Fedakârlık

Eddi ANTER Köşe Yazısı
7 Ekim 2015 Çarşamba

Bir şeyden fedakârlık etmek, birinden feragat etmek, bazı şeylerden vazgeçmek, bazılarına boyun eğmek, katlanmak, susmak, sesini duyuramamak, acizliğine razı olmak duygularını mutlaka hayatım boyunca tatmışımdır. Bunları yaparken ya da istediğim, arzu ettiğim şeyleri yapmazken kendimi kendimle bir savaş halindeyim. İki tane ben birbiriyle uyum içinde değilken ben de haliyle ikileme düşüyorum. Neyi yapmam, ne söylemem, nasıl düşünmem gerekiyor? Uymam gereken kurallar nedir? Kanun, ahlak gibi kurallar, aile düzeni, arkadaş beklentileri, çocuklarım devreye giriyor. Sürekli, kendimi, doğruyu yapmak nedir sorusuna cevap ararken buluyorum. Doğru nedir? Benim doğru bildiklerim herkes için geçerli midir? Böyle mi olmalıdır? Yoksa bunu varsayan sadece ben miyim? Benim doğrularım beni bugüne kadar getirenlerdir. Peki, ben olduğum yerden memnun muyum? Mutlu muyum? Doyumlu muyum? Daha, daha gibi her tür arzu ve isteklerden kurtulabildim mi? Söz konusu kan bağın olan anne, baba, kardeş ve çocuklar olunca iş farklı hâl alıyor. Bazen onlar için kendinden vazgeçen oluyorum. Onları kırmamak, üzmemek adına, onların duymak istediklerini söylüyor, benden beklenen şekilde davranıyorum ve ben ben olmaktan çıkıyorum. Fedakârlık denilen olguda feda ettiğim her neyse bana kâr sağlamıyor.

Her an herkes değişimin içindedir. Bunu fark eder ya da etmezsiniz! Yazdıklarıma baktıkça ben kendimin değiştiğimi görüyorum. O gün yazdıklarını yazan ben ile bugün yazdıklarını okuyan ben arasında fark var. Öğrendim, geliştim ya da değiştim... Kimine göre daha iyiye kimine göreyse geriye gittim. Bu bana bakan kişinin olduğu yer ile de alakalıdır. Ben gibi onlar da sürekli değişimin içindeler... Bunu en kolay fark etmenin yolu uzun zamandır görmediğin, konuşmadığın bir kişiyle karşılaştığında ortaya çıkıyor. O kişinin düşünce, konuşma ve davranışlarına dikkat ettiğinizde hayata karşı aldıkları tavır da görülmeye başlıyor. Kimi zaman kendimle aynı veya benzer yerde olanları takdir ederken farklı olanları anlamakta zorlanıyorum. Anlamak işime gelmiyor ondan! Ben doğruyu bilen ve kabullenen biri olarak benden farklı düşünenleri istemeden eleştiren birine dönüşüyorum. Ya kendimi ispat durumunda buluyor ya da susuyorum. Herkes kendi hayatından sorumlu ve hesabı günü gelince önce kendisine verecek. Boşa yaşanmış o kadar çok hayatlar oldu ki... Geçmiş, yaşanmış ve biten. Geriye dönüşü olmayan hayatlardır bunlar. Dönüşün olmadığını fark edip kabullenmek hayatı yaşamaya başlamaktır.

Yaşadığım bu hayatta fedakârlığa yer var mı?  Feda ettiğimi düşündüğüm her konu, karşımdaki kişinin de algı ve anlayış düzeyine göre değişecektir. Ben senden bir şey istemedim ki? Bunu benim için mi yaptın? Bu sorularla karşılaşmamak neredeyse imkânsızdır. Hayat geçerken, birilerine bir şeyler yaptığımı düşünürken, kendimden verdiğimi, fedakârlık ettiğimi zannederken, karşımdaki kişiden bunu anlamasını da umuyorum. İşin gerçeği bunu istiyorum. Olmuyor... Nafile bir çaba ve gerçekleşmiyor. O gün, o an, o kararı alırken aklımdan geçen her neyse bir kaç gün, ay ya da sene sonra farklı bir şekle bürünüyor. Yaptığımı düşündüğüm fedakârlık karşımdaki kişiye yük, eziyete dönüşüyor. Yapılan her neyse bir beklenti oluşuyor. Karşımdaki kişinin haberi olmadığı bir beklenti... Sonuçta fedakârlık yapan da pişman uğruna fedakârlık yapılan da şaşkın oluyor...

Yalnız gelir yalnız gideriz bu dünyadan ancak sosyal varlıklarız. İnsanlarla iç içeyiz. Birlikte yaşamak zorundayız ve bu zorunluluk kendimizi anlamadığımız için gittikçe güçleşen bir hale dönüşüyor. Ben kendimi anlamıyorsam bunu bir başkasından nasıl bekleyebilirim ki? Sır, hep kendini çözmekte, kendini tanımakta. Fedakârlık denilen aslında kendine hizmet değil midir? Yaptığımız her şeyi kendimiz için, kendi doğrularımıza göre ortaya koymuyor muyuz? Ne diye dışarıda bir suçlu arıyoruz çoğu zaman? Hayat benim, tercihler de benim. Ben benimle olan ikilem ve kavgamı çözümlediğimde dışarıda olan kaos da düzene dönüşecektir. Her düzen sonrası bir kaos ve her kaos sonrası da bir düzen olacaktır. Biri diğerine gebedir ancak her gebelikte arzu ettiğim doğum olacak demek değildir. Çocuk vakti gelmeden evvel doğmaz, yapraklar zamanından önce sararmaz, çiçekler açmaz, horozlar ötmez... Her şeyin zamanı vardır. Vermenin de almanın da... Yeter ki doğru yere bakmayı ve doğru yerden beklemeyi bilelim!