Bir Çeçen trajedisi

Michel Hazanavicius ‘The Search’ ile Zinnemann’ın 1948 tarihli klasiğinin ‘remake’ini yapıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
9 Temmuz 2014 Çarşamba

Beş Oscar ödüllü ‘Artist’in getirdiği kredi ve prestiji arkasına alan Michel Hazanavicius, 1999’daki Rus-Çeçen savaşı fonunda, savaşın tahribatını gözlere seren görkemli bir filme imzasını atıyor. İlk filmdeki Auschwitz’den kurtulan çocuğun yerini, anne-babası Ruslar tarafından katledilen dokuz yaşındaki bir Çeçen çocuk alıyor. Çocuğu evlat edinmek isteyen, Montgomery Clift’in oynadığı Amerikalı askerin yerini de, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu üyesi bir Fransız kadın (Bénérice Bejo) alıyor. Filmin diğer iki kahramanı bölgede Kızılhaç sorumlusu olarak bulunan Amerikalı bir yetimhane yöneticisi ile uyuşturucu taşıdığı için askere alınan bir Rus genci. Filmin iki erkek kahramanı hayatlarının önemli bir dönemecinde, yazgıları değişip aksi yönlere gidiyorlar. Savaşı göstermeyen bu ‘savaş’ filminden alınacak çok ders var.

 

Paris doğumlu, Aşkenaz Yahudi kökenli bir Litvanya ailesinin oğlu olan Michel Hazanavicius 47 yaşında bir senarist-yönetmen.

İki filmiyle gündemde olan Hazanavicius cesaretiyle öne çıkan bir sinema adamı. 2011’de ‘Artist’in kazandığı beş Oscar’dan biri, En İyi Yönetmen dalındaki onundu.

1920’lerin sonunda geçen konusuyla ‘Artist’, Hollywood’da sessiz sinemanın son günlerini ve sesli sinemaya geçiş sürecini anlatıyordu. Michel Hazanavicius duyguları, jest ve mimikleri ifade edebilen sessiz sinema etkisini filmine yansıtabilmek için siyah-beyazı kullanıyordu.

1999 yılındaki ikinci Rus-Çeçen savaşı sırasında geçen ‘The Search’, bu savaş yüzünden yolları kesişen dört kişinin yazgısını anlatıyor.

Fred Zinnemann ustanın 1948 tarihli aynı adlı klasiğinin yeniden çevrimi olan ‘The Search’, savaş sonrası Berlin’de geçen konuyu, Rus-Çeçen savaşına aktarıyor.

II. Dünya Savaşı sonrası, Berlin’de bir Auschwitz kurtulanı çocuğu evlat edinmek isteyen bir Amerikalı askerin öyküsüydü birinci film. Bu rolü oynayan Montgomery Clift’in yerini remake’de Bénérice Bejo üstleniyor. Savaş belgeseli tadında başlayan film, ilk sekansında bir Rus askerinin küçük bir kamerayla kaydettiği bir Çeçen köyü baskınının titrek görüntüleriyle başlıyor.

Filmde savaşın ikinci tarafı olan Çeçen askerlerini hiç görmüyoruz. Ancak Ruslar tarafından sebepsiz yere acımasızca katledilen günahsız Çeçen köylülerin içler acısı durumu, film boyunca gözlere seriliyor.

Anne ve babası Rus askerleri tarafından öldürülen dokuz yaşındaki Hadji (Abdul-Khalim Mamatsuiev) saklandığı evden, iki yaşındaki kız kardeşini alarak tehlike bölgesinden uzaklaşıyor.

Kucağındaki bebekle kaçmanın zorluğu karşısında, komşu bir köyde bir evin kapı eşiğine bebeği bırakıyor, kapıyı vurup gizlenerek, kardeşinin emin ellerde olduğunu gördükten sonra yollara düşüyor.

Ailenin üçüncü çocuğu, anne-babasının kurşuna dizilişini gözleriyle gören, abla Raissa (Zukhra Duishvili) evde bulamadığı iki kardeşinin izini bulmak için yollara düşüyor.

ÇEÇEN ASKERİ HİÇ GÖRMÜYORUZ

 

Filmde Hadji’nin dışında, yolları kesişen üç ana kahraman daha var; uyuşturucu taşıdığı için tutuklanıp askere alınan, acemi eğitimi sırasında aşağılanan, cephede savaşın dehşetini yaşayan, genç Rus Kolia (Maxim Emilianov), Avrupa İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak bölgede bulunan idealist bir Fransız kadını olan Carole(Bénérice Bejo) ve bölgede Kızılhaç sorumlusu olarak görev yapan Amerikalı bir yetimhane yöneticisi olan Helen(Annette Benning).

