İki savaş arası Yahudi göçü

Bulduğu filmler sayesinde ailesinin Budapeşte’deki bilinmeyen geçmişi hakkında gerçekleri ortaya çıkaran Lynn Schneider’ın hazırladığı belgesel, iki savaş arası dönemi Yahudi göçüne ışık tutuyor

Nelly BAROKAS Kültür
26 Şubat 2014 Çarşamba

Lynn Schneider’in Los Angeles’te geçen çocukluk yıllarında New York doğumlu büyükannesi Kitty ona Macar mutfağının özelliği olan bisküviler yapıyordu. Lynn’in Amerikalı büyükbabası Julius ürettiği paltoları Macaristan’a ihrac ediyordu. Oysa bu çift hiçbir zaman Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde Budapeşte’de yaşadıklarından hiç söz etmemişti.

Lynn Schneider’in Budapeşte’de doğan ve yedi yaşına dek orada yaşayan babası Bob da ailenin Macaristan’daki geçmişinden hiç söz etmemişti. Ancak babası Bob’un 1982’de ölümünden sonra Lynn Schneider bir kutunun içinde aile geçmişinin bilinmeyen bir yönünü buldu. Kutunun içindeki 16 mm siyah-beyaz film aile fertlerinin Macaristan’da çekilmiş, ve büyük olasılıkla kimsenin yıllardır izlemediği unutulmuş görüntülerini içermekteydi.

Büyükbabalarının yaşam öyküsüne bu filmler aracılığı ile ortak olan Schneider elindeki bu filmlerle bir belgesel yapma çalışmalarına başladı. O dönem tarihi ve aile soyu üzerine yaptığı araştırmalar ve Macaristan’a çeşitli yolculukları sonucunda, merkezinde atalarının yer aldığı, Yahudi göçüne odaklanan 27 dakikalık, ‘Budapest: An American Quest-A Family’s Journey to 1920s Hungary’ adlı bir belgesel hazırladı.

Bu aile filmlerinin kendisini bir sinemacıya dönüştürdüğünü söyleyen Schneider, şimdiye dek bazı film festivallerinde ve konferanslarda gösterilen filminin ileride daha saygın film festivallerinde gösterilmesini umudediyor.

İngilizce öğretmeni Lynn Schneider bulduğu 16 mm’lik filmleri video filmine dönüştürmesi için Disney’de çalışan kuzenine verdi. Filmleri seyredince ailesinin hiç bilmediği bir yönünü keşfetti. “Babam hiç Macarca konuşmazdı. O ve ebeveynleri 1935’te ABD’ye döndükten sonra bir daha Macaristan’a ayak basmadılar,” demekte.

Kitty ile Julius, Dohany Sinagogu’nda evlendiler

Lynn Schneider’in babaannesi Kitty aslında New York’ta doğmuştu. Kitty’nin babasının ABD Deniz Kuvvetleri’ne palto ve şapka üreten bir fabrikası vardı. Kitty’nin annesi erken ölünce fabrikada çalışan bir kadınla evlendi. Babası kendine yeni bir yaşam kurunca 16 yaşındaki Kitty kardeşlerine bakma sorumluluğunu üstlendi. 1925’te 20 yaşındaki Kitty sorumlulukların ağırlığından kurtulmak için, biraz dinlenmek ve akrabaları ziyaret etmek üzere Macaristan’a gitti.

Kitty Macaristan’da 35 yaşındaki New York’lu barmen Julius Schneider ile tanıştı. Julius erkek kardeşi Andrew ile bu ülkede inşaatçılığa başlamış, Budapeşte dışında Arpad Telep adlı bölgede işçiler için konutlar inşa etmekteydi.

Julius ve Kitty 1928’de Dohany Sokağı’ndaki sinagogda evlendiler. Önce Lynn’in babası Bob, ardından da Arthur dünyaya geldi. Filmdeki görüntülerden ailenin Budapeşte’de mutlu bir yaşam sürdüğü anlaşılıyor.

Lynn, “Filmde babamı çocuk olarak görmek, büyükbabam ile büyükannemi gülüp eğlenirken, kayak yaparken, dans ederken izlemek oldukça eğlenceli oldu,” demekte.

Schneider ailesi Dohany Sokağı’ndaki büyük sinagogun çok yakınında oturmaktaydı. Ülkeye uyum sağlamış olmalarının yanısıra sosyal ve kültürel açıdan Yahudi kimliklerini korumaktaydılar.

 

Antisemitizmle gelen dönüş kararı

Antisemitizm yavaş yavaş kendini göstermeye başlamasaydı Kitty ve Julius mutlu bir yaşam sürdükleri Budapeşte’de kalacaktı. Ancak Lynn’in babası Bob, Yahudi olduğu için okulda küçük düşürülünce Julius Schneider ABD’ye dönmeye karar verdi.

1935 yılıydı, pasaportlarının süresi geçen aileye ABD konsolosluğu eşyalarını toparlayıp Macaristan’ı terk etmesi için iki haftalık süre tanıdı. Tüm mal varlıklarını ve taşınmazlarını orada bırakmak zorunda kalan Schneider ailesi valizlere sığdırabildeki kadarını yanlarına alıp ülkeyi terk etti.

Bir işadamı olarak Macaristan’da ailesine konforlu ve yüksek düzeyde bir hayat yaşatan Julius, ABD’ye döndükten sonra eski mesleği barmenliğe döndü. Büyük amcası Andrew ve eşi Margaret Macaristan’da kaldılar ve Andrew’un metresi olan bir kadının onları bir köy evinde gizlemesi sayesinde Holokost’ta sağ kalmayı başardılar. Savaş sonrasında Andrew ile Margaret ABD’ye döndüler. Eşi Margaret’in ölümünün ardından Macaristan’a giden Andrew, Kapitalist olduğu suçlaması ile Komünist rejim tarafından hapise atıldıktan kısa süre sonra diabet olmasından kaynaklanan komplikasyonlar yüzünden yaşamını yitirdi.

Andrew ile Margaret’in oğlu Eugene ile eşi savaşın patlak vermesinden az önce ABD’ye döndüler. Oysa bir Hollywood yıldızı kadar güzel kızları Beatrice o kadar şanslı değildi. İsveçli diplomat Raoul Wallenberg’den pasaport vermesini talep etti. Ancak  Wallenberg ABD pasaportu varken başka bir pasaporta ihtiyaç olmadığı konusunda Beatrice’i ikna etti. Ancak ABD vatandaşlığı onun ve küçücük oğlunun hayatını kurtarmadı, Bergen-Belsen’e gönderildiler. Bir daha da hiç kimse onlardan bir haber alamadı.

Lynn Schneider, ABD Yahudilerinin tipik göç öykülerinden oldukça farklı olduğunu düşündüğü ailesinin öyküsünü paylaşmış olmaktan gurur duyuyor. Lynn aile öyküsünü, “Erken küreselleşmeye iyi bir örnek” olarak adlandırıyor.

Babasının kutusunda bulduğu bu filmleri hazine olarak nitelendiren Lynn Schneider, “Bu görüntülere tekrar tekrar bakmayı seviyorum. Adeta babam ve ebeveynleri yeniden canlanmış gibi. Sanki cennette dolaşıyor gibiler,” demekte.