Kendini horoz zanneden prens

Rabi Nahman (1772-1810), Breslav Hasidik hareketinin kurucusudur. 38 yaşındayken veremden ölen Rabi Nahman’ın en önemli özelliği ve yaşam felsefesi ‘daima neşeli ve mutlu yaşamak’tı.

Sara YANAROCAK Kavram
3 Eylül 2014 Çarşamba

Sevgili okurlarım bu hafta sizlere Breslav’lı Rabi Nahman’dan söz etmek istiyorum. Hasidi tarikatının kurucusu olan Rabbi İsrael Ben Eliezer Baal Şem Tov’un torun çocuğu olan Rabi Nahman (1772-1810), Breslav Hasidik hareketinin kurucusudur. 38 yaşındayken veremden ölen Rabi Nahman’ın en önemli özelliği ve yaşam felsefesi ‘daima neşeli ve mutlu yaşamak’tı. Tanrı’ya olan yaklaşımı da kendine özgüydü. Tanrı’ya en yakın arkadaşıymış gibi yaklaşır, taleplerini arkadaşça iletirdi. Müritlerine de öyle yapmalarını öğütlerdi. Breslav’lı Rabi Nahman çok önemli mistik bir kitap yazmasının yanı sıra, 13 tane Hasidik öğeler içeren ve içinde dersler barındıran hikâye kaleme almıştır. Bu hikâyelerden birisi ‘Kendini Horoz Zanneden Prens’ hikâyesidir.

Bir zamanlar ülkenin birinde genç bir prens yaşarmış. Annesi ve babası olan kral ve kraliçe, saltanatlarının zirvesinde ve mutlu bir çiftti. Biricik oğulları olan prensi çok iyi yetiştirmişler ve üstün bir eğitim almasını sağlamışlardı.

Günün birinde kıymetli prens, akli dengesini yitirerek, sarayda bir kimlik krizi yarattı. Prens kendisinin bir insan değil, gerçek bir horoz olduğunu iddia ediyordu. Kral ve kraliçe başlarda onun şaka yaptığını sandılar. Ardından prens onlarla birlikte olmaktan kaçınmaya, onlarla birlikte aynı sofrada yemek yememeye başladı. Bir gece kraliyet sofrası kurulduğuna, aniden çırılçıplak soyundu ve masanın altına girdi. Boynunu yere doğru uzatıp, sofradan yere düşen kırıntıları gagalamaya başladı.

Anne ve babası o anda durumun ciddiyetini dehşetle kavradılar. Söylemeye gerek yok… Olayı hemen gizlemeye ve oğulları için çare aramaya başladılar. Ülkedeki en önemli doktorları saraya çağırdılar. Hiç biri prensi iyileştirmeyi başaramadı…

Yoğun tedaviler ve tüm çabalar boşa gitti. Prens bir horoz gibi yaşamaya devam etti. Kral artık neredeyse tüm umudunu kaybetmişken, saraya bilge bir yaşlı adam başvurdu. Kralın huzuruna çıkarak prensi iyileştirebileceğini söyledi. Yalnız bunun için tek bir şartı vardı; kimse işine karışmayacak ve müdahale etmeyecekti. Tamamen ümitsiz olan anne ve baba adamın şartını kabul ettiler.

Ertesi gün prens masanın altındayken, bilge adam çırılçıplak soyunarak masanın altına girdi ve prensin yanına oturdu. Prens sanki tesadüfen karşılaşmış gibi adama dönüp;

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu.

“Sen niye buradasın?” diye sordu yaşlı adam. Sanki normal bir ortamda karşılaşmışlar gibi konuşmaya başladılar. Prens;

“Ben bir horozum, görmüyor musun?” dedi ciddiyetle.

“İyi ben de horozum zaten,” diye cevap verdi yaşlı bilge. Ardından horoz gibi ötmeye ve guruldamaya başladı. Ardından boynunu yere doğru çevirerek yiyecekleri gagalamaya başladı. Prens adamı hemen benimsedi. Böylece ikisi günlerce masanın altında horozlar gibi yaşadılar.

Bir süre sonra yaşlı bilge uşaklardan iki gömlek getirmelerini istedi. Prense;

“Ben horozların gömlek giymemeleri için hiçbir neden görmüyorum, sen ne dersin?” dedi. Prens bir süre duraksadı, düşündü. Adama hak verdi, makuldü… “Tamam” dedi. Böylece ikisi de gömlekleri giydiler.

Ertesi gün adam iki pantolon istedi. Hemen getirip yanı başına koydular. Adam prense dönerek;

Horozların pantolon giymesi yasak mıdır acaba?” diye sordu.

“Bence kesinlikle değildir,” diye devam etti. Prens yine düşündü ve “olabilir” dedi. Böylece ikisi de pantolonları giydiler. Bu konuşmalar ve uygulamalar birkaç gün devam etti. Bir gün yaşlı bilge prense horozların da insanların yediği yemeklerden yiyebileceğini söyledi. Hatta masada bile oturabileceklerini söyledi. Tabii ki önce yemekleri tatmaları şarttı! Kendini horoz zanneden prens bunu mantıklı buldu ve teklifi kabul etti. Masanın altından birlikte çıktılar, masaya yerleştiler önlerine konan yiyecekleri tek tek tadarak yemeğe başladılar. Ardından insanca bir sohbete başladılar.

Kısa bir süre sonra prens, her ne kadar hâlâ horoz olduğunu iddia etse de, normal insanlar gibi yaşamaya başladı.

***

Tanrı’ya şükürler olsun ki hiç birimizde horoz kompleksi yok. Fakat burada kendimize sormamız gereken bir soru var. “Acaba ben kendimi algılama konusunda ne kadar çaba sarf ediyorum? Kendi limitlerimi, neyi ne kadar başarabileceğimi biliyor muyum?”

HİKÂYE HAKKINDA NOTLAR:

1-  Okuduğunuz hikâye ‘Classic Chassidic  Tales /Meyer Levin’ adlı kitabın “The Rooster Prince” öyküsüdür.

2- Hikâyeyi yazan Breslav’lı Rabi Nahman burada birçok alegoriler kullanır. Öyküdeki prens yolunu şaşırmış, aidiyetine yabancılaşmış, Tanrı’dan iyice uzaklaşmış olan ortalama zekâlı, basit Yahudi’yi simgelemektedir. Diğer yanda ‘Yaşlı Bilge’ denen kahraman bilge bir din adamını sembolize etmektedir. Müritleri öyküdeki bilge adamın Rabi Nahman’ın ta kendisi olduğunu söylemişlerdir. Burada rabi hasta Yahudi’nin ruhunu tedavi etmektedir. Onu kınayıp, dışlamak yerine kucaklayıp dost olarak tedavi etmeye, yani doğruluk ve Tanrı yoluna dönmesi için destek verip, teşvik etmektedir. Onun seviyesini tespit edip ağır ağır, adım adım, özüne dönmesini sağlamıştır. Ama basit Yahudi’nin kendi üslubuna göre, kendi kapasitesine göre…