soluk soluğa izletiyor. Konunun her an ucuz melodrama dönüşme tehlikesinin etrafından dolanarak, Yunan Tragedyalarına yakışacak bir asalete ulaşan Özcan’ın bir büyük başarısı da, kendisi de ‘fazlasıyla’ erkek olan Shepard’ın, erkekler dünyasında geçen, sanki sadece erkekler için yazılmış gibi duran oyununda, kadını bu kadar etkileyici bir şekilde öne çıkarmış olması.

Oyuncu seçimi ve yönetimi olağanüstü. Deneyimli iki oyuncu, Yaşlı Adam’da Avni Yalçın ve Sevgili(?) Martin’de Beyti Engin çok başarılılar ama Aşk Delisi’nin asık yükü Eddie ile May’de.

Modern Amerikan tiyatrosunun bu büyük klasiğinde Eddie-May ikilisini ABD’nin pek çok efsane oyuncusu canlandırmış. Özcan, Eddie ve May’i böylesine bir aşk deliliğinin çılgınca, dibine kadar yaşanacağı gencecik yaşlarında görmeye cesaret etmiş. Bu tercih, metnin fantastik ve sürreel boyutunu zedelemeden oyuna gerçekçi bir tat da getiriyor. Kimyaları müthiş uyuşan Pınar Çağlar Gençtürk ve Berk Hakman’ın sahnede estirdikleri aşk ve nefret rüzgârı, o müthiş tutkuyu, o buram buram cinselliği elle tutulurcasına duyumsatıyor.

Türkiye’de ilk sahneye çıktığı günden beri hayranı olduğum Pınar’ın kusursuz yorumu olmasa, kadının bu kadar rahat öne çıkması kanımca pek de kolay olamazdı. Tepenin Ardı’ndan tanıyıp beğendiğim Berk, ilk profesyonel tiyatro çalışmasında çok sağlam oyunculuğuyla olduğu kadar, beden dili, çizmeleri ve o biçimsiz sığır çobanı yürüyüşüyle coşkulu bir Eddie olmuş.

Sağlam bir metin, dört dörtlük bir yorum, harika oyunculuklar. İzleyici daha ne ister ki.

Kaçırmayın. Mayıs ve haziranda Oyun Atölyesinde. Hepinize iyi seyirler.