Yetimhaneden kaçan Hadji’nin açlığını fark eden Carole tarafından bulunması, karnını doyurduğu evde Hadji’nin Carole’un misafiri olarak kalması, ikili arasında oluşan sıcaklık, abla Raissa’nın ilk önce iki yaşındaki kız kardeşinin, sonra Hadji’nin izini bulması, filmde Rus-Çeçen savaşına paralel olarak anlatılıyor.

Raissa’nın yetimhane yöneticisi Helen’e kayıp kardeşinin fotoğrafını göstermesi, buradan kaçan Hadji’nin de ablasını arama çabaları, Carole’un Brüksel’de Avrupa İnsan Hakları Asamblesi’nde, durumun vahametini ortaya koyan raporunu okuması, filmde dinamik bir sinema diliyle anlatılıyor.

Stanley Kubrick’in başyapıtı ‘Full Medal Jacket’i akla getiren askeri eğitim sahneleri yaşayan 20 yaşındaki acemi er Kolia, savaşta hayatta kalabilmek için en az amirleri kadar acımasız ve gaddar olması gerektiğini öğrenir.

Michel Hazanavicius Cannes’daki basın konferansında bu konuda: “Senaryoyu yazmak için yaptığım araştırmada, Kızıl Ordu’nun müthiş bir asker yaratma makinesi olduğunu ve bunda şiddete dayalı bir model yaratmış olduğunu gördüm. Bu politik bir film ama taraf tuttuğuna inanmıyorum,” dedi.

Ancak yapımcısı Thomas Langmann araya girip, “Ancak Rus ordusunun Çeçenistan’da toplu katliamlar yaptığı bir gerçek” diye müdahale ediyor.

‘Artist’ ile En İyi Film dalında bir Oscar ödülü kazanan Thomas Langmann ünlü yönetmen Claude Berri’nin oğlu. Bu cesur yapımcı Cannes’da ‘Artist’in ticari başarısının kendilerine ‘The Search’ ile yeni bir maceraya atılma şansı verdiğini ve bu krediyi kullandıklarını söyledi.

BEE GEES MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE KAFKAS DANSI

Hazanavicius “Savaşı göstermeyen bir savaş filmi yapmak istedim. Harbi kaybeden Çeçenlere yapılan katliama dünya kayıtsız kaldı. Ben bu savaşı galibinin gözünden anlatmak istemedim,” dedi. Filmin iki erkek kahramanı, hayatlarının önemli bir dönemecinde, aksi yönlere gidiyorlar. Ölümden kurtulan Hadji sosyal bir hayata yönelirken, şehirde normal bir hayat sürmeye alışık olan Kolia, tutuklanıp asker olmaya zorlanınca, kısa bir zamanda kendini ölümle karşı karşıya buluyor.

Toz toprak içindeki köyünün yıkıntıları arasında yaşayan Hadji, Carole’un evindeki temiz ortama taşınırken, Kolia tam aksi istikamette, huzurlu bir ev hayatından, savaşın kaotik ortamına geçiyor. Kolia kurban iken savaş şartları kendisini cellâda dönüştürüyor.

Filmin finalinden ‘The Search’ten alınacak dersi şöyle yorumlamak mümkün: “Bir beladan kurtulan ile bir cellât arasında, eninde sonunda hayat beladan kurtulanın yanında olacaktır.”

Fred Zinnermann’ın orijinal filminde, temerküz kamplarından kurtulan çocukların İsrail’de kendilerine yeni bir hayat kurmalarını sağlayan kadın görevlinin, bu filmde Kızılhaç’ın tecrübeli bir elemanına dönüştürdüğünü anlatan Hazanavicius, bu rolde, Amerikan solcusu Annette Bening’i başarılı bulduğunu söyledi.

Dokuz yaşındaki Çeçen oyuncuyu nasıl bulduğu sorusuna ise yönetmen: “Kafkas dağları eteğindeki okullarda gördüğümüz 450 çocuk arasında Abdul-Khalim Mamatsuiev’i seçtik” dedi Konuk olduğu Fransız kadının evinde dinlediği Bee Gees müziği ile coşan, müthiş bir Kafkas dansı performansı sergileyen çocuk oyuncu, En iyi Aktör ödülü adayları arasındaydı.

Bu ödülü alan, Cannes tarihinin En Genç Aktör ödülünün sahibi Mamatsuiev’e kimsenin itirazı olmayacaktı.

Michel Hazanavicius’un Arjantin kökenli eşi Bénérice Bejo ‘Artist’ ile En İyi Aktris Cesar ödülünü kazanmış, geçen yıl da Cannes’da aynı ödülü Ashgar Farhadi’nin ‘Geçmiş’ filmiyle almıştı. Bu yıl da favoriler arasındaydı, ama jüri tercihini Julianne Moore’dan yana kullandı.