Yüksek Kaldırım’da Aliya

Eddi ANTER Köşe Yazısı
8 Ocak 2014 Çarşamba

Bindiğim taksi Saint Benoit Fransız Lisesi’nin yanındaki dimdik yokuşu çıkarken beni nelerin beklediğini henüz bilmiyordum. Bu Arnavut kaldırımı yol, gençlik yıllarımda epeyce tırmandığım hatta bir romanıma esin kaynağı bile olan yoldu. Değişen pek fazla bir şey yoktu. Yine, merak dolu bakışların yer aldığı, kalabalık sokağın sonunda indiğimde, ilk defa bir Aşkenaz düğününe gidiyordum. Güzel olan, ilklerin yaşatacağı nedir önceden bilinmez. Gizemi de burada saklıdır işte... Yeni bir ilk yaşamayalı epey zaman olmuştu besbelli...

Dinim geleneklerle doluyken Yahudi nüfusu Türkiye’de son yüzyılının içine girmiş durumda... Buna rağmen hem Sefarad hem Aşkenazların İstanbul’da oluşu beni epeyce şaşırttı. Birincisi İspanya asıllıyken, diğeri Doğu Avrupa kökenliler oluyordu. En son Aşkenaz havraya meraklı birkaç Amerikalı turist getirmiştim gezip görmeleri için. Faal olduğunu bile bilmezdim. Sıkı bir güvenlik kontrolünden geçtikten sonra ibadet yerine girebildim. İçerisi hıncahınç doluydu. Bu özel gün için her taraf beyaz çiçeklerle süslenmiş, tüm misafirler alışılmışın dışında şık giyinmişti. Görmek ve görülmek için pazar günü en uygun mekân burasıydı sanırım. Kimlerin ne giydiği ya da ne konuştuğuna bakmadan gözlerim sadece ruhları aradı. Mutluluk ruhlarının varlığını... Bunu da sadece insanların gözlerinde bulacaktım.

Damadın içeri girmesiyle başlayan tören, gelinin üst kata çıkmasıyla devam etti. Bu bir ilkti, görmemiştim. Neyin ne zaman yer alacağını bilmediğim bu töreni nefesim kesilmiş izliyordum. Az sonra damat da üst kata çıkacak ve gelinin duvağını açıp onun yüzüne bakacaktı. Gelin güzeldi, beyaz ve de masum, damat da dimdik, öz güven sahibi ve güler yüzlüydü... Duvak açıldı ve doğru kişi olduğuna dair teyit alındıktan sonra, kısa bir konuşmanın ardından evlilik kurumunun önem ve sorumlulukları dile getirildi. Mutluluk havadaydı, uçuyor, elini uzatan alabilirdi. Benim ayaklarım yerden kesilmiş, yükselmiştim. Uçmak hissini yakaladım...  İğne düşse gürültü olacak kadar sessiz, bir o kadar da ilahi müzik eşliğinde kulakların doyuma ulaştığı törendi... Alkışlar bitmek bilmedi... Fotoğraf çekip yaşadıklarımı uzatmak isterken, zaman durmuştu benim için. Mutluluğu yakaladığında, bunun farkına varırsan, içinde olursun zamanın ve vakit de uzar. Zamanı durdurmak mümkündü o anda... En azından benim için...

Ehalin kapısını büyükbaba açarken ben hem onun yerindeydim, hem damadın babası hem gelinin babası olmuştum. Torunlarım ve çocuklarımın düğünlerini görür gibiydim... Damatlık günlerimi de yeniden yaşarken, ben birden hem her şey hem herkes oluvermiştim. Tarifi zor bir yenilik içindeydim. Bir genç çiftin evlenmesi, ev sahibi olup yuva kurması elbette manevi âlemlerde de bir şeyleri harekete geçirir çünkü yeni bir yaratılıştır... Gençleri bir arada tutmak Kızıldeniz’i yarmaktan zordur diye konuşmasını Türkçe yapan Amerikalı Rav Mendy koro eşliğinde devam ederken, şarabını yudumlayan damadın etrafında yedi tur atan gelinin başı daha fazla dönmüştü sanırım... “Kadın erkeğin çevresini kaplamalıdır”  sözlerini anımsadım. Atılan tur sayısı da mükemmellik ve tamlığı temsil ediyordu. Tören hiç bitmesin istedim. Her gün, hep, güzel şeyler olsun diledim... Düğün kusursuz ve doğaldı, mükemmel ve doğanın ta kendisiydi. Eksiksiz bir şeyi yazmak veya anlatmak çabası onu sadece azaltır. Bunu da yapmak istemiyorum ancak paylaşmak istedim. Mutluluk pay ettikçe artan bir olgudur diye.  Orada olup, bunu okumak yerine yaşamak vardı...

Damadın ayakları altında kırılan bardağın tam olarak neyi simgelediği hakkında farklı görüşler mevcut... Kanımca, birinin nazarı değmesin diye, dikkati, sesle bir başka yöne çekmek içindir... Gelin ve damadı tebrik etmek üzere aşağı salona indiğimde yüzlerce kişilik sıranın en sonundaydım ve sıram gelsin istemiyordum. Bu mutluluk, bu tören hep devam etsin arzuluyordum. Beyaz bir gül kopartıp, çıkışta masa üzerinde son kalan badem şekerlerini alıp yola koyuldum.

Arabada giderken Titanik gemisini Yahudiler batırdı fıkrasını hatırladım. “Yahudiler değil iceberglerdi” diyen kişiye “Iceberg, Goldberg veya Goldenberg ne fark eder, hepiniz aynısınız” cevabı verenler halen oluyor. İnanın farklıyım, farklısınız ve farklıyız. Bu düğün de farklıydı. Gelin de damat da... Farkı yaratmak için farklı olmak lazım. Hayat şatafatlı olmasına rağmen doğallık ve mutluluk aslında her yerde var. Değişim her an olabilir ve oluyor. Başımıza gelenler aslında hep iyi şeyler; onu göremeyen bizleriz. Öğrendim, öğreniyorum ve öğrenmeye de devam edeceğim...

Takvimler yeni yılı gösterirken 2014 hep yenilik ve güzelliklerle dolu geliyor. Her sene bir öncekinden daha uzun, sağlık, huzur ve mutlulukla dolu olacak. Yeter ki bakıp görmek isteyelim.  Her ilk gibi hayatın her gününün tadını çıkartmak ve yine her günü tek bir gün gibi yaşayabilmek... Temennim budur. Duam hep aynı...

Allah’ım benden sevgini ve sevgiyi esirgeme,

Güçsüz anlarımda kendimi güçlü göstermek zorunda bırakma,

Birine ihtiyaç duyduğumda bunu o kişiye söyleyecek cesareti ver bana,

Sağlıklı olup farkında olmadığım her gün için sana hamdolsun,

Bereketi yağmur ve toprak yerine başka şeylerde arayan gözlerimi aç,

Yalvarıyorum Sana,

Bana verdiğin velinimetlerden başım dönmesin ve bana paylaşmayı hatırlat,

Yeni bir yıl değil, her günün yeni bir gün olduğunun bilincini bana bahşet.

Karşımdaki insanı kendim gibi sevebilmem için bana kendimi sevmenin yollarını göster.

Işık’ını üzerimden ayırma ne olur.

Yürüdüğüm yolu aydınlat.

Bir Sen varsın gerisi boş, bomboş...