Mutluluğun formülü-2

Bir önceki yazımızda mutluluğun formülünü bulmak üzere çeşitli girişimlerde bulunmuş ancak denklemdeki değişkenler yüzünden başarılı olamamıştık. Derken sıra, Tora’nın bu konudaki sözlerine gelmişti ki, yerimiz tükenmişti. Bıraktığımız yerden devam ediyoruz

Estreya SEVAL VALİ Kavram
29 Ocak 2014 Çarşamba

Bir önceki yazımızı bitirirken en azından anlamlı, mümkünse de doyurucu bir hayat yaşamak isteyen kişiler için Tora’nın çok önemli bir iddiada bulunduğunu ve insanlığın ne olduğunu son derece net bir şekilde açıkladığını ileri sürdüğünü belirtmiştik.

Tora çok daha cüretli davranıyor; insanlığın doğasını anladığını savunmakla kalmıyor, bilgi kaynağının Tanrı’nın Kendisi olduğunu da ileri sürüyordu. Yaratılmışı, Yaratan’ın Kendisinden daha iyi kim bilebilirdi?

Şimdi bakalım Tora’nın iddiası nedir, sevgili okurlar: 

Ben bir uzmanım. Sizin ne olduğunuz konusuna ve sizi mutlu kılacak işlemlere gayet hakimim. Kabul, bunun doğru olduğunu ilk bakışta göremeyebilirsiniz ancak beni açacak ve sözlerimi anlamaya çabalayacak olsanız, iddiamın doğruluğunu siz de hemen kabul edeceksiniz. Hem iddiam, görmezden gelinemeyecek kadar olağanüstü. Hayatı seviyorsanız, beni de seveceksiniz.

Tora’nın tamamı bizleri konu alan öğretilere adanmıştır. İnsanoğlunun ahlâkını ele almakta ve bize, ne kadar yükseklere çıkabileceğimizi ve ne kadar alçaklara inebileceğimizi anlatmaktadır. Tora, görüntümüzü yansıtan bir ‘ayna’ gibidir ve bu haliyle her anlatısı, her emri ve her bir sözcüğü bizim kim olduğumuzu ve neler başarma kapasitesine sahip olduğumuzu dile getirmektedir. Ancak insanoğlunun doğası hakkındaki en açık ifade, Bereşit 1:26 dizesinde yer alır: “Tanrı,‘Görüntümüzde ve benzeyişimizde insan yapalım. Denizin balıklarına, gökyüzünün kuşlarına ve çiftlik hayvanlarına ve tüm yeryüzüne... hükmetsin’ dedi.”

Demek ki neyiz? Tanrı’nın görüntüsünde ve benzeyişinde yaratıldık. Onun niteliklerine sahibiz ve tüm yeryüzüne hükmetme kapasitemiz var.

Buna karşılık bir de kötü eğilimimiz var. Talmud bu konuda şöyle diyor: Bir kişinin kötü eğilimi onu her gün alt etmeye ve öldürmeye yeltenir (Talmud, Kiduşin 30b).

Kendimizi bütün gün kötü eğilimlerimizle mücadele eder durumda bulursak, üzülmemize gerek yok. Melek değiliz ve bu çırpınış, doğamızın gereği:

Çünkü sen topraktan alınmıştın; çünkü tozsun sen ve toza geri döneceksin.” (Bereşit 3:19). 

Tanrı adamı Kendi görüntüsünde yarattı. Onu Tanrı’nın görüntüsünde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı.” (Bereşit 1:27).

Tanrı adamı toprağın tozundan şekillendirdi ve burun deliklerine bir yaşam nefesi üfledi. İnsan böylece yaşayan bir canlı haline geldi” (Bereşit 2:7).

Özetleyecek olursak, özelliklerimiz şunlar:

 Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldık.

 Tüm diğer yaratıklara hükmedebiliyoruz.

 Erkek ve dişi olarak yaratıldık.

 Toprağın tozundan yaratıldık.

 Tanrı burun deliklerimize bir yaşam nefesi -Tanrısal bir ruh- üfledi.

 Böylece yaşayan bir canlı haline geldik.

