Paranoyak muhbirin dramı

Emin Alper’in Venedik’te Jüri Özel Ödülünü kazanan ‘ABLUKA’sı yılın en iyi yerli filmi olmaya aday

Viktor APALAÇİ Sanat
18 Kasım 2015 Çarşamba

ABLUKA’

Yön. ve Sen: Emin Alper

Gör: Adam Jandrup

Müz: Cevdet Erek

Oyn: Mehmet Özgür- Berkay Ateş- Tülin Özen- Müfit Kayacan- Ozan Akbaba

Büyük bir kargaşa içinde yaşayan İstanbul’da, polis ablukası altında olan bir banliyö mahallesindeki, paranoyanın pençesinde kıvranan iki kardeşin öyküsünü anlatan film tokat etkisi bırakıyor. Türkiye’nin politik ve toplumsal gerçeklerine dürüst bir bakış açısıyla yaklaşan, sinemamızda derin devlet, gladyo, polis devleti temalarını cesur bir şekilde işleyen bu etkileyici film, distopik bir atmosferde işlenmiş. Yoğun bir politik şiddet ortamını ustalıkla sergileyen filmde, sistem eleştirileri öne çıkıyor. 

Emin Alper, metafor yüklü ilk filmi Tepenin Ardı’ndan sonra, Venedik’te Jüri Özel Ödülü kazanan ‘Abluka’ ile sinemada parlak bir kariyer yapacağını müjdeliyor.

Film, büyük bir kargaşa içinde yaşayan bir banliyö mahallesindeki birbirine uzak düşmüş, paranoyanın pençesinde kıvranan, iki kardeşin yürek burkan öyküsünü anlatıyor.

20 yıl hapis yatan Kadir, polisin terör suçlularını yakalamak için önlem aldığı, Gaziosmanpaşa’yı andıran bir semtte, muhbirlik yapması karşılığında şartlı tahliye edilmiştir.

İnsanların diken üstünde yaşadığı bu yoksul semtte, Kadir kimliğini belli etmeden, çöp toplayıcı rolü oynayarak, kaotik mahallenin şüpheli durumlarını polise rapor edecektir.

Türkiye’nin politik ve toplumsal gerçeklerine dürüst bir bakış açısıyla yaklaşan, sinemamızda derin devlet, gladyo, polis devleti temalarını dürüst ve cesur bir şekilde işleyen, söyleyecek sözü olan, etkileyici bir film ile karşı karşıyayız.

Günümüzün sosyal yaralarını, terörün gündelik hayatımızdaki yerini, gerçeklerle yüzleşmemizi sağlayan güçlü sinemasal bir dille anlatan Alper, yalın ve tokat etkisi bırakan bir film yapmış.

Ölüm-kalım savaşı yaşayan insanların kutuplaştığı, huzursuz distopik bir atmosferde, cinnet halinde yaşayan bir mahalleyi Alper, terörist-polis çatışması eşliğinde anlatıyor.

‘Tepenin Ardı’ kadar metaforik bir film olmayan ‘Abluka’ sert sistem eleştirileriyle sivrilen, yoğun bir politik şiddet ortamını ustalıkla sergileyen ilginç bir film.

Gecenin karanlığını aydınlatan bombaları, sisli puslu, tekinsiz sokakları, otoriteye karşı baş kaldıran mahallenin huzursuz sosyal atmosferi, gerilimli bir sinema diliyle bizleri taşların yerine oturacağı finale götürür.

Karısının, çocukları da yanına alarak kendisini terk etmesinden sonra bunalıma giren Ahmet, uzun yıllar görmediği ağabeyi Kadir’i tanımakta zorlanır. Ortanca kardeş Veli ise uzun yıllardır izini kaybettirmiştir.

KAOTİK VE HUZURSUZ SOSYAL ATMOSFER

Ahmet, Kadir’in yakın bir ağabey-kardeş ilişkisi kurmak için çabalarını karşılıksız bırakır. Mahallenin ender eğitimli çiftlerinden olan Ali ve Meral, iki kardeşle dostluk kurarlar.

Belediyenin sokak köpeklerini itlafından sorumlu biriminde çalışan Ahmet, kendisini terk eden karısından alamadığı hırsını, çevreye uyum sağlayamamasının ezikliğini, usta bir nişancı olarak öldürdüğü başıboş köpeklerden çıkarır. Aynı birimde çalışan iki arkadaşının tek düşüncesi Ahmet’in vurduğu köpeklerin etlerini pazarlamaktır.

Ahmet’in mesafeli tutumu, Kadir’in çeşitli komplo teorileri üretmesine yol açar. Muhbirliği ciddiye alan Kadir gözlemlediği her şeye şüphe içinde yaklaşıyor, onları raporlarına taşıyor. Bu ağır psikolojik yüklerin ağırlığı ile Kadir giderek akıl sağlığını yitirir.

Senaryo, izini kaybettiren ortanca kardeş Veli’nin durumunu, iki kardeşe iyi davranan Ali-Meral çiftinin tutumunun insancıllıktan mı kaynaklandığını, yoksa bir menfaat mi bekledikleri gizemini, finale kadar ustalıkla taşıyor.

Distopyaları akla getiren, kâbus dolu karanlık bir dönemde geçen konusuyla ‘Abluka’, cehalet çukurunda kaybolmuş, gecekondulu, kaçak meyhaneli, geceleri kurulan çöp pazarlı bir mahalleyi anlatan, metaforlarla örülü bir film.

