Bulutların arasındaki saray

Sevgili okuyucularım, bu haftaki öykümüz nankörlük ve keskin zekâ üzerine örülmüş. Bir insana ne kadar yüce gönüllü, iyilik dolu ve cömertçe davranırsanız davranın, eğer kötü karakterli ve nankörse, yine de onun kötülüklerine maruz kalabilirsiniz.

Sara YANAROCAK Kavram
25 Kasım 2015 Çarşamba

Asur kralının baş veziri ve başdanışmanı olan Yahudi asıllı İkkor, ülkenin en kültürlü ve en bilge kişisi olmasına rağmen, son derece mutsuz bir insandı. Aslında İkkor, mükemmel karakteri ve keskin zekâsı sayesinde herkes tarafından inanılmaz saygı görürdü. Asur kralı ise onu hiç kimseye değişmez, sözlerine kulak verirdi. Nedir ki vezirin gözlerinde sürekli keder ve hüzün vardı. Sokakta gözüne oyun oynayan bir çocuk takıldığı zaman, gözyaşları usul usul yanaklarından aşağı süzülürdü.

İkkor’un ünü, Asur dışına kadar gittiğinden, diğer ülkelerin kralları, Asur yönetiminden çekinirlerdi. Çünkü kralın İkkor gibi çok zeki ve bilgili bir baş danışmanı vardı.

İkkor, kendi malikânesinde tek başına yaşardı. Evinde asla küçük çocuk kahkahaları çınlamazdı. Zaten onun kederli hallerinin nedeni de buydu. İkkor çok sofu ve imanlı bir adamdı. Her gün uzun uzun, Tanrı’ya dua eder, bir erkek veya kız evlat vermesi için ona yalvarır dururdu. Ama yıllar geçtiği halde, hâlâ bir çocuk sahibi olamamıştı. Hareminde otuz karısı olduğu halde, tek bir bebek bile yoktu. Bir gece uykusunda bir rüya gördü. Rüyasında bir varlık ona seslendi, “İkkor senelerdir onurlu ve evlatsız bir hayat sürdürüyorsun. Dul kalmış kız kardeşinin oğlu Nadan’ı evlat edin. Onu kendi oğlun gibi büyüt ve sev” dedi. İkkor sabah heyecanla uyandı kız kardeşinin evine gitti. İkkor’un yeğeni Nadan on beş yaşında, çok yakışıklı bir delikanlıydı. İkkor rüyasını kız kardeşine anlattıktan sonra, oğlanı evlat edinmek ve kendi malikânesine götürmek için iznini istedi. Nadan artık onun sevgili oğlu olacaktı.

İkkor artık kör talihini yenmişti. Sevgili oğlu ile bizzat, hem dersleri ve oyunlarıyla ilgileniyor, hem de bilgelik dolu yaşam dersleri veriyordu. Ama İkkor’u büyük bir sürpriz bekliyordu. Nadan, dayısının ona sağladığı hiçbir şeye değer vermiyordu. Ona müteşekkir olmuyordu. Derslerini ihmal ediyor, mağrur bir edayla, kibirli bir şekilde yakışıksız hareketlerde bulunuyordu. Evdeki hizmetkârları aşağılıyor, İkkor’un tavsiye ve uyarılarına kulak asmıyordu.

Vezir her şeye rağmen umudunu kaybetmiyor, yaşı büyüdükçe Nadan’ın değişeceğini umuyordu. Onu saraya götürmüş, krala takdim ettikten sonra, sarayın muhafız alayında ona bir görev verdirmişti. İkkor’un hatırı için kral, Nadan’a yakın bir ilgi gösteriyordu. Karşılaştığı bu yakın davranışlar, Nadan’ı daha da kibirli bir hale getirmişti. Sonunda kafasını şeytani bir Şkir doldurdu. Önce krala sempatik görünecek, sonra onu İkkor’un aleyhine kötü Şkirlerle dolduracaktı. Nadan bir gün, İkkor’un sarayın başka bir bölümünde bulunmasından istifade ederek, kralın huzuruna çıktı, “Çok yaşayın sevgili kralım, bilge İkkor hakkında duyduğum bir söylentiyi, size anlatmadan edemeyeceğim. Aslında bu beni çok üzüyor, ne de olsa o beni evlat edindi, ama nedir ki, onun aleyhinize komplo kurduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Sizi mahvetmeyi kafasına koymuş” dedi.