Bütün bunların açıklamasını bir kenara bırakalım ve Tanrı’nın yarattığını nasıl değerlendirdiğine bir bakalım: “Tanrı yapmış olduğu her şey gördü; ve işte – çok iyiydi. (Bereşit 1:31)

Midraş’a göre (Bereşit Raba 9:7) yukarıdaki dizedeki iyiydi sözcüğü iyi eğilimi, çok sözcüğü ise kötü eğilimi ifade etmektedir. Yani iyinin yanında kötünün de olması, yaratılış için gerekliydi. Tanrı der ki, kötü eğilimi yarattım ve Tora’yı onun baharatı yaptım. (Kiduşin 30b).

Ola ki sözcüklerde bir yanlışlık olduğunu sananlar var. Tora, kötülüğün baharatı olabilir mi? Olsa olsa panzehiri olur... Ama Talmud öyle demiyor, sevgili okurlar. Tora, kötü eğilimin panzehiri değil. Tam aksine, Tora kötü eğilimi ortadan kaldırmak değil, onu vurgulamak için verilmiş.

Ve Midraş şöyle ekler: Kötü eğilim olmasaydı, üreme arzumuz olur muydu? Ya geçim sağlamak? Yaratıcı bir şeyler yapmak? Özgür iradeye ihtiyaç olur muydu peki o zaman? 

Özgür iradenin olabilmesi için herhangi bir durum karşısında iki görüşe sahip olmamız gerekir. Eğer insanoğlu sadece ahlâklı bir tutum takınabilseydi, başka hangi seçenek kalırdı? Bu yüzden Yaratılış’ta, Tanrı yasakladığı halde, Hava’yı İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yemeye ikna edecek bir yılan gerekiyordu (Bereşit 3:1-7). 

Tora’nın bakış açısına göre, yaşamın amacı seçimler yapmaktır. Doyum ve mutluluk, özgür iradeyi kullanmaktan kaynaklanır. İnsanoğlunun en büyük potansiyeli budur ve potansiyelini kullanma yoluyla seçimler yapmakta ve hayattaki fırsatlarını en çoğa çıkarmaktadır. Hayat, kararlar vermek, yaşamak ise bu kararları gerçeğe dönüştürmek demektir. 

Demek ki, Tora, çeşitli öyküleriyle bize hayatta fırsatlar olabileceğini göstermekte, emirleri ile de seçimlerimize rehber olmaktadır. Hayatın bize sunduğu en büyük meydan okuma, karar vermektir. Kararsızlara kızanlarımız çoktur, öyle değil mi, sevgili okurlar? Demek ki kızmamak gerekirmiş. Karar vermek, öyle hafife alınacak bir iş değilmiş.

Verilecek karar ne kadar riskli ise, sunulan meydan okuma da o kadar büyük demektir. Şimdi zannetmeyin ki bir çift ayakkabı almaktan ya da bir odayı herhangi bir renge boyamaktan söz ediyoruz. Söz konusu olan ahlâki kararlar. Ahlâki bir karar vermek kadar risklisi yok çünkü bir ya da birkaç kişinin kaderini etkileme ihtimali var.

Verdiğimiz kararlar bizi hem kendi, hem de başkalarının gözünde belirler: Nasıl bir kişi olduğumuzu ortaya koyarlar. Verdiğimiz karar ne kadar iyi ise, kendimizi o kadar iyi hisseder, kendimizi ne kadar iyi hissedersek, o kadar mutlu oluruz. 

Duyularımızı olumlu yönde tahrik etmek anında bir haz patlamasına yol açacak ama bu zevk, kalıcı olmayacak, gerçek bir mutlulukla sonuçlanmayacaktır. Örneğin mükellef bir yemek yediniz, önce ağzınız suladı, sonra damağınız bayram etti, çok keyif aldınız... sonra? Bitti. Oysa zorlu ve anlamlı kararlar vermek, kendiniz hakkındaki olumlu fikri güçlendirecek ama sadece bununla kalmayacak, yaşadığınız dünyaya da katkıda bulunacaktır. İşte bu duyunun sonuçları gerçektir. Kişinin kendini hayatta ‘gerçek’ hissetmesinden daha büyük mutluluk yoktur. Gerçek mi? Hepimiz gerçek değil miyiz? Gerçeğiz kuşkusuz ama çoğu zaman o kadar boş şeylerle uğraşıyoruz ki, hedefi bazen gözden kaçırabiliyoruz.   

