kumbaracı50’de ‘Yalınayak Müzikhol’

Kumbaracı50’yi bir ‘müzikhol’ ile paylaşıyoruz. Bir süredir boğuştuğumuz ekonomik zorluklar nedeniyle, batıyor mu, batmıyor mu, krizdeler mi, kapandı kapanacak derken kapımızı çalan, yersiz kalmış bir müzikhol ekibiyle kumbaracı50’yi paylaşma konusunda anlaştık.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
16 Aralık 2015 Çarşamba

 ‘Yalınayak Müzikhol’ün patronu, kentsel dönüşüm nedeniyle yerlerinden edildiklerini, sanat camiasındaki sohbetler sırasında tiyatroların ne kadar da zor durumda olduğunu duyduğunu belirtti. İlk olarak Kumbaracı50’nin kapısını çalan müzikholün patronuyla sezon boyunca birlikte çalışma kararı aldık. 10 kişilik ‘Yalınayak Müzikhol’ ekibi; sunucu, dansçı, çalgıcı ve şarkıcılardan oluşuyor. Programları içerisinde; küçük gösterilerin, birbirinden güzel ve damardan şarkıların, nefis dansların ve eşsiz sanatçıların bulunduğunu belirten müzikholün patronu, “Yılmadık, yıkılmadık, direniyoruz!” dedi.

Tabii ki işin aslı yukarıdaki şakacı tanıtım yazısından biraz farklı. 6’dan sonra tiyatro bir yılı aşkın süredir bir müzikhol sahnelemek için çalışıyor. Sahne alan sanatçıların kendi hikâyelerini yazmalarıyla başlayan süreç, ‘patron’ Yiğit Sertdemir’in öyküleri toparlayıp bir sentez yapmasıyla devam etmiş. Yiğit’in koçluğunun desteğiyle, ortaya ara dâhil 150 dakika süren müthiş bir eğlencelik çıkmış. Fuayeyi kulis olarak kullanıp tüm mekânı ortasından bir platformun ikiye ayırdığı bir müzikhole dönüştürmüşler.

Gırgır şamata takımın isimleriyle başlıyor: Sunucu, Kıvanç Duyar (Yaman Ömer Erzurumlu); Sanatçılar, Hasbel Kader (Aslı Can Kortan), Yeter Artık (Çiğdem Akgün), Keyfe Keder (Candan Seda Balaban), Tutku Su Sır (Sinem Öcalır), Can Hıraş (Murat Kapu), Bakiye Yetersiz (Gülhan Kadim), Hakkı Yendi (Onur Sarıgül), Hilkat Garibi (Seda Yürük) ve Sevgi Seli (Selen Şeşen).

Platformun sağında solunda, tanıdığımız, bildiğimiz, çok da sevdiğimiz bu oyuncularla dip dibe izlerken onların bilmediğimiz yönlerini keşfediyoruz. Her şeyden önce iyi ve doğru şarkı söylüyorlar. Tarzıyoklar’ın (Erhan Yürük, Onur Kahraman, Savaş Balaban, Burak Sarıhan) yeniden düzenledikleri o herkesin bildiği şarkıları keyifle, çoğu zaman izleyicilerin eşliğinde söylüyorlar. Bununla da kalmıyorlar, müzik aletleri çalıyorlar, oryantal dâhil türlü çeşitli dans ediyorlar, zil takıp oynuyorlar ve eminim ki bunu en az bizim kadar keyif alarak yapıyorlar.

Takımın tamamı müthiş. Birini övmek diğerlerine haksızlık olur ama iki keyifli sürprizden söz etmesem olmaz. Birincisi, kumbaracı50’nin tuvaletinde sıra beklemeyi bile keyif haline getiren, her maskı, kostümü bir sanat eseri olan Candan Seda Balaban’ın çok başarılı bir oyuncu ve şarkıcı olduğunu keşfetmekti. Diğeri de kendisine bir genç yetenek ödülü getirmiş olan ‘Barzo ve Konserve’de çok beğendiğim Murat Kapu’nun çok daha geniş bir yetenek yelpazesi olduğunu görmekti.

Nasıl nefret aşkın, ölüm yaşamın can yoldaşıysa, hüzün de neşenin kız kardeşi. Başından beri projenin içinde olan Tomris İncer, ne yazıktır ki kısa bir zaman önce, aramızdan ayrıldı. Bu olağanüstü oyuncunun ölümü tiyatromuz için çok büyük bir kayıp ama, Şehir Tiyatrolarından emekli olduktan sonra ikinci bir kariyere başladığı, birbirinden etkileyici, unutulmaz oyunlarda beraber sahne aldığı 6’dan sonra tiyatro için bu başka türlü bir acı. 

“Annemizi kaybettik” demişti Yiğit… Çok vefalı çıktı çocukları… Önce tiyatronun fuayesini onun şahsi eşyalarıyla bir mini müzeye çevirdiler… Sonra da ona bir tiyatrocu için en güzel şekilde, Yalınayak Müzikhol’ün o duygu yüklü finaliyle veda ettiler…

Nurlar içinde yat Tomris ve rahat uyu. Bak çocukların seni hiç unutmuyor; her gece oyunun sonunda “annem, annem” diye sana şarkı söyleyerek el sallıyorlar.

