Seviyeli festivalin ödüllü filmleri

Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’yla Altın Palmiye kazandığı 67. Film festivali kaliteli programıyla öne çıktı

Viktor APALAÇİ Sanat
4 Haziran 2014 Çarşamba

Jürinin tercihlerindeki tek sürpriz genç bir İtalyan yönetmene verilen, yarışmanın ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödül idi. Yine genç bir yönetmene Xavier Dolan’a verilen Jüri Ödülü ile jürinin genç sinemacıları yüreklendirilmesi olumlu karşılandı. Julianne Moore ve Timothy Spall, iki eski tüfek olarak en iyi oyuncu dallarında tecrübelerini konuşturdular. Kanada filmi ‘Mommy’ melodramı, yarışmanın tüm ödüllerine yakışan çizgi dışı bir filmdi


Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’nun Altın Palmiye Ödülü’nü kazandığı 67. Cannes Film Festivali’nin ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödülü, İtalyan-Alman kadın yönetmen Alice Rohrwacher’in ‘Le Meraviglie’ adlı filmine gitti.

Jane Campion başkanlığındaki jüri heyetinin ödüllendirdiği dokuz film arasında, sürpriz olarak karşılanan, hayret uyandıran tek ödül bu filme verilen ödüldü.

Yarışmanın en genç iki yönetmeni olan Xavier Dolan(25) ile Alice Rohrwacher’in (30) şahsında, sinemanın genç istidatlarının önünü açan jürinin tutumu çok olumluydu.

İtalyan bir anne, Alman bir babanın kızı olarak Toscana’da doğan Alice Rohrwacher ikinci uzun metrajlı filmi olan ‘Le Meraviglie’nin senaryosunu yazdı, başrolü kız kardeşi Alba’ya oynattı. Her an yıkılabilecek bir çiftlik yaşayan bal üreticisi, dış dünyayla ilişkisi kopuk, dört çocuklu bir ailenin yaşantısını anlatıyor film.

Dört kızını modern hayatın nimetlerinden mahrum bırakarak büyüten despot bir Alman baba, kişiliksiz ve silik bir anne ve İlkçağ ilkelliğinde bir çiftlik hayatı…

Babanın koyduğu kurallara bağlı yaşayan ailenin huzuru, çiftliğe topluma kazandırılmak üzere tutukevinden salıverilen genç suçlu Martin’in gelişi ile bozulacaktır. Filme ismini veren ‘Le Meraviglie’ adlı bir TV programının çekimi için bölgeye gelen güzel sunucu (Monica Bellucci) ailenin büyük kızı Gelsomina’nın yazgısını değiştirecektir.

Cannes’da izlediğim 30’a yakın film içinde, ortasında çıktığım tek film bu İtalyan filmiydi. Bana çok monoton, sıkıcı ve sıradan mizansenli geldi.

HOLLYWOOD KARİKATÜRÜNDEN BİR OYUNCU ÖDÜLÜ

Türk turizmi reklam kampanyasının yüzü seçilen Amerikalı aktris Julianne Moore, Kanadalı Anne Dorval, Fransız Marion Cotillard ve Juliette Binoche gibi ciddi rakiplerinden sıyrılıp 67. Festival’in ‘En İyi Aktris’ ödülünü aldı.

Kanadalı yönetmen David Cronenberg’in Hollywood kulislerini anlatan ‘Yıldızlara Ha’lar/ Maps to the Stars’ filminde, gayeye ulaşmak için her yolu mubah sayan Makyavelist bir Hollywood aktrisini canlandıran Julianne Moore, müthiş oyun gücüne rağmen, bu bol karakterli filmin başrol oyuncusu değil. Jürinin yarışmanın en özgün filmi olan ‘Mommy’nin senarist-yönetmeni Xavier Dolan’ı hak ettiği şekilde ödül listesine alıp, filme ikinci bir ödül vermekten imtina etmesi Julianne Moore’un önünü açtı.

Yoksa ‘Mommy’nin fedakâr annesini olağanüstü bir performansla canlandıran Kanadalı aktris Anne Dorval, tartışmasız 67. Festival’in en başarılı oyuncusuydu.