Kral onun bu iddiasına sadece güldü, Fakat Nadan’ın ona bu konuda üç gün içerisinde kanıt getireceğini duyunca ciddileşti. Nadan eve dönüp masasına oturdu ve iki mektup hazırladı, Birinci mektup Mısır Şravununa hitaben yazılmıştı, “Güneşin oğlu ve yeryüzünün cesur hâkimi çok yaşasın; Siz, Asur Ülkesi üzerine krallık etmek istiyorsanız, şimdi bu sözlerime kulak verin. Gelecek ayın 10. günü, ordularınızı toplayarak, Asur sınırındaki Kartal Ovasına konuşlanın. Ben, Asur’un Baş Veziri İkkor, düşmanınız olan Asur Kralını ellerinize teslim edeceğim” diye yazdıktan sonra, İkkor’un imzasını taklit ederek, üzerini ondan habersiz çaldığı vezirin mührüyle mühürledi. Mektubu alıp saraya gitti ve krala teslim etti.

“Bunu evde İkkor’un çalışma masasında buldum ve hemen size getirdim. Bu size, İkkor’un Asur’u ve sizi Şravun’a teslim etmek istediğinin ispatı” deyince kral öfkeden köpürdü ve mektubu derhal İkkor’a göstereceğini söyledi. Nadan ona sabırlı olmasını ve beklemesini tavsiye etti.

“Durun bakalım, gelecek ayın 10. günü neler olacak? O gün Asur ordularının genel askeri tatbikat günü. Tabidir ki biz de önlem paketi hazırlayacağız. Bekleyelim ve görelim” dedi.

Nadan o gece eve gidince hazırladığı ikinci mektubu ortaya çıkardı. Bu mektup da İkkor’a hitaben sözde Asur Kralı tarafından yazılmıştı. Nadan bu mektubu, daha önceden çaldığı kralın mührü ile imzaladı ve mühürledi. Mektupta gelecek ayın 10. gününde,  yıllık askeri tatbikat için orduyu Kartal Ovasında toplayacağını ve kendisinin de tatbikatlara davet edildiğini yazıyordu. Kartal Ovasına gelecek yabancı devlet elçilerine de, Asur ordusunun ne kadar güçlü olduğunu gösterecek gövde gösterisi yapmak istediğini de yazarak, o gün için bir tatbikat oyununun tertip edilmesini istedi. O gün Asur kralı sözde saldırıya uğrayacakmış gibi mizansen uygulanacaktı. Bütün elçiler de buna şahit olacaklardı. İkkor ve askerlerin sayesinde de bu tertip zaferle sonuçlanacaktı.

Tatbikat günü İkkor Kartal Ovasına gittiği zaman, Kralı, yanında Nadan ile birlikte orada buldu. Tüm devletlerin elçileri de yanlarında oturuyorlardı. İkkor ordu komutanın yanına giderek mektupta ona yazıldığı gibi, tatbikat mizanseni algıladığı, kralı tutuklama emrini verdi. Nadan hemen krala dönerek:

“Görüyor musunuz? Mısır Şravunu burada değil ama İkkor, size saldırı emrini veriyor. Ben size söylemiştim!” dedi. O anda kraliyet trompetleri çalmaya başladı, ordu komutanı askerlere, ‘dur’ komutunu verdi. İkkor iki asker tarafından tutuklanarak yaka paça kralın huzuruna getirildi. Kralın elinde sözde İkkor’un Şravuna yazdığı mektup vardı. Kral mektubu öfkeyle İkkor’a uzattı ve izahat istedi; “Ben sana güvendim ve sevdim. Seni en yüksek unvanlarla taltif ettim. Bunun karşılığında senin bana yaptığın ne oldu? İhanet! Bu mektubun altındaki imza ve mühür senin değil mi? Bakalım şimdi buna ne diyeceksin?” dedi. İkkor’un şaşkınlık ve üzüntüden sanki dili tutulmuştu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Nadan hemen kralın kulağına fısıldadı, “Sesini çıkaramadığına göre demek ki suçunu kabul ediyor”. Kral, “Bunu hemen götürün ve idam edin” diye öfkeyle emretti. Sonra, “Kafasını bedeninden ayırın, sonra da halka kellesini teşhir edin” diye haykırdı. İkkor dizlerinin üzerine çökmüş, krala hiçbir suçunun olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Sonunda teslim oldu ve kendi evinde idam edilip orada gömülmeyi dilediğini söyledi. Kral bu dileği kabul edince İkkor götürüldü. Baş cellât Nabu Samak, aslında İkkor’un çok yakın bir dostuydu. İkkor’a, “Senin masumiyetine inanıyorum. Onun için seni kurtaracağım. Şimdi beni iyi dinle. Şu anda hapishanede azılı bir mahkûm var. Saçı ve sakalı aynı seninkine benziyor. Onu yakından gören birisi bile, senden ayıramaz. Şimdi zindana gidip onun başını alacak ve kalabalığa onu teşhir edeceğim. O sırada sen gizleneceksin” dedi. İkkor cellâda minnetle sarıldı. Planı uyguladılar. Eşkiyanın kellesi, İkkor’un malikânesinin çatısından halka teşhir edildi.

Vezirin evlatlığı Nadan, artık Asur kralını baş danışmanlığına getirilmişti. Mısır Şravunu, İkkor’un başına gelenleri duyunca bu durumdan yararlanmaya karar verdi. Nasılsa krala akıl veren akil adam ortadan kaldırılmıştı, Asur’a savaş açmaya karar verdi. Önce Asur kralına bir mektup yazdı. Mektubunda Asur’dan bir mimar talep ediyordu. Bu mimarın kendisine bulutların üzerinde bir saray yapmasını istiyordu, “Eğer bu isteğimi yerine getirecek olursan, ben, Güneşin Oğlu Şravun, sana vergi ödeyeceğim. Ama istediğimi sağlayamazsan seni vergiye bağlayacağım” diye gözdağı veren bir ifade kullanmıştı.

Kral acı acı İkkor’u düşünmeye başladı. “Ahhh! Keşke İkkor şimdi yanımda olsaydı! Onu tekrar yanıma getirebilseydim, krallığımın dörtte birini feda etmeye razı olurdum” diyerek başını dövmeye başladı. Cellât başı Abu Samak bu sözleri duyunca, bütün cesaretini toplayarak, dizlerinin üzerine çöktü ve İkkor’un hayatta olduğunu krala itiraf etti. Kral sevinçle bağırdı, “Çabuk onu hemen yanıma getir”.