Mutluluğun formülünü bulduk mu? Sabredin biraz... Daha hayat denklemini tam olarak anlamış değiliz.

Diğer canlıların aksine, insanın Tanrısal bir ruhu vardır. Tora’ya göre bu Tanrısal ruhun kaynağı, Tanrı’nın Kendisidir. Beden geldiği yere, toprağın tozuna; ruh da Tanrısal kaynağına dönmek için can atar.

Böylece her birey iki karşıt eğilim arasında bir çekişme hisseder: Yaşamak (ruh, yaşam gücüdür) ve ölmek. Bu eğilimlerden birinin galip gelmesiyle insan ya ölümü seçer (intihar eder), ya da mükemmel (dürüst) bir yaşama adım atar.

Yazımızın bu noktasında bu iki eğilimin nasıl işlediğini ancak anlamaya başlıyoruz. Ama bir formül meydana getirecek kadar bilgi birikimimiz var:

[İyi ve kötü eğilim] + Özgür İrade + “Y” = En iyi ahlâki kararı verelim, ki mutlu olalım

Demek ki, “Y” hâlâ eksik...

Hatırlıyor musunuz yazımızın başına Tora’nın baharat görevi gördüğünden söz etmiştik. Bu konuya biraz daha eğilmemiz gerekiyor.

Tora’nın birçoğumuz tarafından zorlukla kabul edilmesinin nedeni, bize emirleriyle yüklediği sorumluluğun büyüklüğü. Tora emirleri rehber ya da kolaylaştırıcı olarak değil kısıtlayıcı olarak algılanıyor.

Peki, kısıtlayıcı ile rehber arasındaki fark ne? İkisi de insanların hayatını sınırlandırmıyor mu? Şöyle açıklayalım dilerseniz: Kısıtlama, sizi yapmak istediğinizden alıkoyar. Oysa rehberlik, sizi içine düşmek istemediğiniz durumlardan kurtarır. Rehber olmasa, o istemediğiniz duruma düşersiniz.  

Rehberlik insanı doğru yola sokar. Tora’nın yaşam tarzını kabul etmek, kişinin emirler hakkındaki görüşüne bağlıdır: Emirler kısıtlayıcı mıdır, yoksa rehber mi?

Varsayalım ki daha önce defalarca geçtiğiniz bir yolda ilerliyorsunuz ve etrafınızla fazla ilgilenmiyorsunuz. Tek derdiniz, gideceğiniz yere varmak. Günün birinde yeni bir işaret levhasının farkına varıyorsunuz. Arabanızı durdurmak, yolu kontrol etmek ve öyle devam etmek zorundasınız. Başta sinirleniyorsunuz. İçinizden bir ses size “durma!” diyor ama yine de duruyorsunuz.

Trafik işareti, bir yerde yeni bir özgür seçim yaratmış oldu. O olmadan önce hiç durmadan yolunuza devam ederdiniz. Şimdi durma kararı vermek zorundasınız. Dahası bu yeni işaret, sizi etrafınıza bakmaya zorluyor.

Emirler, hayat yolu üzerindeki trafik işaretleri gibidir. Çoğu insan etraflarıyla ilgilenmeden yolda gider. Onların açısından yol, bir yere giden bir vasıtadır. Oysa emir “Dur,” demektedir. “Dur ve bak.” Durumunu kontrol et ve ona göre devam et.

Emirler, hayatta dikkat edilecek konulardır. Odaklanmamıza yol açarlar, neyin önemli olduğunu ve yeteneklerimizi en iyi ne şekilde kullanacağımızı söylerler. Ne zaman bir ‘durum’ olsa, bir de seçim vardır. Kişi ne kadar seçim yaparsa, potansiyelini o kadar çok kullanır ve o denli mutlu olur.

Yerimiz yine tükendi sevgili okurlar. Formüldeki “Y”nin ne olduğunu daha öğrenemedik. Ama Aşem izin verirse, bir sonraki yazıya öğreneceğiz. Esen kalın.

 Yazının 1. bölümü

https://www.salom.com.tr/haber/89444#.UuoPrRZrJlI