Cannes’da beş kez yarışan, 1996’da ‘Crash’ ile Jüri Özel Ödülü, 2005’te ‘Şiddetin Tarihçesi/A History of Violence’ ile Büyük Ödül kazanan David Cronenberg’in ‘Maps to the Stars’ı Bruce Wagner’ın senaryosuna dayanıyor.

Hollywood kulislerinde geçen konusuyla film, Batı toplumundaki yozlaşmayı, tipik Hollywood hanedanı olan Weiss ailesinin üzerinden işliyor. Baba Staford (John Cusack) yazdığı kitaplarla büyük servet yapan bir psikoterapist, anne Christina (Olivia Williams) 13 yaşındaki harika çocuğu Benjie’nin oyunculuk kariyeriyle ilgileniyor, yangın çıkarma hastalığı olan, aileden uzak tutulan kızları Agatha (Mia Wasikowska) sanatoryumda tedavi gördükten sonra Hollywood’a dönüyor.

Julianne Moore kendisine En İyi Aktris Ödülü getiren Havana rolünde, Staford’un müşterisi, annesini şöhrete kavuşturan bir filmin remake’ini yapmak için yanıp tutuşan ihtiraslı bir oyuncuyu canlandırıyor.

Özel bir limuzin şirketinde şoför olarak çalışan, part-time figüranlık yapan yakışıklı Jerome (Robert Pattinson) Agatha ve Havana’nın hayatına girince, kıskançlıklar başlıyor.

Gerçek olaylardan beslenen senaryoda, sinemanın başkenti sayılan Hollywood’da, Havana’nın çocuğu öldüğü için rolünü oynamayarak rakibinin durumunu öğrenince dans etmeye ve şarkı söylemeye başladığını görüyoruz.

Sinema tarihinin en başarlı Hollywood eleştirisi deyince akla Robert Altman’ın ‘Player’ı geliyor. Ama ne yazık ki, ‘Maps to the Stars’ı Cronenberg’de Altman dehası olmadığını kanıtlayan vasat bir film sınıfına sokuyor.

David Cronenberg, Melekler Şehri’nin Hollywood adlı rüya aleminde yaşayan, kaprisleriyle, skandallarıyla, karizmalarıyla gündeme giren, yarı tanrı, yarı idol şöhretlerin dünyasına karınca yuvasına sokulan bir değnek gibi giriyor. Müthiş bir oyuncu kadrosunun varlığı en büyük şansı.

EN GENÇ VE EN YAŞLI YÖNETMENLERİN ORTAKLIĞI

Ana yarışma jürisi Cannes’ın en genç yönetmeni ile en yaşlısını ‘Jüri Ödülü’nde birleştirdi. Kanada’nın harika çocuğu Xavier Dolan’ın (25) olağanüstü ‘Mommy’si ile İsviçreli efsane yönetmen Jean-Luc Godard’ın (83) ‘Adieu Au Language’ı bu ödülü paylaştı.

Basın konferansını iptal eden, ödül törenine gelmeyi reddeden Godard’ın ödülünü yapımcısı aldı.

Cannes’a ilk kez, Agnés Varda’nın ‘Cléo de 5 a 7’sinde aktör olarak gelen Godard, 2000’de ‘Eloge de l’Amour’ için yarıştı; dört yıl önce ‘Film Socialisme’ ile ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde yer aldı.

Godard aynı yıl (2010) Onur Oscar’ına hak kazandı.

Jürinin bu yıl Godard’ın filmini değil, Cannes’da hiç ödül kazanamamış yönetmenin kariyerini bir ödülle taçlandırma ihtiyacını hissettiğini tahmin ediyorum. Zira ‘Film Socialisme’ için söylediklerimi tekrar edeyim: “Son yaptıkları sinema değil. Çok ustalıkla yazılmış, felsefi ağırlıklı edebi metinleri, bazı görüntüler eşliğinde Godard bizlere sinema diye sunuyor. O metinleri kitap olarak yayınlarsa daha iyi olur. Zira biz, Fransız Yeni Dalga akımının kuramcısı Godard’ı, ‘Serseri Âşıklar/A Bout de Souffle’ (1959), ‘Le Mepris/Nefret’ (1963), ‘Bande A Part’ (1964) gibi başyapıtların yaratıcısı olarak hatırlamak istiyoruz.”

