Yaşamla sanat Ekrem Kahraman’ın tuvallerinde buluştu

Son yılların en farklı, en üretken ve özgün çağdaş sanatçılarından biri olan Ekrem Kahraman, ‘Buluşma’ sergisiyle yaz boyunca Teşvikiye Medıca/Çağdaş Sanat’ta... Kahraman’la sanat ve son sergisi üzerine sohbet ettik

Sanat
14 Ağustos 2013 Çarşamba

Şeli Abut Benhabib

Yüze yakın ulusal ve uluslararası kişisel sergiye imza atan, iki belgesel film ile birçok kitaba konu olan ve yirmiye yakın ödüle layık görülen Ekrem Kahraman, aynı zamanda şair- yazar kimliğiyle de tanınıyor.

Bir kitabınızda kendinizle ilgili çok hoş ve anlamlı bir tanımlama var. “Hayalperest bir çiftçiyim ben ve resimlerim topraklarımdır. Herkesten çok havaya ve toprağa aitim. Gökyüzüne toprak, yeryüzüne yağmurum...” diyorsunuz. Burada söylemek istediğiniz tam olarak nedir? Resimlerinizin alt yapısını nelerden oluşturuyorsunuz?

Çiftçilikten geliyorum ve resim çalışırken kendimi bir çiftçiymiş duygusu içerisinde buluyorum çoğu kez. Tuvalin yüzeyi, yüzeyde oluşan dokular, renk tonları, yarı soyut rastlantısal imgeler, bana toprak ve yeryüzünü çağrıştırıyor. Belki de buradan geliyordur bilemiyorum ama daha başından beri hem ruhumda, hem düşüncelerimde, hem de resimlerimde -tıpkı gerçek yeryüzünde olduğu gibi- sürekli yeryüzü imgesiyle uğraşıyorum. Yenilik ya da başka bir sanatsal dürtüyle bundan vazgeçecekmiş olduğumda neredeyse kendimi alabildiğine güvensiz, tedirgin edici bir durumda buluyorum ve yeniden oraya dönüyorum.

Her sanatçının vazgeçemediği bazı temel duyumları vardır. Sanırım benimki de sürekli bir yeryüzü, gökyüzü ve boşluk üzerindeki oylumlar, doğal ya da nesnel bazı dünyalık öğeler olsa gerek. Dünyanın neresinde olursa olsun; dili, ırkı, kültürü ne olursa olsun özellikle bu iki vazgeçilemez yaşam alanı her insan için, hepimiz için ortak bir zemin olarak duruyor ve sanki kendimizi sadece orada dünyalı hissedebiliyoruz. Yine her ne kadar birbirisiz olamaz ve birbirinden farklıymış gibi görünse de, aslında benim açımdan yeryüzü ve gökyüzü sadece bir büyük resimsel atmosfer. Birbirine karışmış, birbirinin içerisine geçmiş neredeyse birbirine dönüşmüş alabildiğine soyut bir mekân.

 

 

Resimlerimin alt yapıları basit anlamda bunlardan oluşuyor ve hem kendimi bunlarla dillendiriyorum, hem de o yoldan dünyalı kılıyorum bir bakıma...

Bu röportaj aracılığıyla bir yerde tüm cemaatle ‘buluşmuş’ oluyoruz… En son ‘Açık Adres’ başlıklı bir serginiz olmuştu. Şimdiki serginizin ismi ise ‘Buluşma’ . ‘Buluşma’ kavramıyla tam olarak neyi ifade etmek istiyorsunuz?

Ne kadar farklı kavramlarmış gibi görünseler de, son yıllarda aslında aynı yol üzerinden ilerlediğimi ben de yeni fark ediyorum. Birkaç kavram söyleyeyim sergi başlıklarımla ilgili:  ‘Ülkemi Geri İstiyorum!’, ‘Bulunduğumuz Yer’, ‘Açık Adres’ ve en son da ‘Buluşma’...

Ülke, birey, toplum olarak da; düşünce, sanat, kültür olarak da yani her anlamda büyük bir ruhsal, zihinsel, kültürel dağılma içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Uzunca bir süredir çoğu aklı başında insan gibi ben de düşünsel, yaşamsal, entelektüel, siyasal sıkıntılar içerisinde kaldığımı görüyorum. Doğal olarak bu durum sanatıma da yansıyor. Geçtiğimiz yıl beşinci şiir kitabım ‘Üşümez mi Sandın Meşe Ağacı Sokakta’ yayımlandı örneğin. İki yıldır da çalışmalarıma dizi fotoğraf dosyaları eklendi ve halen tuval resimlerimin yanı sıra onlar üzerinde de çalışıyorum.

 

 

 

Sen de yakından biliyorsun; son yıllarda güncel çağdaş sanatın özellikle toplumsal, kamusal alanlara doğru eleştirel bir yaklaşımla yürüdüğü görülüyor.

Ben de benzer bir eğilim içerisindeyim; fakat gerek ‘kamusal alan’ gerekse  ‘muhalif’lik kavramlarının altlarının fazlaca doldurulamadığını, doldurulsa bile bunun esas olarak sanatsal olmayan bir yolla yapılmaya çalışıldığı kanısındayım. Örneğin 68 kuşağı olarak eskiden ‘kamusal alan’ lafından çok sanatın toplumla buluşması tabirini kullanmayı tercih ediyorduk. Aslında bu sergimin ana kavramı olarak ‘Buluşma’ kavramı da doğrudan bununla ilgili. Sergi mekânın da sağlıkla ilgili bir görüntüleme merkezi olması da benim açımdan heyecan verici bir rastlantı oldu ve doğrusu iyi de oldu. Bunu ikinci defa yaşıyor ve yaşamla sanatın buluşması anlamında fazlasıyla önemsiyorum. Ayrıca bu rastlantısal durum, benim, sanatın asıl özü ve toplumla buluşmasındaki pratik niyetlerime de denk düşüyor açıkçası.

