Seriyi uzatma hilesi

Suzanne Collier’in üç romanlık bilimkurgusal fantezisi ‘Açlık Oyunları’nın ilk iki romanının filmlerini keyifle izlemiştik. Bir koyundan iki post çıkarma açıkgözlülüğü ile yapımcılar final için iki ayrı film yapmışlar. ‘Alaycı Kuş’ta gladyatör dövüşlerini andıran hayatta kalma savaşları yok, doyurucu bir olay örgüsü yok, sadece bıktırıcı havadan bombalama sahneleri var

Viktor APALAÇİ Sanat
3 Aralık 2014 Çarşamba

Sadece izleyiciyi finale götürmeye odaklanan bu bölüm hayal kırıklığı yaratıyor. Hayatımda ilk kez bir Jennifer Lawrence filmini beğenmedim. Bu filmle rahmetli Philip Seymour Hoffman bizlere veda ediyor


 

Suzanne Collier’in üç romanlık bilimkurgusal fantezisi ‘Açlık Oyunları’ serisinin ilk iki romanının filmlerini keyifle izlemiştik. Son roman ‘Alaycı Kuş/Mocking Jay’de yapımcılar bir koyundan iki post çıkarma açgözlülüğü ile finali iki ayrı filme bölerek anlatmaya karar vermişler.

Bölümün ikinci filmi ‘Ateşi Yakalamak’ın yönetmeni Francis Lawrence bu üçüncü filmde de kamera arkasına geçmiş.

Hemen başta söyleyelim, finalin bu ilk bölümü önceki iki filmden çok sönük. Çünkü sadece izleyiciyi finale götürmeye odaklanıyor.

Gücünü hayatta kalma savaşlarından, ölümcül takiplerden alan ve ilk iki filmiyle izleyiciyi büyüleyen savaş oyunları bu üçüncü filmde yok. Filmin yarısında havadan bombalanan 13. Sektör’ün enkaz haline gelişi var.

Gladyatör dövüşünü andıran ‘Açlık Oyunları’ndaki başarısı, zekâsı, fedakârlığı ve isyankâr karakteri ile ‘devrimin yüzü’ bir halk kahramanı seçilen Katnissa(Jennifer Lawrence) bu filmde savaş sanatındaki ve ok atmadaki hünerini göstermiyor, sadece isyancıların Başkent’teki totaliter merkeze karşı propaganda yüzü olarak kullanılıyor.

Katniss’i film boyunca başkentte esir olarak bulunan, savaş partneri ve sevgilisi Peeta’ya (Josh Hutcherson) üzülürken ve 13. Eyalet’in kadın başkanı Coin’in(Julianne Moore) talimatıyla çekilen videolarda boy gösterirken görüyoruz.

Yapımcıların seriyi uzatmak için, olay örgüsü bulunmayan bir bölümü araya sıkıştırmaları dizinin hayranlarının istismar edilmesi anlamına geliyor. Ben kendi hesabıma düş kırıklığı yaşadığımı söyleyeyim.

Geleceğin Kuzey Amerika’sında, totaliter, acımasız bir başkan olan Snow’un (Donald Sutherland) 12 eyalete böldüğü ülkesi vatandaşlarına yaptığı eziyetleri, bir tek çiftin hayatta kalacağı bir tür gladyatör dövüşlerini anlatan ilk iki filmden sonra ‘Alaycı Kuş-Bölüm1’, isyancıların yuvası olan 13. Sektör’de geçiyor.

Yaşadığımız yüzyılda baskıcı rejimlerin çoğalmasını eleştiren ‘Alaycı Kuş-1’ bölümü ‘distopya’yı odağına alıp politik bir mesaj veriyor.

Tüm dövüşlerden galip çıkan Katniss-Peeta çiftinden Katniss, 13. Sektör’ün başkanı Coin ve danışmanı Plutarch’ın(Philip Seymour Hoffman) emrine girerken, Peeta başkente Snow’un esiri konumundadır.

Propaganda bakanı gibi çalışan Plutarch, halkın sevgilisi Katniss’i propaganda savaşında, canlı yayınlarda kullanır. İşkenceye tabii tutulan Peeta ise totaliter devletin borazanı gibi davranmakta ve konuşmaktadır.

 

BU BÖLÜMDE 'DEVRİM ATEŞİ' YOK

Katniss’in amacı sevgilisinin esaretine son vermek, halkını yıkım ve baskıdan kurtaracak, özgürlüğüne kavuşturacak isyanı başarıya götürmektir.

13. Sektör başkanı Coin’in hamlelerine bir satranç ustası hüneriyle cevap veren diktatör Snow, beynini yıkadığı esiri Peeta’yı karşı hamle olarak Katniss’e karşı kullanmaktadır.

Katniss’e karşı olan aşkı cevapsız kalan, kahraman savaşçı Gale (Liam Hemsworth) 13. Sektör’ün vurucu gücü olarak başkente sızmayı başarır.