Godard’ın yaşadığı Leman Gölü kıyısındaki Rolle’da geçen konusuyla filmde evli bir kadın, bekâr bir erkek ve bir köpek var. Yolları kesişen çift birbirine âşık olur, kavga eder; bir dış ses edebi bir metni okur. Birbirleriyle alakası olamayan görüntüler karmaşık bir kolaj eşliğinde, nostaljik, garip ve hüzünlü bir atmosfer yaratır. Bu garip filmin niye üç boyutlu çekildiğini kimse anlayamadı.

Jüri Ödülü’nün ikinci ortağı ‘Mommy’ yarışmanın en iyi 2-3 filminden biriydi. Kanada sinemasının harika çocuğu, Montreal doğumlu, 25 yaşındaki Xavier Dolan Cannes’da gösterilen filmlerin en özgünü, en keyiflisi ile takdir topladı.

2009’da ilk kez geldiği Cannes’da ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde ‘Annemi Öldürdüm/ J’ai Tué Ma Mére’ filmindeki ana temayla, aynı oyuncuyla (Anne Dorval), Dolan ‘Mommy’de ileride kendinden çok bahsettirecek bir istidat olduğunu gösterdi. Ertesi yıl ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde ‘Les Amours İmaginaires’ filmi gösterilen Dolan, ana yarışmaya alınmayıp ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde gösterilen ‘Laurence Always’ için çok üzülmüştü.

 

‘En İyi Aktör’ Spall tecrübesini konuşturuyor

Altın Palmiye için adından çok bahsedilen, Mike Leigh’in ‘M. Turner’i başoyuncusu Timothy Spall’un aldığı En İyi Aktör Ödülü’yle yetindi.

1993’te ‘Çıplak/Naked’ ile Cannes’da Mizansen Ödülü, üç yıl sonra ‘Sırlar ve Yalanlar/Secrets and Lies’ ile Altın Palmiye kazanan İngiliz Mike Leigh, kendi yazdığı senaryodan, empresyonizmin öncüsü sayılan, vatandaşı J.M.W. Turner’ın son yıllarını anlatıyor. Bu rolü, aynı yönetmenle yedi kez birlikte çalışan karizmatik aktör Timothy Spall canlandırıyor ve En İyi Aktör ödülüyle 36 yıllık kariyerini taçlandırmış oluyor. Deneyimli aktör ödülünü almak üzere sahneye çıktığında, hazırladığı konuşmayı kaydettiği cep telefonundan doğru yeri bulmakta çok zorlandı.

“Başrolünü oynadığım ‘Sırlar ve Yalanlar’ın Altın Palmiye aldığı gece bu salonda bulunamadım. Bana lösemi teşhisi konulduğu için kemoterapi seanslarına katılıyordum. Hayatta kalma cüretini gösterdim. Elimdeki ödülü beni yanına almayan Tanrı’ya borçluyum,” diyen Timothy Spall bu rol için iki yıl resim dersi aldı. Kendisine çok bağlı olduğu (aynı zamanda asistanı olan) babasının ölümünden sonra asabileşen, asosyal bir adama dönüşen M. Turner’ı, Spall müthiş bir yorumla perdeye taşıyor. Film, aristokrasiye mensup olan, genelevleri sık sık ziyaret eden ressam Turner’ın, babasının ölümünden sonra sık sık seyahate çıkarak ilham kovaladığını anlatıyor.

Filmde şehirde yaşayan karısı ve iki kızıyla ilgisini kesen M. Turner’ın Hollanda dönüşü bir sahil kasabasına yerleşmesini izliyoruz. Bir aile pansiyonu işleten, sevecen bir kadın olan Mrs. Booth ressamın hayatına renk katacaktır.

Kuzeyin sisli manzaralarını, denizi ve tekneleri çizmekten hoşlanan M. Turner’i, Mike Leigh sanatçının tablolarındaki görkemli ışıklandırmalara sadık kalarak perdeye aktarıyor.