Sekiz-on yıl önce Gebze’deki Anadolu Hastanesi yetkilileri büyük boyutlu üç resmimi satın alıp hemen hastanenin girişine astılar ve hala oradadır o resimler. Sonuçta hastaneye insanlar sağlıklarıyla ilgili bazı sıkıntıları, dertleri olduğu için gidiyorlar. Oraya o sıkıntılarla giden insanların daha girişte böyle resimlerle karşılaşıyor olmaları ben de çok farklı duygular uyandırdı. Konuyla ilgili küçük bir anektot anlatayım: Bir gece o resimlerden biri rüyama girdi ve bana “beni niye oraya verdin?” diye söylendi durdu.  Ben de -nedense- özellikle o resmimle ilgili zaten çok derin bir muhabbet içerisindeyken niye oraya verdim, keşke satıldı diye geçiştirip onlara başka bir resmimi verseydim diye düşünüp duruyordum. Ertesi gün galericimden bir telefon geldi ve çekinerek hastane doktorlarından bazılarının o resmimin ölümü çağrıştırdığı için mümkünse değiştirilmesini istediklerini aktardı. Çok sevindim ve hemen kabul ettim tabii ki...

Şimdi ise yine sağlıkla ilgili bir görüntüleme merkezinde sergim açıldı. Bu hoş bir geri dönüşlü rastlantı oldu aslında benim için. Sanki bir yanlış anlama, bir mahcubiyet durumu sona erdi gibi geldi bana nedense…

Öte yandan bir de sanatın kesinlikle tedavi edici, iyileştirici bir gücü olduğunu düşünüyorum ve sanatımın yeniden öyle bir ortamda görünür olmasını anlamlı bir buluşma olarak algılıyorum.

Bir yazınızda sanatçıyı çağdaş bir entelektüel olarak gördüğünüzü, ressamlığı ise daha sonraki bir değer ve kendinizi de yeteneğinizden çok filozofluğunuzdan dolayı sanatçı kabul ettiğinizi söylüyorsunuz. Şiir ve edebiyatla yakın olmanızın resim alanındaki üretkenliğinize etkisi nedir?

Artık daha iyi biliyoruz ki, çağdaş sanat öncelikle ve doğrudan çağdaş entelektüel düşünce ile ilgili. Çağ üzerine düşüncelerin forma, görüntüye dönüşmesi bir bakıma ve bunun için gerekiyorsa yeni malzemelere, yeni dillere de başvurması...

Modern döneme ait bakma/görme/aktarma üzerine kurulu eski tip ressamlığın artık geçmişe ait bir değer/davranış biçimi olarak orada durduğunu düşünüyorum ve öyle davranıyorum. Resim çalışırken kesinlikle entelektüel düşüncenin birikimlerinden, olanaklarından yararlanıyorum.

Düşünce ve edebiyat en doğal, en olanaklı bir zemin olarak zaten içerisinde sürekli durduğum bir alan. Sanatla, ideoloji ve siyasetle ilgili çok okuyorum ve yazıyorum, ilgili bir kitabım da var. Edebiyat keza...  Yayımlanmış şiir kitaplarım var...

Bunlar, elbette sanatıma şiirsel, edebi bazı duyumları aktarıyor ister istemez. Bunu da sanatım için bir zenginlik olarak görüyorum açıkçası...

 

Seçkin sanatçılığınızın yanı sıra uzun yıllardır genç sanatçı adaylarına gönüllü eğitmenlik yapıyorsunuz. Tecrübelerinizden yola çıkarak sanat alanında varolmak için çabalayan bu gençlere nasıl bakıyorsunuz ya da neler öneriyorsunuz?

Dünyanın neresine giderseniz gidin aynı sorun, aynı yanlış beklenti ve umma söz konusu. Sanat eğitimi olanağına sahip genç sanatçılar, “sanatın eğitimini aldım, başarılı bir biçimde de bu işin okulunu bitirdim o zaman artık bir sanatçıyım” diye düşünüyorlar. Ben de diyorum ki, hayır değilsin! Okulunu bitirsen bile mimar, mühendis, doktor vb. olamazsın. Kaldı ki, sanatla ilgili bir alandan söz ediyoruz. Şiirin okulu yok ama resmin, müziğin okulu var; ama orayı aştım demekle sanatçı olamazsın, oldun sanırsan daha baştan kaybedersin. Unutma ki, sanat teknik değildir, yetenek değildir, doğru ama yaşamasız kuru bir çizim, boyama da sanat değildir. Kendini okuyarak, okuduklarını dönüştürüp kendinin kılarak fakat mutlaka oraya kendince yeni bir tecrübe, bilgi ekleyerek sanatçı olabilirsin, bunun başka bir yolu yok!

O nedenle genç sanatçıların öncelikle gençlik ruhunu koruyup, bir yandan da onu yormadan kendi içlerinde olgunlaşmaya önem vermeleri gerektiği kanısındayım.

Detaylı bilgi için: www.selisanat.com