Ama ne yazık ki, zayıf olay örgüsü ile film türün ve serinin hayranlarını tatmin etmekten çok uzak. ‘Açlık Oyunları’nın lokomotifi olan ‘devrim ateşi’nin bu filmde izlerine rastlamak güç.

Serinin Woody Harrelson gibi müdavim oyuncularının bu filmde hiçbir fonksiyonu yok. Senaristler kendisine kerhen küçük bir rol yazmışlar. Jennifer Lawrence bu üçüncü filmde ilk iki filmdeki gibi parlamıyor, sönük kalıyor.

Diktatör Snow’u oynayan Donald Sutherland’ın da 13. Sektör’ün bilgisayar dehası yöneticisini oynayan Jeffrey Wright’ın da, Başkent’in sözcüsünü oynayan Stanley Tucci’nin de kısacık rolleri var.

Ekibe yeni katılan Julianne Moore karizmasıyla durumu idare ediyor. ‘İnsan Avı’ ile aynı zamanda çevirdiği bu son filminde rahmetli Philip Seymour Hoffman bizlere veda ediyor.

‘Ben Bir Efsaneyim/I Am Legend’ (Will Smith-2007), ‘Constantine’ (dedektif rolünde Keanu Reeves-2005) ve ‘Aşkın Büyüsü/Water For Elephants’tan (2011) tanıdığımız filmin yönetmeni Francis Lawrence’ın kariyerinde şimdilik tam bir başarı yok.

 

AÇ KARNINA GİTMEYİN

Modern toplum hayatında gastronominin önemi arttıkça, yemek sanatı ile ilgili filmlere rağbet artıyor. Aşçılık sanatı konulu Fransız filmi ‘Şeflerin Savaşı/Comme lUn Chef/Le Chef’ klasik Fransız mutfağı ile ilgili zarif bir komedi.

Daha çok aktörlük kariyeriyle tanınan Daniel Cohen’in bu üçüncü uzun metrajlı yönetmenlik denemesi son derece sevinçli bir komedi.

50 yaşındaki, Tunus doğumlu, senaryo yazarı-aktör-yönetmen Daniel Cohen, gastronomi uzmanlarının ‘Michelin’ yıldızlarına verdikleri aşırı önemi karikatürize ederken, izleyicisine temposu hiç düşmeyen bir filmde hoşça vakit geçirttiriyor.

Etiyle, sebzesiyle yemeği kendisi yerine, küçük küpler halinde sunan moleküler mutfağı inceden inceye hicveden film, klasik mutfak ile yeni trend moleküler mutfağın rekabeti üzerine, keyifli bir hiciv sunuyor.

Klişelerle dolu olmasına rağmen mutfak sanatına methiyeler düzen senaryo, ünlü bir şef ile şef olmak için yanıp tutuşan bir aşçının öyküsünü paralel olarak anlatıyor. Üç yıldızlı bir lokantanın ünlü şefi olan Alexandre La Garde’ın(Jean Reno) yönetim ile başı beladadır.

 Çeşitli işlerde tutunamayıp, her işinden kovulan Jacky Bonnot(Michael Youm)32 yaşında amatör bir aşçıdır. Yeteneğini kanıtlayamadığı için rüyalarını süsleyen büyük restoranlarda aşçı olarak çalışamamaktadır. Karısı (Raphaelle Agogue) doğum yapmaya hazırlanmakta, kocasının kontratlı bir işte çalışmasını arzuladığı için Jacky badanacılık yapmaktadır.

Tesadüfler sonucu iki aşçının yolları kesişir, Alexandre kendisini bir türlü kanıtlamamış Jacky’ye bir şans verir. Çünkü gastronomi uzmanları tarafından teftiş edilecektir ve yetkililere sunulacak yeni bir şeyler bulmak zorundadır. Kendisini kovup moleküler mutfağın ünlü bir şefini işe alma peşindeki müdürünün ihanetine uğrayan Alexandre, hem ekonomik çıkmaza giren restoranını düzlüğe çıkarmak, hem yerini muhafaza etmek derdindedir.

Gastronomiyi, mutfak sanatını yakından bilenlerin elinden çıkma senaryo hoş sürprizlerle filmi beklemedik finale götürüyor.

Füzyon mutfağı ile geleneksel arasındaki bu sonu gelmez mücadele eğlenceli bir tonla anlatılıyor. Başroldeki üç oyuncunun yönetmen Daniel Cohen’in işini kolaylaştırdığını ilave edelim.

Fransız sinemasının karizmatik aktörü, uzun zamandır ekranlardan  uzak kaldığı için özlediğimiz Jean Reno, inandırıcı bir şef olmayı başarıyor.

 İlk defa izlediğimiz Michael Youn, Reno gibi bir ustanın yanında ezilmemekle beraber, zaman zaman ondan rol çalıyor. Kocası için endişelenen güzel karısını canlandıran Raphaelle Agogue rolünün hakkını veriyor.

 Bizde iki yıllık bir gecikmenin ardından vizyona giren filmin Amerikan kopyasının yolda olduğunu ilave edelim.