Özgüven nedir, ne değildir?

Eddi ANTER Köşe Yazısı
2 Temmuz 2014 Çarşamba

Özgüven diye bir tabir var, epeydir kurcalıyorum. Kendine verdiğin değer midir? Yoksa dışarıdan aldığın onay veya takdirle mi ölçülür? Kime güvendir? Kimden aldığın hangi güvencedir? Pek çoğumuz bazı ortamlarda rahat ve kendine güveni var gibi hisseder, diğerlerinde bu güven yok olur sanki ve ardından epeyce huzursuz olabiliriz. Bu neden kaynaklanır acaba? Kendini bilen kişi aynı zamanda neyi bilip bilmediğini bilmez mi? Size hiç olur mu bilemem ancak bazı insanları görüp de nesine güveniyor demeden geçemiyorum. Sorguluyorum. Ardından dönüp kendime bakıyorum; yaşadıklarım, duygu ve davranışlarımda neleri nasıl düşünerek yaptığıma odaklanıyorum. Geriye gidip gözden geçirirken de içimden kıs kıs gülüyorum. İçimde yaşayan amma da çok ‘ben’ varmış demekten kendimi alamıyorum. Ben kim olduğumu bulmadan ne kadar da çok farklı benlerden geçmişim diyorum.

Bir çocuğun kendine güveni ne zaman başlar? Öğretmek faslı aslında çocuğu eleştirmek midir? Yaptığı şey yanlışsa, “Bunu böyle yapma,” demekle onu ve yaptığını aslında eleştirmiyor kendi doğru bildiğimizi öğretiyoruz. Yaptığının hatasını kendi kendine anlamasını beklemek yerine bir an önce hayata hazırlanması, hazır olması için çaba gösteriyoruz. Nihayetinde de çocuklara tüm korkularımızı da aktarmış oluyoruz. Onlar da bunu öğrenmek olarak değil kıyaslanmak ve olmadıkları bir kişi haline sokulmak olarak algılayabiliyorlar. Ne yaparsak yapalım normlara uygun sürüye dâhil kişiler olması için emek veriyoruz. Neye yarıyor? Bir insanda özgüven oluşması için yapılması gereken bu mudur? Sıradan herkes gibi olursan senin de kendine olan güvenin artar mesajını mı vermeye çalışıyoruz? Bu insanın özgüveni ailesinden yadigâr mı kalır yoksa kendisi mi arayıp bulur? Belki de kazanılan bir olgudur. Ne dersiniz? Düşünmeye değmez mi?

Elbette annem ve rahmetli babam, çocukken bana doğru bildiklerini öğretmeye, aşılamaya hatta beynimi yıkamaya gayret ettiler. Sorguladım onları. Bazı şeyleri neden, niye yapıyor, niçin söylüyorlar diye epeyce kafamı kurcaladım. Ancak o günlerde cevaplarım gelmedi. Ben de kabullenmeyi öğrettim kendime. Onlar ne derse doğrudur ve ben dediklerini yapmalıyım diye bir sonuca vardım. Halen sorgulamaktayım. Yapmam gerekenlerle yaşamak istediklerim arasındaki kocaman boşluğu doldurmam mümkün değil. Araya giren etkenler var ve çoğu benim kontrolümde değil hatta benim isteklerim dâhilinde bile değiller. Yine de hayatın akışında buna izin verdikçe farkındalıktan da uzaklaşabiliyorum.

Lise yıllarımda özgüven, tavladığım, birlikte olduğum kızların sayısı ve popülerlikle alakalıydı. Daha sonra üniversite yıllarında notlar, bilgi ve beceri biraz farklı özgüven sağladı. Sanırım... Ardından evlilik ve bunun getirdiği ağırlıkla birlikte tavır, düşünce ve davranışlar biraz daha özüme güven kapılarını açtı. İş dünyasına girmemle birlikte icraat ve başarı, hatta mutluluk, yaptığım işlere, kazandığım paraya bağlandı. Gün geldi dünyaya hükmetmeyi arzuladım. Dünya benim, ben tüm dünyayı fethedebilir, her şeye herkese sahip olabilirim devrelerinden geçtim. Ben her şeyi yapabilirim diye benimseyip, aklın aldığı her şeyi her insan yapabilir deyimini özümsedim. İşin aslı kime neye güveneceğimi bilmiyordum. Sınırlarım yoktu ancak hakiki potansiyelimden de uzaktım. Dışarıdan bir geriye bildirim beklentisi vardı. Doğru bildiğimi yapmak yeterli değil, bunu başkalarından da duymalıydım. Özümün buna ihtiyacı var sanırdım. Sanmaktan da öte gitmedi.