NOT: Yerim kalmadığından yanetki’nin ‘Romeo’yu Beklerken’ izlenimlerimi başka bir yazıda ele alacağım. 11 Aralık’ta İzmir Festivaline katılacak olan bu ilginç oyun 21 Aralık’ta yeni yeri Maya Sahnesinde. 2016’da devam edecek ama yıl bitmeden izlemek isterseniz son fırsat. 

Murat Daltaban’dan olağanüstü bir ‘geleceğin tiyatrosu’ dersi  ‘Midwinter / Kış Dönümü’

“Nasıl olur?” dedim, “yeni bir savaş, nasıl gireriz savaşa? Askerlerin hepsi hasta.” Komik bir şey söyledi:  “Bu gelecek savaşın askerlere ihtiyacı olmayacak.” Gülünç değil mi? “Bu gelecek savaşın askerlere ihtiyacı olmayacak.”

DOT’un Kanyon’un teras katına taşındıktan sonraki ilk yeni oyunu 1972’de Oxford’da doğan ödüllü İngiliz oyun yazarı Zinnie Harris’in ‘Midwinter / Kış Dönümü.’

Midwinter, Harris’in, adlarını mevsimsel dönemlerden alan, distopik bir gelecekte geçermiş gibi görünse de günümüzde Balkanlar’da, Afrika’da ya da Ortadoğu’da süregelmekte olan iç savaşların simgesi olarak tasarladığı ‘Savaş Oyunları’ üçlemesinin ikinci oyunu.

İlk oyun ‘Solstice’ (2005), küçük, bölgesel bir topluluğun, komşularıyla çatışmalarının giderek geniş çapta bir iç savaşa dönüşmesini, sonuncusu Fall (2008), iç savaş sonrasında geçmişle hesaplaşmak ve barışarak ileriye bakmak için kurulan askeri ceza mahkemeleri aracılığıyla, adaletle intikamı ayıran incecik çizginin bulanıklaşmasını ve azar azar yok olmasını anlatır. Serinin ilk kaleme alınanı ‘Midwinter’ (2004), üç parçalı bir tabloda, sağ ve sol panellerin daha da güçlü olarak ortaya çıkardığı merkez panosu gibi, üçlemenin en önemli bölümü.

Midwinter, on yıldır süren bir iç savaşın sonlarına doğru, insanların açlıktan öldüğü, gıdanın birincil öncelikli olduğu bir dünyada, yaşlı bir adamla dilsiz torununun, et kokusunu izleyerek çürümekte olan bir atı yemekte olan ‘Maud’a ulaşmalarıyla başlar. Büyükbaba aç çocuğu ölümden kurtarmasını istediğinde kadın, çocuğun ona verilmesi şartıyla kabul eder.

Adamın, kadının çocuğun adını değiştirerek kendi ölen oğlunun yerine koymasını kabul etmekten başka çaresi yoktur. Savaş biter. Maud’un öldüğü sanılan kocası, sağ kalabilen bütün askerler gibi, gözlerde şiddetli ağrıyla başlayan, zamanla körlüğe yol açan bir parazit kapmış kahraman bir gazi olarak evine döner. Çocuğun oğlu olduğu söylendiğinde baba-oğul ilişkisini geliştiremeye çalışan adamın, savaşın bıraktığı parazitlerden de beter korkunç mirası, içine işlemiş dizginlenemez şiddet eğilimi, oğlu ile ilişkisini yeni bir savaşa dönüştürür. Büyükbabanın kadının geçmişiyle ilgili sırları ortaya çıkarması olayları daha da karıştıracaktır…

Midwinter, gerçeküstücü ve düşsel anlatımına karşın son derece gerçekçi bir oyun. Finale doğru söylenen “gelecek savaşın askerlere ihtiyacı olmayacak” repliği, son yıllarda siyasal teorisyenlerin tartıştığı, New Wars / Yeni Savaşlar kavramına bir gönderme. Küreselleşmenin sonuçlarından biri olarak 20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan savaş, organize suç, şiddet ve büyük çapta insan hakları ihlalleri sınırlarının birbirine girdiği, dayanağı ekonomik değil, etnik-kültürel çatışmalar olan, savaşın tek amacının savaşın kendisi olduğu, bu yeni tür asimetrik savaş hâlinin aktörleri ordulardan çok, siviller, gerillalar ve teröristlerdir. Televizyon dizileri ve bilgisayar oyunlarıyla genç kuşakları bu savaş adına savaşmaya fazlasıyla hazırlamış olduğumuzu da unutmayalım.

Zinnie Harris, olayları arka plandaki savaşın yönlendirmesine karşın, Maud’un bilinçli olarak şiddet çemberini kırarak, gelmekte olan savaşı yaşamından çıkarmaya kararlı tutumuyla bu sert oyunu cılız da olsa bir umut ışığı ile bitirmektedir. Bu bağlamda Harris şiirsel bir dille, çıkış yolunun insani değerleri yeniden kazanmakta olduğunu kocanın başaramadığı, kadının ise yüzünün akıyla çıktığı babalık-annelik sınavı aracılığıyla ifade etmektedir.