41 yaşındaki Emin Alper, akademisyen ve tarihçi kimliğiyle, senaryosunda 90’lı yılları akla getiren bir olay örgüsü içinde, gündelik gerçeklerimizden beslenen kaotik bir ortamı işlemiş.

İki saat boyunca gerilim temposu hiç azalmayan bir sinema diliyle, paranoyalarının esiri olan bir muhbirin yaşadığı travmayı işlemiş. Bu rolde (ilk filmine oynattığı), tiyatro aktörü Mehmet Özgür, gerçeklerle sanrılar arasındaki bir karakteri başarıyla canlandırıyor.

‘Tepenin Ardı’ndan sonra yine bir erkek filmi yapan Alper (ilk filmindeki numunelik kadın Banu Fotocan’dan sonra), ‘Abluka’da tek kadın karakter olan Meral rolünü Tülin Özen’e teslim etmiş. Abartısız, ölçülü oyunu ile Özen iyi oyunculuğunu sergiliyor.

Ancak oyuncu kadrosunda sürpriz, ailenin küçüğü, gizemli Ahmet rolünü oynayan, tiyatrodan gelme genç aktör Berkay Ateş’ten geliyor. 

BUSH ASKERLİKTEN KAÇTI MI?

Haftanın ikinci siyasal sinema örneği Amerika’dan geliyor. Dördüncü kuvvet basının özgürlüğünü, toplumun haber alma hürriyetinin önemini savunan ‘Gizli Dosya/The Truth’, senarist olarak tanıdığımız James Vanderbilt’in ilk yönetmenlik denemesi.

George W Bush’un 70’li yıllarda askerliği sırasında yaşadığı bir fiyaskonun bir TV programında açıklanmasıyla, başkanlık seçimini kaybedeceğini hisseden kirli politikacılar, kanal sahibine parasal destek sağlayarak bu skandalın gizli kalmasını sağlamışlardı.

1972-74 arasında ABD başkentinde gelişen ve Başkan Richard Nixon’un istifa etmesiyle sonuçlanan bir başka skandalı ‘Başkanın Tüm Adamları’ filminde izlemiştik.

Watergate skandalını ortaya çıkaran, The Washington Post’un iki cesur muhabiri Bob Woodward ve Carl Bernstein yılın Pulitzer Ödülünün sahibi olmuşlardı.

Gazete bu iki muhabirinin arkasında durmasıyla takdir toplarken, ‘Gizli Dosya’da CBS kanalının, ünlü ve saygın ‘anchorman’i Dan Rather’ın ve ünlü ’60 Dakika’ programının yapımcısı Mary Mapes’in kariyerlerini bitirecek bir ikiyüzlülükle harcadığını izliyoruz.

2004’te Amerikan seçimleri arifesinde, George Bush’un Vietnam’a gitmemek için askerliğini yaptığı Teksas Ulusal Hava Birliğinde bazı kirli ilişkilere başvurduğunu ortaya koyan Mary Mapes’in anılarından yola çıkan film, gazetecilik idealizmi temasını ustalıkla işliyor.

‘Zodiac’ ve ‘Beyaz Saray Düştü’ gibi iddialı filmlerin senaristi olarak tanıdığımız, 1975 New York doğumlu James Vanderbilt, ilk uzun metrajlı filmini yapan bir yönetmenden beklenmedik bir beceri ile temposu hiç düşmeyen, izleyicisini avucunun içine alan başarılı bir film yapmış.

Haberlerin dayandığı bazı belgelerin sahte olabileceğine dair itirazlar, Bush’un askerlik günlerindeki amiri pozisyonundaki subayların korkaklığı, iş bilir yozlaşmış politikacıların basına türlü menfaatler yaratarak gerçeklerin gizli kalmasındaki hünerleri, dürüst ve idealist gazeteci Mary Mapes’i (Cate Blanchett) pes ettirir. Onun ve programın ‘anchorman’i Dan Rather’in (Robert Redford) bu ihanet karşısında kariyerleri biter.

‘Gizli Dosya’, 60 Dakika ekibinin hazırladığı skandal haberin doğru mu veya elde edilen belgelerin düzmece mi olduğunu söyleyemiyor. Ancak gazeteciliğin idealizmi ve TV haberciliğinin önemi, kapitalizm sisteminin zaaşarı hakkında ilginç şeyler anlatıyor.

Watergate Skandalını anlatan ‘Başkanın Tüm Adamları’nda acar muhabir Bob Woodward’ı canlandıran Robert Redford’un, 40 yıl aradan sonra başka bir başkanlık skandalında ünlü bir ‘anchorman’i oynaması ilginç.

Eski tüfeklerden Stacey Keach’in emekli bir komutanı, Dermot Mulroney’in bir soruşturma ekibinin başkanını canlandırdığı filmde, Cate Blanchett kariyerinin en parlak kompozisyonlarından birini çıkarıyor.

‘Mavi Yasemin’ ile En İyi Aktris, ‘Göklerin Hâkimi’ ile En iyi Yardımcı Aktris Oscar’ını kazanan Blanchett’in ‘Gizli Dosya’ ile bu ödüle üçüncü kez ulaşması kimseyi şaşırtmayacak.