Hayatım boyunca kimi zaman insanlar beni üzmeyi becerdi. Ben izin vermişim onu öğrendim. Kimi zaman da üzerime basmaktan kaçınmadılar. Yine ben buna müsaade etmişim. Bunun da farkına vardım. Ben kendimi ezilecek bir böcek gibi gördükçe dışarıdaki herkes de elbet aynısını buluyordu. “Kendi gözümüzde çekirgelere benziyorduk. Onların gözünde de öyleydik,” ne anlama geldi daha iyi anlıyorum. Sen kendini nasıl görürsen herkese de bunu aynen yansıtan olursun... Kendini tanımak, kendini gerçekten bilmekten geçiyor.

Bu arada kendine güven konusunu kendini beğenmekle de karıştırmıştım. Bilmezdim ki, kibir ve kendini beğenmişler içinde korkunun ağırlığını taşıyorlar. Şimdi anladım ki, öze ulaşmak öze güven duymak ve özgüven sahibi olmak ancak kibirden uzaklaşmakla mümkündür. Özgüven ile kibir arasındaki çizgi de bu yüzden çok incedir. Bu çizgiyi aşmanın yolu korkuların farkına varıp onları kabullenip onlarla birlikte hareket etmekle mümkün. Onları yok saymak ya da bastırmak geçici olarak onlara sığınak hazırlamaktır. Bugün en geç yarın birileri yaraya dokunur, deşer ve sonrasında da ortaya çıkartır. Korkuya yatırım yapmak iyi bir fikir değil. Yüksek faizle geri geliyor.

Kendimi bir şey sanıp, buna göre düşünüp insanlara bu şekilde davranmakla elime bir şey geçmediğinden artık eminim. Özgüven diye bildiğim kibirden vazgeçtikçe kendimi tanımak yolunda da ilerlemeye başladım. Kim olduğumu anladığımda gerçekten ne olmadığımı, kim olmadığımı da keşfettim. Hiç bir önemim olmadığını gördüğümdeyse, bu evrende yapmam gereken önemli bir şeyim olduğunu da fark ettim. Yoksa neden buradayım? Amacım yoksa niçin halen burada tutuluyorum? Cevabımı bulmak uzun sürmedi...

Özgüven denilen öze güven yani Öz’ün kendisine güvenmektir.  Öz’de Biriz denilen mevhuma göre senle ben arasında bir fark yoktur. Hepimiz aynıyız üstelik de Bir’iz. Birlik halinden uzaklaşarak birbirimizden de uzaklaşmış ve birbirimizi tanımaz hale gelmişiz, hepsi budur. Öz dediğimiz içimize üflenen nefesin kendisidir. O’nu açığa çıkartmak, kendine güvenmekten öte, evrene teslim olup O’na dönüşmektir. Ben sadece kendime güvenmekle yetinen olmamalıyım. Bunu şunu veya onu kendim becerdim hissinden uzaklaşmalıyım. Ancak bu şekilde Öz’üme ulaşır özgüven sahibi olabilirim. Ve bir itirafta bulunayım mı? O’na ulaştığınızda pek çok şey önemini yitiriyor hatta her şeyden vazgeçmeye hazır oluyorsunuz. Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. Sadece farklı bir yerde değişik bir yaşamın içine giriveriyorsunuz. Kimse güvenmese de, ben kendime, Öz’üme güvenen, özgüven sahibi oluveriyorum. Tevekkül diye bahsi geçen de bu değil midir?

Bir insanın elinden malını, mülkünü, parasını, kütüphanesini, eşini veya çocuğunu alabilirsin ancak özgüveni ‘gerçek’ olan, gerçekten özgüven sahibi kişiden bunun geri alınması mümkün değildir. Duruşu, davranış, düşünce ve taşıması ile her neyse odur. Kendisi de bunu bilendir çünkü o artık kendini bilir. Başkası ha bilmiş ha bilmemiş, ha fark etmiş ha etmemiş sonunda önemini yitiyor.