Murat Daltaban, oyunu ilk okuduğu andan itibaren, kadına anne olma yolunu açanın bir erkek değil, bir kadın olması gerektiğini hissettiğinden, başka değişiklik yapmadan sahnelediği metinde büyükbaba karakterini büyükanne olarak yorumlamayı yeğlemiş. Kanımca bu iki kadınlı versiyon, yaş aldıkça gençleşen Deniz Türkali’ye çok etkileyici bir performans daha getirmenin ötesinde, oyunun ruhuna çok daha yakın bir yorum.

Daltaban, farklı yollar araştıran, her sahnelemesinde kendini yenileyen bir tiyatro adamı. 1,5 yıldır çalıştıkları Midwinter’de, performans sanatı, modern pantomim, dans tiyatrosu gibi farklı disiplinleri büyük başarıyla harmanlayarak tiyatronun yüzyılımızdaki evriminin etkileyici bir örneğini veriyor. Yorumu, güçlü metninin çok ötesine geçerek, geleceğin tiyatrosunun nasıl olacağını müjdeleyen benzersiz bir görsel şölene dönüşüyor.

Önce mekân: Midwinter, dekor ve kostüm tasarımını Tacıser Sevinç’in yaptığı, dışarıdaki teras-bahçenin, ‘Festen’deki kadar etkileyici şekilde oyuna katıldığı iki platformlu bir havuzda geçiyor. Su, Murat Daltaban’ın, oyuna kattığı önemli bir karakter. Murat, sürreel bir atmosferde geçen öyküsünü suyun hep var olduğu bir ortamda, kimi zaman da suyun içinde anlatıyor.

Pınar Töre, Deniz Türkali, Cem Sürgit, Can Şıkyıldız’dan oluşan ekibinden elde ettiği oyunculuk, her zamanki gibi kusursuz. Burada, tiyatroda yapılması çok zor olan işlerin birinden, oyun boyunca sahnede kalan çocuğun konuşmasız performansından söz etmek isterim. Her oyunda farklı bir çocuğun canlandırdığı bu karakterde bizim izlediğimiz gece H.Ege Habip vardı. Oyun sonrasında Pınar’a, bu 8 yaşındaki çocuğun rahatlık ve doğallığına hayran olduğumu söylediğimde Pınar, dördünün de (Emir Eskenazi, Emre Çavuşoğlu, Ege Habip, Kerem Tabak) birbirinden daha etkileyici olduğunu, ekip olarak bu çocuklardan çok şey öğrendiklerini söyledi.

Diyaloglar kadar, oyuncularının beden dili kullanımı da çok başarılı. Açlığın, en ilkel içgüdü olan hayatta kalma dürtüsünün ters bir evrilmeyle insanlığı yok ettiği, sağ kalanları insan ile maymun arasındaki o dört ayaklı kayıp halkaya dönüştürdüğü ortamda, karakterlerin insanlaştıkça iki ayak üzerine kalkması olağanüstü bir buluş.

Oyunun 2. yönetmeni Tan Temel, ses tasarımını da yüklenen Özgehan Özturan’ın müzikleri ve efektleri eşliğinde, ortaya 4 yıl önceki ‘Süpernova’dakinden bile başarılı bir koreografi çıkarıyor. Kadın ile erkeğin, Cem Yılmazer’in karanlığı da değerlendiren müthiş ışık tasarımında bir gölge oyununa dönüşen kavgası nefes kesici. Pınar Töre’nin su içindeki dansı ise, rahatlıkla bir Martha Graham gösterisinde yer alacak kadar iyi.

Şimdilik boksörden modern dansçıya dönüşen, ileride sahnede yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşündüğüm Pınar Töre oyunun gerçek lokomotifi. Sesi, mimikleri ve tüm bedeniyle can verdiği ‘kadın’ yorumu unutulur gibi değil. Midwinter’ın kusursuz olmayan tarafı yok ama yine de, Pınar olmasa bu kadar etkileyici olmayabilirdi, derim.

Çok ilginç bir metnin, 21. yüzyılda tiyatronun nereye gideceği konusunda ders olabilecek dâhiyane bir yorumu.  Birbirinden iyi oyunların sahnelendiği bir mevsimin belki de en iyisi. Mutlaka izlenmeli. Hepinize iyi seyirler.      

 

Murat Daltaban’dan olağanüstü bir ‘geleceğin tiyatrosu’ dersi  ‘Midwinter / Kış Dönümü’

“Nasıl olur?” dedim, “yeni bir savaş, nasıl gireriz savaşa? Askerlerin hepsi hasta.” Komik bir şey söyledi:  “Bu gelecek savaşın askerlere ihtiyacı olmayacak.” Gülünç değil mi? “Bu gelecek savaşın askerlere ihtiyacı olmayacak.”