 

SİNEMANIN YENİ HARİKA ÇOCUĞU

Cannes’a bu dördüncü gelişinde, ana bölümde ‘Mommy’ ile yarışan Dolan ödül listesine girme başarısını gösterdi.

Dolan bu filmle çıtayı yükseğe taşıyor: “Hep kendime yakın bulduğum konuları seçerim. ‘Annemi Öldürdüm’de annemi cezalandırmayı amaçlamıştım. Beş yıl sonra, ‘Mommy’de annemden intikam almayı hedefledim,”dedi.

Filmde hasta, sorunlu, hiperaktif, şiddet yanlısı ve tehlikeli olabilecek bir yeni yetme olan Steve’in öyküsü anlatılıyor. Kanada kanunlarına göre ebeveynler, zapt edilmesi zor, toplum için tehlike yaratabilecek potansiyele sahip çocukları eğitilmeleri için akıl hastanesi benzeri devlet kurumlarına bırakabiliyorlar. Çeşitli okullardan agresif tutumu yüzünden kovulan, umutsuz vaka teşhisi konulan Steve’i annesi Diane devlet kurumuna terk etmeyi şiddetle reddediyor. Onu bir sevgi ortamında büyütebilmek için tüm vaktini kendisine ayırıyor. Güçlü ve karizmatik bir kadın olan Diane, kocası öldüğü için babasız büyüyen oğlunu, bütün zorlukları yenerek himayesine alıyor.

İmdadına sevecen bir öğretim görevlisi olan komşusu Kyla yetişiyor. Penceresinden bir annenin anormal davranışları olan oğluna sevgi dolu yaklaşımını hayranlıkla izleyen genç kadın, kocasını ve kızını ihmal etmeyi göze alarak yardım elini uzatıyor. Oğlunu yalnız bırakamadığı için iş hayatını aksatan Diane, komşusu sayesinde bu imkânı yakalıyor.

Kyla okulların kabul etmediği Steve’e özel dersler vererek eğitimini tamamlamasına yardım ediyor. Çoğu zaman hayat dolu, neşeli, esprili ve sevecen bir genç olan Steve, kontrolden çıktığında olay yaratıp iki kadını müşkül durumda bırakıyor. Trajik bir sona bağlanması gereken filmi, Xavier Dolan hınzır bir final ile noktalıyor.

Otobiyografik özellikler taşıyan ‘Annemi Öldürdüm’de eşcinsel olduğunu açıklayan Dolan, diğer filmlerinin aksine ‘Mommy’ ile ilk kez bu konuya değinmiyor.

Bir dörtyol ağzında müthiş bir trafik kazası ile açılan film, izleyicilere üstün teknik özellikleri olan bir filmle karşı karşıya olduklarını müjdeliyor. Nitekim, başkahramanı gencin içinde bulunduğu psikolojik daralmayı ve sıkışmayı ifade eden dar 4/3 formatındaki ekran, Dolan’ın şapka çıkarılacak buluşuyla, geniş ekrana dönüşüyor. Bu, filmin işlerin yola girdiği, üç kahramanın ilk mutlu anları yakaladığı sekansta oluyor. Bisikletini sürmekte olan Steve direksiyonu bırakıp, iki eliyle ekranı genişletiyor. Bu teknik buluşa salonun tepkisi şiddetli alkış oluyor. Filmlerinde hep anne temasının öne çıkarılıp ‘baba’dan hiç bahsetmemesinin sebebi sorulduğu basın toplantısında Dolan, “Çocukluğumda çok az tanıma fırsatını bulduğum babamla iyi ilişkiler kuramadım” cevabını verdi. Filmin anne odaklı, izleyicinin yüreğine hitap eden dokunaklı ve duygulu sekansları ‘Mommy’yi olağanüstü bir dram yapıyor.

‘Mommy’ bir film festivalinin ‘her ödüle uygun’ özelliklerini taşıyan çizgi dışı bir film. Filme Altın Palmiye, Büyük Ödül, Jüri Ödülü, Mizansen, Senaryo, En iyi Aktör, Aktris ödüllerinden herhangi biri verilseydi, hiç kimsenin itirazı olmazdı. Ancak filmin ödül listesinin dışında bırakılmasına hiç kimse tahammül gösteremezdi.