Almanya günahlarıyla yüzleşiyor

‘YALAN LABİRENTİ’ 13 yıl boyunca geçmişindeki ayıpları gizleyip, hafızasını yitirmeyi yeğleyen Almanları anlatıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
2 Mart 2016 Çarşamba

1958’de geçen konusuyla film, savaşın yaralarını sarmayı başarmış, yaşanan hezimetin travmasını atlatmış, görkemli bir ekonomik kalkınma hamlesiyle durumunu düzeltmiş bir Almanya’da geçiyor. Kanlı ve kirli Nazi dönemini, sadece ölüm kamplarında çalışan askerler ve aileleri bilmektedir. Onlar da Nazi suçlarını örtbas etmede, unutturmaya çalışmada çok başarılı oldular. Gerçeklerin bazen geç olsa da ortaya çıkmak gibi bir özelliği olduğunu bilen, idealist bir savcı, kamptan kurtulan esirlerle, kampta görev almış Nazi subaylarını tek tek sorgulamaya başlar. Tutuklanan savaş suçluları Hamburg’da kendi vatandaşlarınca yargılanır. Dürüst savcının takipçiliğiyle soykırımla ilgili detayların ortaya çıkması, hem Almanya’nın, hem de insanlığın bu korkunç gerçekle yüzleşmesini sağladı.

Oscar töreni arifesinde, bu ödülün adayları üst üste görücüye çıkarlar. Bu furyada, Almanya’nın En İyi Yabancı Film Oscar adayı ’Yalan Labirenti’ne ancak şimdi sıra geldi.

Hitler sonrası dönemine ışık tutan, Almanya’nın günahlarıyla ve gerçeklerle yüzleştiği filmler arasında önemli bir yeri olan ‘Yalan Labiranti / Im Labyrint Des Schweigers’ İtalyan kökenli Alman sinemacı Guilio Riccarelli’nin ilk yönetmenlik denemesi. Klasik ve düz bir sinema diliyle anlatılan film sinematografik açıdan parıltılar taşımıyorsa da, geçmişle hesaplaşmada yeni ve cesur bir sayfa açmasıyla övgüyü hak ediyor.

Irkçılık tarihinde geçmişindeki ayıpları gizleyip, hafızasını yitirmeyi yeğleyen Almanlarla, geçmişin izini süren, temiz, dürüst, idealist bir savcının çatışması, filmde 22 kişinin yargı karşısına çıkarılmasıyla neticeleniyor.

Alman halkının 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan Nazi zulmünü, savaştan ancak 13 yıl sonra öğrenebildiğini anlatan film, Yahudi soykırımı konulu filmler zincirine eklenen son halka.

Geçen yıl izlediğimiz, Christian Petzold imzalı ‘Yüzündeki Sır/Phoenix’, Soykırımdan kurtulan, yüzü tanınmaz hale gelen Alman Yahudi’si bir kadının kocasıyla yüzleşmesini anlatıyordu.

1958’de geçen konusuyla ‘Yalan Labirenti’, savaşın yaralarını sarmayı başarmış, yaşanan hezimetin travmasını atlatmış, görkemli bir ekonomik kalkınma hamlesiyle durumunu düzeltebilmiş bir Almanya’da geçiyor.

Kanlı ve kirli Nazi dönemini, sadece toplama kamplarında çalışan askerler ve aileleri bilmektedir. Onlar da, Nazi suçlarını örtbas etmede, unutturmaya çalışmada çok başarılı oldular. Film, işlenen bu insanlık suçunda söylenmeyen kalmadı diyenleri şaşırtarak, içlerinde başkahraman savcı olmak üzere, okumuş kesimin dahi, temerküz kamplarında yaşananlardan haberdar olmadığı gerçeğini gözlere seriyor.

Toplama kamplarıyla ilgili binlerce gizli belge mevcut olsa da, Nazi otoriteleri ve kamptan kaçmayı başaran veya kurtulan esirler, sessiz kalmış veya buna zorlanmışlardır. Gerçeklerin bazen geç olsa da ortaya çıkmak gibi özelliği vardır. Mossad ajanlarının Arjantin’de saklandığı yerden kaçırıp, İsrail’de yargı önüne getirdiği Adolf Eichmann davası ile bir yalanla kendini avutan Almanya’nın gizlediği gerçekler ortaya çıktı.

MENGELE SIK SIK ALMANYA’YI ZİYARET ETMİŞ

Adenauer başkanlığındaki hükümet, unutmayı kitlelere sunulabilecek bir ilaç (bir uyuşturucu) gibi kullandı.

Frankfurt’taki bir okulda öğretmenlik yapan bir Auschwitz komutanının izini süren gazeteci-Thomas’ın (Andre Szymanski) genç bir savcıyı harekete geçirmesiyle, Alman halkı acı gerçekle yüzleşir. Amirlerinin yapılan ihbarı örtbas etme çabalarından yılmayan idealist savcı Johann Radman (Alexander Fehling) tesadüfen bazı kanıtlara ulaşır ve ihbarı yapan gazeteci ile işbirliğine girerek, kamptan kurtulan esirlerle, kampta görev almış Nazi subaylarını tek tek sorgulamaya başlar. Filmde, bir milyon yüz bir kişinin öldüğü Polonya’daki Auschwitz Ölüm Kampının adını dahi bilmeyen öğretim görevlisi ve yargı mensuplarının varlığını öğreniriz. Bu kampın cani doktoru Josef Mengele’nin, sığındığı Latin Amerika ülkesinden Almanya’ya gelerek babasını ziyaret ettiği Radman’ın soruşturmasında ortaya çıkar.

Mesai arkadaşlarının “Her çocuğun babasının katil olduğunu öğrenmesini mi istiyorsun?” diye yıldırmaya çalıştığı Radman, başsavcının desteğini arkasına alıp, ölüm kamplarının eski görevlilerini birer birer tutuklatır.

Nürenberg’den yıllar sonra, Naziler Hamburg’da kendi vatandaşlarınca yargılanmaya başlar. Aralarında gazeteci Thomas’ın temerküz kampından kurtulan arkadaşının teşhis ettiği, Berlin’de öğretmenlik yapan ölüm kampı komutanı Charles Schulz da vardır. 8 bine yakın Alman askerinin görev yaptığı Auschwitz ve diğer ölüm kampında yaşananları, savaş sonrası Almanya’sı ‘Yahudi propagandası’ ve galip devletlerin uydurması olarak, 13 yıl boyunca gizlemeyi başardı.

Saf ve dürüst bir savcının takipçiliğiyle soykırımla ilgili detayların ortaya çıkması, hem Almanya’nın, hem de insanlığın bu korkunç olaylarla yüzleşmesini sağladı.

Yönetmen Guilio Ricciarelli’nin de aralarında bulunduğu üçlü bir ekibin elinden çıkma senaryo, savaş sonrasının tarihsel perspektifini ustaca ele almasıyla öne çıkıyor. Alışılmış kalıpları izleyen mizansen, senaryodaki vicdani yüzleşme girişimini başarıyla işliyor.

 

“IM LABYRINT DES SCHWEIGENS”

Yön: Guilio Ricciarelli, Sen: G.Ricciarelli-Elisabeth Bartel-Amelie Syberberg, Gör: Martin Langer – Roman Osin, Müz: Sebastian Pille – Niki Reiser, Oyn: Andre Szymanski – Alexander Fehling – Friederike Becht – Gert Voss – Johannes Krich