Vahşetin pençesinde

Haber, gerçeklere bağlı olarak yapılan kurgusal bir nitelik taşır. Kişinin olaylara nereden baktığı, bağlı bulunduğu kuruma ve ideolojisine göre değişir. Elbette ki bütün muhabirler çatışmanın, aksiyonun, sorunsalın bulunduğu ve haber niteliği taşıyan olayların içine girerler; ancak vahşetin ve katliamın tam ortasında görev başında olmak bir insanın psikolojisini bambaşka yerlere taşıyor.

Selin SÜAR ORAL Köşe Yazısı
3 Haziran 2015 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerde savaş muhabiri olmaktan son anda kendini sıyırmış, daha doğrusu, “Yaşayacak tek hayatım var, onu da sınırlarda, terör örgütlerinin elinde, bir hiç için kaybedemem” diyen bir arkadaşla dertleştik. Sahi, neydi bu savaş muhabirliği… Komik olan taraf, İletişim Fakültesi’ne girmeden önce 100 kişiden ortalama 40’ının –hatta benim de- hayalidir savaş muhabirliği… Çatışmanın ortasında kalmak, aileyi, o güne dek biriktirilen her şeyi; hayalleri, geleceği, dünü, bugünü bir köşeye itip, Azrail’le kumar oynayıp haber getirmekti hayalimizdeki adrenalin yüklü kutsal görev. Şimdilerde bol para kaynağı olarak görülse de bambaşka bir cazibe ve ideoloji barındıran bir yerde konumlanıyordu ben ve benim gibi savaş muhabirliğini isteyen, ancak belki sonra hayatın getirileriyle bambaşka yönlere savrulan kişiler için.

Haber, gerçeklere bağlı olarak yapılan kurgusal bir nitelik taşır. Kişinin olaylara nereden baktığı, bağlı bulunduğu kuruma ve ideolojisine göre değişir. Elbette ki bütün muhabirler çatışmanın, aksiyonun, sorunsalın bulunduğu ve haber niteliği taşıyan olayların içine girerler; ancak vahşetin ve katliamın tam ortasında görev başında olmak bir insanın psikolojisini bambaşka yerlere taşıyor. “Giydirdiler bana bir çelik yelek, Antep’ten bastık gittik sınır bölgesine. Bir çatışma başladı, kelimelerle tarif edemem. Nereye baksan bomba patlıyor, kulakların duymuyor zaten bir süre sonra. Halk hazırlıksız yakalanıyor. Her yerde ceset, her yerde vücut parçaları…” Kim ölüyor, ne için ölüyor, çoluk çocuk nasıl telef oluyor; hiçbirinin anlamı kalmıyor belki de bir yerden sonra. Sınırlar yıkılıyor, insani duygular giriyor devreye…  Koskoca bir inançsızlık, güvensizlik, boşluk vardı gözlerinde tüm bunları bir hikâye gibi anlatırken. Cerrahların da masa başında birçok hastasını kaybettiğini, duruma bu gözle bakmaması gerektiğini, belki yerimde oturup her şeyden bihaberken çok kolay biçimde mesleğini yapması gerektiğini söylesem de uzaklara diktiği bakışları bütün cevabı veriyordu.

Savaş muhabirliği; para için, isim duyurmak için yapılamayacak kadar tehlikeli. Her gün, apar topar saldırı veya işgal altındaki bir bölgeye gidip çatışmanın ortasında bulunmak ya da geri kalan manzarayı görüntülemek herkesin kaldırabileceği bir şey değil. Kısa zaman öncesine kadar tecrübe sahibi olmuş muhabirlerin sahaya gönderilmesi olarak yer alsa da Anadolu Ajansı’nın başlattığı savaş muhabirliği eğitimiyle bu alana yeniden dikkat çekildi. Hukuktan kişisel güvenliğe, psikolojiye, habercilik kurallarına, harita okumaya veya olağanüstü hallerde stratejik planlamaya kadar verilen teorik ve pratik eğitimler gündeme geldi. Yine de olayın içinde olmak bambaşka. Birçok savaş muhabiri kişinin serinkanlı olmasını ve paniklememesini, aksi takdirde yanındakileri de tehlikeye atabileceğini belirtiyor.

Elbette hepimizin ortak fikri savaş olmasın, barış gelsin… Ancak savaşı gören, katliamları, insanoğlunun yapabileceği kırımları gören birçok kişi, sistemin ve medyanın bilhassa bu yönde işlediğini bilerek acı acı gülüyor. Naif bir istek olsa da bir gün savaş muhabirlerinin işsiz kalması, barış muhabirleri olması dileğiyle…