Cellat evinin kilerinde gizlenen İkkor’un yanına gidip durumu anlatınca, İkkor güçlükle ikna oldu. Saraya gitmek üzere yola çıkınca onu gören halk, sevinç gözyaşları ile sevgi ve şefkat tezahüratları yaptılar. İkkor tam bir yıldır, kendi evinin içinde tutsak hayatı yaşamıştı. Sakalı neredeyse dizlerine değiyordu. Saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Tırnakları, pençe gibi uzayıp, kıvrılmıştı. Kral eski vezirinin içler acısı halini görünce, utanç içinde, “İkkor, aylardır, için için, senin suçsuz olduğunu düşünüp, kahroluyordum. Senin gibi eşsiz bir danışmanı kaybettiğim için yanıyordum… Senin aklını özledim. Şimdi lütfen beni affet ve imdadıma yetiş” diyerek gülümsemeye çalıştı. İkkor sakince gülümseyerek, “Zaman, size benim masum olduğumu ispat edecektir” deyince, kral ona Şravunun isteğini ve tehdidini anlattı. İkkor,  “Bunun çözümü çok basit bir şey. Ben hemen Mısır’a gidip Şravunu zekâmla alt edebilirim” dedi. İkkor evine gidip kendini toparladıktan sonra, sarayın bahçesine dört tane evcilleştirilmiş kartal getirmelerini emretti. Her birinin pençelerine 200 arşın uzunluğunda kalın ipler bağlanmasını istedi. Sonra dört, sağlam, güçlü ve esnek vücutlu delikanlıya, kartalların sırtına nasıl oturacaklarını öğretti. Onlar bu şekilde kartalların sırtında göklere yükseleceklerdi. Bu uçuşlar defalarca prova edildikten sonra, tüm hazırlıklar tamamlandı. İkkor uzun bir kervan ve kalabalık bir köle topluluğu eşliğinde Mısır’a doğru yola koyuldu. Şravun’un huzuruna çıktığında, “Adım Akbam ve Asur Kralı’nın baş danışmanıyım” dedi. Şravun, “Efendin isteklerim hakkında ne düşünüyor?” diye sorunca, İkkor ona planlarını anlattı. Şravunun kafası karıştı ve sinirlenerek, “Önce ne yapacağını göster bakalım” dedi. İkkor bir el işareti yapınca, kartallara binmiş dört delikanlı, kuşların pençelerine bağlanmış, iplerin yükseleceği son noktaya kadar havalandılar. Kartallar 200 arşın yükseldiler. Kalın ipleri elleriyle kontrol eden delikanlılar, bir kare şeklini alarak, yukarıda kartalların üzerinde bekliyorlardı. İkkor başını yukarıya, göklere doğru kaldırarak, “İşte bu bulutların üzerinde yaptırmak istediğiniz sarayın mimari planıdır. Şimdi adamlarınıza emir verin, tuğla ve inşaat harcını yukarıya taşısınlar. O zaman yukarıdaki delikanlılar sarayınızı inşa edeceklerdir” dedi. Şravun kaşlarını çattı ve suratını astı. Bu şekilde mat edilmek canını sıkmıştı, ama hemen pes etmedi, “Bizim ülkemizde inşaatçılar harç kullanmaz. Biz taşları üst üste koyar, duvarları o şekilde öreriz” deyince, İkkor, “Kolay, eğer sizin bilge adamlarınız bana kumdan yapılmış ipler yapabilirlerse…” Şravun hemen atıldı, “Sen kumdan ipler yapamıyor musun?” İkkor, “Yapabilirim” diyerek, güneş ışınlarının, üzerine tam olarak dik bir şekilde geldiği bir duvarın üzerinde, küçük bir delik açtı. Delikten içeriye incecik bir güneş ışını süzüldü. İkkor eline bir avuç kum aldı ve delikten içeriye kum zerrelerini attı. Kumlar güneş ışının içinden geçerken, kumdan bir iplik gibi görünüyorlardı. İkkor, “Haydi şimdi siz yapın, çabuk çabuk …” diye bağırdı. Hiç kimse bunu beceremedi. Şravun uzun uzun ve ciddiyetle İkkor’u süzdükten sonra, “Gerçekten de çok zeki bir adamsın. Eğer öldüğünü bilmesem, senin merhum İkkor olduğunu iddia ederdim” dedi. İkkor, Şravuna tüm olayları anlattı. Şravun, “Ben senin masumiyetini krala ispatlayacağım” diye heyecanla bağırdı.

Şravun, böyle bir mektubu Asur Kralına asla yazmadı ama Asur’a geri dönen İkkor’u çok değerli hediyelerle uğurladı. Vezir saraydaki görevine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Üstelik eskisinden de daha önemli bir adam oldu. Nadan ülkeden sürgün edildi ve bir daha onun hakkında hiçbir şey duyulmadı.

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories: Gertrude Landau/1919